Evvel zaman içinde, yeşili bol, otları taze, gökyüzü mavi bir çayırlıkta bir katır ile bir eşek yaşarmış. Buranın suları billur gibi temiz, bal gibi tatlıymış. Hiç eksilmez, sürekli akar dururmuş.

Katır ile eşek ise bu güzel ve bol nimetlerden olduğunca yararlanıp yer, içer gezer semirdikçe semirirlermiş.

Bulundukları o güzel çayırlık, etrafına göre, biraz yüksek ve ıssız bir yerde olduğu için de kimseler fark etmez, onları rahatsız etmezmiş.

Bazen aşağılardan bir yerlerden geçen, sırtlarına yük vurulmuş at sürülerini görür; onların o çelimsiz ve cılız hallerine bakar ama yerlerini belli etmemek ve ellerindeki nimetleri paylaşmamak için seslerini çıkarmazlarmış.

Derken aradan aylar yıllar geçmiş. Bir gün yine yedikleri lezzetli otlardan ve içtikleri baldan tatlı billur sulardan aldıkları keyifle, geviş getire getire aşağıdan geçmekte olan yük hayvanlarını seyrediyorlarmış.

Ne olduysa eşek birden katıra dönerek, benim anırasım var, demiş.

Katır ne demek istediğini anlayamamış. Önce geviş getirmeyi bırakıp sonra da kulaklarını kabartarak, ne demek istediğini anlayamadım eşek kardeş, demiş şaşkınlıkla.

Anlaşılmayacak bir şey yok demiş eşek, başını kaprisle diğer tarafa çevirip. Benim anırasım var ve hemen şimdi anırmak istiyorum,  diye tamamlamış sözünü.

Katır başlarına gelecekleri biliyormuş aslında. Eşeği ikna etmek için bin türlü dil dökmüş:

Bak eşek kardeş, biz burada birlikte ne güzel geçinip gidiyoruz. Aşağıda atların neler çektiğini görüyorsun. Eğer anırırsan sesimizi duyan insanlar gelip bizi alır ve sırtımıza yük vururlar. Bir daha da buraya gelemeyiz. Bu nimetleri de bir daha rüyamızda bile göremeyiz. Ne olur gel vazgeç bu sevdadan, demiş.

Eşeğin bir kere kafasına koymuş ya inat etmiş.

Katır ne ettiyse ne yaptıysa bir türlü inadından vazgeçirememiş eşeği.

Olan olmuş, eşek avazı çıktığı kadar anırmaya başlamış yükseklerden. “Aaaaiiii, aaaaiiiii” sesleri bütün tepeyi ve ovayı kaplamış.

Geçenler, gelen bu tok ve tiz sese kulak kesilmişler. Hem sesin geldiği yeri merak etmiş hem de yük vuracak bir hayvan bulmanın seviciyle tepeye doğru koşmaya başlamışlar.

Katır ile eşek rahata alışkın oldukları için kaçmaya fırsat bulamadan yakalanıvermişler.

Buradaki otlakları ve billur gibi temiz, baltan tatlı suyu keşfeden at sahipleri de bütün atlarını buraya sürerek beslenmelerini sağlamışlar.

Yola çıkma zamanı geldiğinde ise bazı hasta ve zayıf atların sırtındaki yükleri hafifletmek için en ağır yükleri bizim katır ile eşeğin sırtına vurmuşlar.

Gel zaman git zaman bunlar yük taşımaktan bizar düşmüşler. Alıştıkları o rahat hayat, yeşili bol, suyu billur otlak sadece hayallerini süslüyormuş.

Zayıf düşmüşler düşmesine ama eşek iyice elden ayaktan kesilmiş. Bir gün yine sırtlarındaki yükle kurak mı kurak, susuz mu susuz, bol kayalıklı bir yerde yol alıyorlarmış.

Derken uzun zamandır taşıdığı sırtındaki yükün ağırlığından iyice yorulan eşek, dayanamayıp olduğu yere yıkılıvermiş.

At sahipleri bakmışlar olmayacak, nasıl olsa katır güçlüdür diye eşeği de alıp yükü ile beraber katırın sırtına vurmuşlar.

Katır zaten eşeğin anırasının geldiği günden beri ona iyice kinlenip duruyormuş. Hem o güzelim otlaktan olmalarına sebep olmuş hem de şimdi sırtına yük…

Çaresiz yüklenmiş katır.

Az gidip, uz gidip dere tepe düz giderken yolları çok yüksek, uçurum kenarından geçen bir yola düşmüş.

