Dün bürokratik cumhuriyetin ceberut uygulamalarından söz edilirdi, bu gün kamu görevi yapanlara sınırsız hakaret ve saldırılar yapılıyor. Eskiden ezik vatandaş devlet memuruna karşı hakkını arayamazken bu gün vatandaşın ezdiği kamu görevlilerinin bunalımları gündemde. Önceleri devleti ardına alıp vatandaşa her türlü muameleyi  yapmayı mubah sayan zihniyet değişti, şimdilerde hakkını ararken memurun imanını gevreten vatandaşlar çoğaldı. Kısacası devletin memuruna, kamu görevlilerine   her türlü hakaret, her türlü iftira, her türlü saldırı serbest iken vatandaşa yan bakanlara psikolojimi bozdu diye manevi tazminat davaları açılıyor.

Yıllar önce öğretmenden, polisten, askerden dayak yiyen kişiler bu gün sade vatandaş oldular ve sanki dünün öcünü alıyorlar. Öğretmen, doktor, polis, asker, kamu görevlisi dövüyorlar. Dünün mağdurları bu günün mağdur yaratanları oldu.1980 darbesinden sonra ülkemizde başlayan dünyaya açılma hamleleri kişisel hak ve özgürlüklerin alanını oldukça genişletirken, insan hakları mücadelesi kendi alanının dışına çıkarak başka insanların haklarını gasp eden bir zulme dönüştü. Hak ararken başkalarının hakkını elinden almak ve yanlışı başka hatalarla örtbas etmeye çalışmak hiçte masum değildir. Hak ve güç denkleminde dün devlet için gücünü halkını terbiye etmekte kullanan zihniyet gitti yerine kamuyu terbiye etmek için kişisel tüm taarruzunu yapan vatandaş geldi.

İfrat tada tefrite de sınır tanımayan, doymayan insanımız kaş yaparken göz çıkardı. Özgürlüğü yalnız kendisi için isterken başkalarını yok sayan bir anlayış inşa edildi. Ben varsam her şey benim için olmalı anlayışı zihinlere kazındı. O kadar bencilleştik ki bizim olmadığımız cennet yok, bizim olmadığımız dünya cehennem. Egomuzu şişiren rüzgârlar estikçe esti, hormonlu arzularımızı öyle şişirdi ki dev aynasından boy aynasına bir türlü gelemedik. Dünya adaletin peşinde koşanlarla gücün peşinden koşanların meydan savaşına sahne olmaya devam ediyor. Bu savaşın kazananı zaman zaman değişse de mücadele hiç değişmiyor.

Suç ve ceza terazinin iki kefesi gibi denk olmayınca adalet sağlanmıyor. Suçlayanların ispatlama yükümlülüğü, şüphelinin kendini savunma hakkı bir tarafa sevgi ile nefretin duygularımızda ve davranışlarımızda oluşturduğu yönlendirme hatalar yapmamıza sebep olabiliyor. Son pişmanlık ise fayda vermiyor. Bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletten alıkoymasın ikazı da bu yüzden. Bir kişi, bir kurum veya bir durum ile ilgili söz söylerken sahip olduğumuz ön bilgilerin bizi sadece gerçeğe götürmesi çok önemlidir. Dünya adaletle dönerken, güneş ışıklarını herkese karşılıksız sunarken insan evrende var olan bir düzenin içinde kendine ait bir dünya kurmaya çalışıyor. Çağının özelliklerini yeniden yoğurarak yeni çağlara taşıyor.

Dünyanın her yerinde devlet teşkilatlarında bir kısım kişiler belli kıstaslardan geçerek devlet adına kamu görevini yürütür. Bunun karşılığında vatandaşlardan alınan vergi ve devletin diğer gelirlerinden payına düşen maaş ve ücreti alır. Kamu görevlisinin kendine verilen görevleri önceden belirlenen kurallar içinde yapması, idari ve adli makamlara yaptığı işlerden dolayı sorumluluğu esastır. Diğer taraftan da yapılacak her türlü iftiralara ve saldırılara  karşı devlet memurunu korumakla mükelleftir. Son yıllarda vatandaş şiddetine maruz kalan polislerin, doktorların ve öğretmenlerin artması devletin memuruna sahip çıkmasındaki mükellefiyetini tam yerine getiremediğini gösteriyor. Gezi parkı olaylarında zirveye çıkan bu durum başbakana kadar ağır hakaretlerin yapılması kamu görevini yapanların maruz kaldığı ağır saldırının en bariz örneğidir. Biz polisinden, askerinden ve öğretmeninden dayak yiyen vatandaşta istemiyoruz, doktorundan azar işiten hastada. Fakat kamu görevi yaptığı için her türlü saldırıya uğrayan kamu görevlisi de istemiyoruz. Kısacası devlet vatandaşına hizmet ederken gösterdiği ehemmiyeti hizmet verenlere de göstermelidir. Aksi durumda şu soruyu sormak vacip olur. Bu ülkede kamu görevi yapmak suç mu?([email protected])