Yıllar önce bir arkadaşımın kendi tercüme ettiği bir kaç kitabını hediye etmesiyle başladı herşey. Daha doğrusu taşlar yerine oturdu dememiz gerekir. Yine yıllar önce bir Yugoslav filmi izliyorum. Filmde Tito’nun askerleri Hitler vari bir selamlama ile ve baskıyı hissettirecek şekilde davranışlar ve özelde alaya alınan Tito için dışarıda göz kırpmadan kendi vatandaşı olan insanların öldürülmesi göze çarpıyor. Filmi izlediğim dönemde Irakta Saddam, Suriyede Esad, Mısırda Mübarek ve Türkiyede bir şekilde seçilmiş bir Cumhurbaşkanı başta idi. Tümünün zihniyetinin aynı olması bir tesadüf olamayacak kadar bariz bir durum idi. Hepsi aşırı sol (Baasçı ve Kemalist) zihniyete mensup yöneticiler. Tam da Batı’nın istediği gibi.

          Arkadaşımın verdiği kitaplardan biri Vali Nasr isimli Pentagon danışmanı ve İran asıllı ABD'li şahsa aitti. Hatta bir çok Türk okurun da tanıdığı Seyyid Hüseyin Nasr’ın oğlu sanıyorum,. Bu kitabı okumak şansını yakalamış olmayı çok önemsiyorum. Çünkü kitap neredeyse tamamen Türkiye’den bahs ediyor. Ülkemize gelmiş hem bizim Kayseri, Antep gibi sanayileşen illerimizi gezmiş hem de ardından diğer komşu İslam ülkelerini gezmiş. Adam akıllı bilgi toplamış ve adı geçen eserde tüm bunları bir danışman olarak ve ülkesinin menfaatleri çerçevesinde eserine yazmış. Büyük ihtimalle hususi ve mahrem bilgilerin bir çoğu yayınlanan nüshada mevcut değildir. Ancak bu şekliyle bile bir çok açıdan yararlı ve önemli bilgiler ihtiva ediyor olduğunu söyleyebilirim.

          Öncelikle bizde anadolu aslanları gibi ekonomik ve yerel şirketlerin gerçek değeri ve gücü nedir onu araştırmaya yönelik bir çalışma olduğu izlenimi veriyor olsa da topyekün bir milletin eli, ayağı nasıl bağlanırın bilgilerini toplamanın gayreti içerisinde olduğunu kolayca anlayabilirisiniz. Konumuz gereği o detayları geçerek asıl meseleye dönüyoruz.

          Yazarın ısrarla vurguladığı ifadelerden Kemalizm ve hatta Türkiye’den İran, Irak, Suriye ve Mısır’a ihraç edilen şekliyle kullanışı. İran Kemalizmi ya da Mısır Kemalizmi diye ifade edişi çok manidar. Hem de kendilerinin önce Türkiyede uyguladıkları ve başarılı olunca diğer ülkelere ihraç ettikleri anlamında kullanıyor. Öyle ki bu ihracın şimdilerse ılımlı islam çalışmasının öncülü ve örneği olabileceğinden bile bahs ediyor. Sonra da Amerikaya tavsiyesini paylaşıyor ve diyor ki ‘’Amerika bu yeni yapılarla yani Arap baharı sonrası iktidarları alan islamcılarla çalışmanın bir yolunu bulmak zorunda’’. Çünkü bu ülkelerde ki monarşik kral ya da kemalist sistem yöneticileri yani totaliter iktidarlar ile ortaklıklar Amerika’ya olan güveni zayıflatmış ve zayıflatmaya da devam ediyor. Hatta artan bir düşmanlık bile söz konusu olabilecektir ki özellikle de bunun önüne geçilmelidir.

          Şimdi Pentagonun danışmanını bir kenara bırakalım da biz kendi işimize bakalım. Bizde ya da diğer İslam ülkelerinde yıllardır neden bu zulüm sistemlerinin uygulandığını merak edenler birinci ağızdan bu itirafları duyduktan sonra da hala tecahül-i arif yapmayı sürdürecekler mi acaba. Geçenlerde tam da bu konuda bir yazı kaleme almıştı Kenan Alpay kardeşimiz. Gördüğüm kadarıyla yeteri kadar durumu ifade etmiş. Ancak ilaveten sorulacak sorular ve verilecek bazı cevaplar var gibi geliyor bana.

