Bu günlerde Kıbrıs ile ilgili bir çok kişinin detaylarına çok vakıf olamadığı iki tür ifade kalıbı ile muhatap olduğunu düşündüğümü itiraf etmeliyim. Bahsettiğim detaylardan maksat kim niçin bu ifadeleri kullanıyor kısmı. Yoksa yakinen biliyorum ki birinci ifade bizzat Bakan Çavuşoğlunun bulunduğu müzakere ortamında bulunan ve sağlam bir kaynak. İkinci ifade ise TRT’ de yayınlanan ‘’Doğrusu ne’’ programından. Bunlar bir şekilde piyasada dile getirilecek ve bir çok kişi bu çerçevede değrelendircek konuyu. Birinci ifade;

          -Yunan bakan; Çavuşoğlu bizimle resmen kafa buldu. O kadar kendinden emin, tavizsiz ve dolu dolu idi ki söyleyecek, yapacak hiç bir şeyimiz kalmamıştı. İkinci ifade:

          -Türk tarafı görüşmelerin olumlu olması için elinden geleni yapmasına rağmen Rum tarafı bu işi çözümsüzlüğe taşıdı. Kıbrıs Ortodoks Kilisesinin arzusu yönünde ‘’En iyi çözüm çözümsüzlüktür ’’ tavrı vardı. Zaten Rum Kesiminde üç parti adı geçen kilisenin fikrinde sadece bir parti çözüm istiyor.

          Şimdi meselenin tarihi gelişim seyrine de bir göz atalım. Dönemin Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan Kıbrıs meselesinin ülke sathında siyasi olarak gerçek sahibi ve kahramanı olmasına rağmen bu pek bilinmiyordu. Ya da isteyen istediği gibi bilir idi. O ise sadece milleti ve ülkesi için istediği ve işlediği işin olmasını hedefleyip övüncünün peşinde koşmayan kararlı ama mütevazi bir şahsiyettir. Bir çok insan Başbakan yardımcısı olması dolayısıyla işin netice itibariyle haklı olarak Başbakan’dan bağımsız ve habersiz olamayacağını savunanlar da olmamış değildir. Halbuki işin rengi öyle bilindik vaziyette değildir.

          Kıbrıs Türk’üne yapılan eza ve cefa son haddine varmış olmasına rağmen kendine, tarihine, ülkesine, milletine ve askerine inanan güvenen bir lider olmadıktan sonra ancak seyretmekle yetinilmiş ya da sesi kimselerce duyulmayacak şekilde etmeyin eylemeyinler dile getirilmiş olmakla kalınmıştır uzun yıllar boyunca. İnönü döneminde gemiler yüklendi Jhanson’un mektubu üzerine İskenderuna dönüldü. Demirel ise Mersin’e indirmişti yola çıkan askeri. Anlayış ya da hoş görü imkanı kalmayan bir katliam yapılıyordu. Hatrılayanlar olacaktır tıpkı Bosna savaşı yıllarında olduğu gibi. Ya da devam edegelen Suriye meselesinde olduğu gibi. Siz çıkıp Kıbrıs harekatını yapmasaydınız, ya da Fırat Kalkanını söylenin, dövünün durun. Kimin umurunda. Kıbrısta binlerce Türk katledilirken tek bir karar almamış olan BM; harekatın hemen ardından toplanıyor durdurun diye karar alıyor. O zamanlarda kurulmuş olan Türk Mukavemet Teşkilatı ve Rauf Denktaş Kıbrıs'ta  Bosna’da ki Aliya İzzet Begoviç ile aynı kaderi paylaşıyor. Ve her iki ülkenin bağımsız bir ülke olarak kurulmasında Hoca’nın katkısı bizzat bu iki şahsiyet tarafından ifade edilmiştir. Ancak mesele böyle şip şak anlatıldığı kadar kolay gerçekleşmemiştir.

          Sayın Başbakan; İngiltere Kıbrıs ile ilgili garantör ülke olması dolayısıyla oraya ziyaret gerçekleştirirken hazırlıkları başlayan bir Harekat’tan söz ediyoruz. Daha havalimanında Ecevit uçağa biner binmez Genel kurmay başkanı Org. Semih Sancar Sayın Erbakan bir görüşme yapabilir miyiz diyerek ilk hamleyi yapar. Görüşmede Başbakan vekili olduğu için daha önce yaşanan geri dönüşlerin olmayacağı ve kesin müdahalenin olacağı acil harekat gerektiği ve bu emri vermesi beklentisi dile getirilir. Zaten asıl hedefi tüm adayı almak olan Erbakan gerekli hazırlığın yapılması talimatını verir. Ecevit Kıbrıs’a ortak harekat yapmak üzere İngilterede iken başlatılmış olan operasyon hazırlıkları tamamalanmıştı. Oradan döner dönmez Chp’nin ikna edilmesi süreci ve başlatılan hazırlığın operasyona dönüşebilmesi söz konusudur. BM kararı dolayısıyla bu operasyonu durdurmak yani ateşkes için çırpınan Ecevit alınan şartlı ve geçici ateşkes kararını erken (Saat 10:00 da) açıklamasına rağmen birinci askeri harekatın kendi hedefleri gerçekleşmemiş olması dolayısıyla yedi saat sonra ateşkes ilanı. İlk harekatın üçüncü günü 22 Temmuz 1974 saat 17:00.

