Dünya 2 binli yıllarını yaşıyor. Tarihçilere göre dünya varsayılandan daha yaşlı ve on bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Türkçe konusunda duyarlı yazılarıyla tanıdığımız rahmetli Oktay SİNANOĞLU’ na göre Türklerin ise beş bin yıllık bir geçmişi var. Atalarımız değişik coğrafyalarda at koştura dursunlar yaklaşık bin yıl önce bu günkü yaşadığımız toprakları yurt edinmeye başlamışlar. Hatta bir taraftan Avrupa’ya, bir taraftan Ortadoğu’ya, bir taraftan dünyanın diğer bölgelerine göçler olmuştur. Büyük bir mekânda, farklı ve zengin kültürler ile kendi milli kültürünü yoğurma ve kendine has bir ruh oluşturmayı başarmış çok az sayıda milletlerden olan Türklerin tarihte 16 devlet kurduğu söylenmektedir. Son bakiye denilen ve yaklaşık 90 yıl önce kurulan devletimiz zengin kültüre, köklü geleneklere rağmen farklı dönemlerde çok önemli badireler geçirmiştir. İbn-i Haldun Mukaddime’ sinde devletleri insanlara benzetir, her insanın bir ömrü vardır ve vakti geldiğinde bu süre sona erer der.Fakat insanlar gibi devletlerde nesilden nesile devam eder. Dünyanın en uzun ömürlü devletlerinden birini, Osmanlı devletini kurmuş ve 622 yıl yaşatmış ecdadımız, tarihin her döneminde varlığını hissettirmeyi başarmıştır.

Tarih kayıtlarında mazlumların hamisi olan büyüklerimiz zulmedenlere hep karşı         durmuş, mazlumları koruma ve kollamayı varoluşunun önemli bir şiarı saymıştır. Fatih’in İstanbul’u fethinden önce Bizans’ta yaşayan yerli halk “kardinal külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederiz” derken bu manidar gerçeği ifade etmişlerdir. Nizam-ı Alem ülküsü taşıyan cihana adalet getirmeyi amaçlayan bir milletin ferdi olmak ne güzeldir. Oysaki bu gün dünyada hükümdar olan eşkıya devletler ve onları yöneten kuklalar her tarafı kan gölüne çevirmiştir. Ürettiğini satmak, sermayeyi elinde tutmaktan başka insani bir hedefi olmayan şer güçleri kendi saadeti için mazlumları mağdur etmeyi, zayıfları sömürmeyi marifet bellemiştir. Paraya çevrilebilecek her şeyi ele geçirme savaşının verildiği dünya da hırstan gözü dönmüş görmeyen gözler, duymayan kulaklar çoğalmıştır. Denizlerde büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir dünya da kan, göz yaşı ve acı mazlum insanların kaderi olmuştur. Bu kaderin değişimi için olması gereken mücadele ruhunun son iki yüz yılda oluşmadığı dünü, bu günü ve yarını bilen herkesin malumudur.Dünya huzur ve barışı hakim kılacak yeni bir kahraman bekliyor.Kahramanları çıkarabilmek için önce halkın aklen ve ruhen hazır olması gerekir.

Çevresinde gördüğü küçük hataları düzeltme cesareti taşımayanların büyük değişimi sağlayacak kahraman beklemeye hakları olmayacaktır. Ortak sorunlarımız için ortak aklımızı kullanmadıkça şikâyet ettiklerimiz de ortadan kalkmayacaktır. Bir yanlışa rastladığımızda başımızı çevirip bana ne diyorsak hastalık her yana yayıldığında serzenişte bulunmaların bir anlamı olmayacaktır. Yoldaki zararlı bir taşı yerinden kaldırmayanların ne taştan şikâyetleri nede bilmeden arabasını taşa çarpanların vebalinden kurtulmaları imkânsızdır. Gideceği yolu bilmeyene hiç kimse yardım edemez. Hayat inişli çıkışlı yolların olduğu ve zahmetle rahmetin iç içe geçtiği çetrefilli bir süreden ibarettir. Beş dakika sonrasının garantisi olmayan bir yaşamda fırıldak olmanın düne getireceği zevalden başkası olamaz. Bu günlerin huzuru ve mutluluğunu dünlerdeki çileli ve zahmetli çalışmalara borçluyuz. Zor ve fırtınalı bir hayatın kahramanı olmayı değil de olayların içinden bir kahraman çıktığında onu alkışlamayı seçmek ruhunu satmak olsa gerek.

Dünyanın etkin güçlerinin kullandığı felsefenin kurucusu olan İtalyan düşünürü Machıevel­li 1469-1527 yılları arasında yaşamış devletin ya da devlet adamının, özellikle dış ilişkiler söz konusu olduğunda, ülkesinin yararına olabilecek her eylem ve hareket tarzının meşru olduğunu, amacın aracı meşrulaştırdığını dile getiren politik il­kesi ya da her türlü ahlak ilkesini hiçe sayan siyasi görüşünün son kullanım tarihi geçmemiştir. Böyle bir dünyada insanın kahraman beklemesi kaçınılmaz ancak kahraman olmayı düşünmemesi de çok önemli bir eksikliktir. ([email protected])