Bir tarafı dağ, diğer tarafı uçummuş yolun. Pek sarp pek kayalıkmış.

İlerlerken katır sesini eşeğe duyuracak şekilde, benim zıplayasım var, demiş. Eşek anlayamamış ilk başta. Kulaklarını kabartarak, ne dedin katır kardeş, demiş.

Katır ona karşı kinli ama eline bir fırsat geçmiş olmasının da verdiği rahatlıkla sakin sakin tekrarlamış sözünü: “Benim zıplayasım var.”

Eşek aşağıya bir bakmış, başı dönmüş, gözleri kararmış. Buradan düşerse paramparça olacağını çok iyi anlamış. Başlamış katıra yalvarmaya:

Aman katır kardeş, yaman katır kardeş, sen zıplarsan ben düşerim, düşersem bu uçurumdan paramparça olurum. Birazcık dayansan ne olur. Düz bir yere gidelim istediğin kadar zıpla, demiş ama nafile.

Katırın kini varmış ama içi de doluymuş:

Hatırlasana eşek kardeş, biz seninle ne güzel yerde rahat rahat yaşayıp gidiyorduk. Yeşili bol, otları taze, gökyüzü mavi bir çayırlıkta, suları billur gibi temiz, bal gibi tatlı bir diyarda yaşayıp gidiyorduk. Ama sen ne yaptın, inat edip anırdın ve bizi bu hallere düşürdün. Bütün bunlar da yetmezmiş gibi bir de sırtıma yük oldun. Kusura bakma benim de zıplayasım var, seninki inatsa benimki katmerli inat, demiş.

Der demez de başlamış zıplamaya. Eşek yüküyle beraber düşüp o yüksek uçurumdan aşağılara yuvarlanmış ve paramparça olmuş.

At sahipleri de çaresiz at sürüleri ile birlikte yollarına devam etmişler.

***

Değerli dostlar, bu masalı küçükken dedemden dinlemiştim. Hiçbir zaman unutamadım.  Her vesileyle hatırladım, zaman zaman da bazı olayları izah etmek için kullandım.

Bugün ise her zaman gündemimizde olan ama son zamanlarda bir dönüm noktası yaşayan Filistin meselesi vesilesiyle aklıma geldi. Belki de ilk defa biraz da kurgulayarak yazıya geçirdim bu masalı.

Şimdi geleyim vaziyetin izahına. O katır ile eşek ABD ile İsrail’dir.

Uzun yıllardır, kendi marifetleri ile değil, belki bizim miskinliğimizden dolayı, dünyanın en güzel nimetlerini tüketip, semirip duruyorlar.

Tabi bu ikili bu masaldaki hayvanlar kadar masum değiller.

Hem semiriyor, hem sömürüyor hem de yakıp yıktıkları, fitne ateşine saldıkları dünyayı seyredip geviş getiriyorlar.

Zulümlerine zulüm, servetlerine servet katıyorlar. Şimdi ise daha da ileri gidiyorlar.

Birtakım sapkın Siyonist inanışlar ve kurgulamalar ile büyük hayaller peşine düşen İsrail terör yapılanması, şimdi de bütün dünyayı kendisine köle yapıp semirmeye devam etme derdine düşmüş.

Hikâyedeki katır ABD’dir. Yer içer semirir ama başına gelenler hep eşek İsrail yüzündendir.

İsrail bütün dünyayı saran sapkın Siyonist çeteleri sayesinde parayı ve gücü yönetiyor maalesef. Ama insanlık sadece para ve güçten ibaret değil. Bir gün bir devrim olur, parayı da gücü de alır ellerinden. Bütün mesele insanlığın uyanıp bunların içinde olduğu nimeti fark etmesine bakar.

Bu daha çok uzun bir süreç diye düşünüyordum ama İsrail eşeği erken anırdı.

Siz bakmayın sesin Amerika’dan geldiğine. Anıran İsrail’dir.

Amerika’nın eli mahkûm. Ne de olsa aynı otlakta otluyorlar. Ama ne çare ki İsrail anırmaya devam ediyor ve bu durum ebetteki ABD’yi de zor duruma düşürüyor. Milletler onu da İsrail ile birlikte suçlu görüyor.

Peki, nereye kadar sürecek bu gidiş?

Onu bilmem ama çok uzun değil kanaatimce.

Amerika Katırı da nihayetinde bir noktada bıkacak ve bir uçurum kenarında zıplayası gelecektir.

O zaman siz görün bu iki kafadarın halini.

Bilhassa insanlık uçurumundan düşen eşek İsrail’in paramparça olmuş vaziyetini…