          Mesela bu ülkede kurulalı beri var olan fakr-u zaruret halinde ki insanlar bu tipleri hiç alakadar etmiş midir. Var olan her şeyini savaş yıllarında kaybetmiş bir millet açlık ve yoklukla boğuşurken ellerinde kalan son gücü olan inancını müsadere ederken vicdanları hiç sızlamış mıdır. Ya da aslında Marksist ve Leninist olmalarına ve kurucu irade olan Kemalizm, Komünizme savaş açmış olmasına rağmen celladına aşık olmuş marksistler aynı zamanda nasıl kemalist oluverdiler. Sanki zengin olmanın tadına iktidar vasıtasıyla ulaşmış olduklarında kapitalizme aşık oldukları gibi güç sahibi olunca da Kemalizme aşık olmuşlar gibi.

          Böyle bir anlayışın, insan değerini bilmek ihtimali olmayan bu güruhun adalet vb değerleri tanıyarak millete hizmet üretmeleri mümkün müdür. Ve Kemalizm boyunduruğu daha kaç yıllar boyunca bu milletin boynunda asılı kalacaktır. Sorulacak o kadar çok soru var ki. Bir kişi yetkisini kullanarak terör örgütü mensubu yüzlerce katili sokağa salarken ''Kemalist darbe 28 Şubat'' mağdurlarının affedilemiyor olması veya en azından yeniden yargılanmalarını sağlanamaması nedir / ne demektir? Örneğin Türkiye’de hala meşruiyet kaynağının ve ideal devlet anlayışının ve mllet hedeflerinin değişmediği bir gerçek değil mi?

          Ülkemizde tartışılması teklif dahi edilemeyen maddeler ya da devlet temelleri var mıdır?

          Ülkemizde dokunulası mümkün olmayan kişiler var mıdır?

          Milli hedefimiz hala muasır medeniyetler seviyesi midir?

          AB üyeliği ve Batı milli idealimiz midir?

          Batıdan gelen her şey kutsal Doğudan gelen her şey sorunlumudur bizim için?

          Kemalist ideoloji hala en temel değer midir?

          Tam manasıyla özgürlüğü ne zaman tadabileceğimiz ile ilgili merak sınırlarını zorlayan endişelerim var benim. Herhangi bir iktidar değişiminde kanun olmadan da ya da kanun çıkararak ne tür mağduriyetlerin geri döneceği ile ilgili endişelerim var. Kemalistler ev sahibi olduktan sonra bizim evde ki mobilyaları değişme yetkimizin olması kiracı refleksi değilse nedir. Yapılan bir çok hizmet ya da icraatte ortaya çıkan agresif kemalist tepkilerden sonra yahu yanlış anladınız aslında biz öyle demek, yapmak istememiştikler ne zaman bitecek.

          Yasal düzenlemelerde bile aynı zümrenin baskısının devam ettiği düşüncesine katlanamıyor olduğumu ifade etmek isterim. Sadece Referandum ile kazanılanlara sahip çıkabiliyor olduğumuz yalan mı? Hatta utanmadan aynı zihniyet tekrar tekrar gayri meşru saydığını ilan edip duruyor BUZ gibi referandumdan çıkan Evet gerçeğini. Aslında bazen anlamıyor yahu bunlar dediğimizde bile salağa yattıklarını görmek içimi ürpertiyor.

          Mevcut durumda sokakta, evde, işte ve hatta mabedimizde bile onların baskın tavrı altında olduğumuz hissi devam ve deveran edip duruyor. Kimi zaman Ezanımız, kimi zaman giyim kuşamımız, kimi zaman evde izlediğimiz televizyon aracılığı ile inancımız aşağılanıyor, yargılanıyor. Tuhaf ve can yakıcı olanın bu ve benzeri şeylerin hemen herkesçe kanıksanmış olmasıdır. Bizi her geçen gün kendilerine benzetiyorlar. Ahlakımızı bile değiştiriyorlar.

          Bir otobüste erkeğin yanına oturmadığı için tesettürlü bir hanımefendiyi yadırgayabiliyor insanlar. Ve bunu dile getirebiliyor birileri ama itiraz edemiyor kimse. O ahlaksız insanı uyarırken ben bile herkese saygı duymak gerekiyor demiştim sadece. Halbuki o otobüste bayan yanına oturmaktan çekinmeyen hatta belki de keyif alanlar bile vardı. Hem de onlar da acayip derecede müslümandı belki de. Ama o ahlaksız yargılayıcı kemalist kafaya destek olmuşlardı sessiz kalarak.

          Ne dünya ne de Ukba (bilmeyenler için yazayım Ahiret demek) adına yapacağımız şeyler bitemez ve biz bu toplumun umudu olmamız gerekirken değişemeyiz, dönüşemeyiz ve bozulamayız. Buna hakkımız yok hesabını veremeyiz.

          Allah Çarpar…

          Vesselam

          Cevat YEK

          10 .07.2017 23:36