          Rahmetli Erbakan Kıbrıs’ın tamamını almayı düşünür. En azından Hala Sultanın kabrinin bulunduğu Larnaka’yı da almak gerekir diye diretir. Tam bu esnada asgari hedef olan Yeşil hattın öncesinde asla durulmaması gerektiği bilgisi hem askeri kanattan hem de Milli Selamet grubu tarafından ısrarla ifade edilince razı olunur. Şimdi Cenevre’de ki görüşmelerde anlaşma için öne sürülen maddeleri Rumlar kabul etmemişlerdir. Erbakan hem bunu bekler hem de ister. Çünkü talepler asla Türkiye’nin lehine değildir ve olabildiğince basittir. Dış işleri bakanı oyalanmaya çalışıldığını anlayınca toplantıyı terk eder.

          Görüşmelerden netice çıkmayacağı anlaşılınca ‘’Ayşe tatile çıksın’’ şifreli talimatı ile tekrar ikinci operasyon (14 Ağustos) ile 3 gün devam edilir hedefte ki yeşil hatta ulaşmak için. Yeşil hatta ulaşılmış olması kalıcı olabilmek için olmazsa olmaz şarttır. Nihayet hedeflenen güvenli bir bölge ye ulaşılır ulaşılmaz durdurulur operasyon. Tam da burada çok mühim bir anekdotun paylaşımı gerekmektedir.

          Kıbrıs Federe Devlet Başkanı Papaz Makarios'u cuntacı Rumlar devirdiğinde adada EOKA'cı Rum militanlar, Müslüman Türkleri toplu katletmeye başladığında buna Milli Görüş'ün ortak olduğu koalisyon hükümeti karşı çıkmış ve Şanlı Barış harekatını başlatmış, kahraman ordumuz bunu zaferle tamamlamıştır. Devrin Başbakanı Bülent Ecevit bunu daha sonra Adalet Bakanlığı yapan Prof. Dr. Hikmet Sami Türk'e anlatmıştır. Yine o sırada İskandinav ülkelerine giden Bülent Ecevit'in Esenboğa Havalimanı'ndan uğurlanışının ardından Başbakan vekili olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, devrin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'a "harekâtı derhal başlatın" emrini vermiştir. Bu emrin alınmasından yarım saat sonra "ABD'nin 6. filosunun İtalya'dan Akdeniz'e açıldığı" şeklinde bir istihbarat gelmiştir. Bu istihbaratı duyan Erbakan yine Esenboğa Havalimanı'nda pilotlara hitaben bir konuşma yapmıştır. Toplam 173 pilot U şeklinde sıralanmıştır. Ortada Erbakan'ın yanında Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları vardır. Erbakan, 6. filonun 15 parça gemiden, en büyüğünün ise Kennedy uçak gemisi olduğunu, her geminin bacasından bir pilotumuz dalış yapacağını, Kennedy uçak gemisine ise iki pilotumuzun kamikaze pilotları gibi saldırıp safdışı bırakacaklarını, bu nedenle 16 gönüllü pilota ihtiyaç duyulduğunu söylemiş ve  gönüllülerin bir adım öne çıkmasını istemiştir. Orada bulunan toplam 173 pilotumuzun hepsi derhal üç adım öne geçmiştir. Erbakan "İkinci emri bekleyin" deyince ve bundan 15 dakika sonra gelen ikinci istihbarat: "ABD'nin 6. filosu olduğu yerde demir attı" şeklindedir. Yani Erbakan Hoca’nın çelik iradesi ve Milli cesareti ABD’yi hizaya getirmiştir.

          Pilotlardan birinin ( Harekat sırasında şehit olan Cengiz Topel’e atfedilir.) ’’O altıncı filonun bacasından girer kapısından çıkarım. Yeter ki emir verilsin dediği rivayet edilmiştir.

          Yine dönemin karadenizli Deniz Kuvvetleri Komutanı’na; -Ne dersiniz Paşam yapabilir miyiz bu çıkarmayı diye sorulunca; - Yeter ki emir verin gerekirse tek başıma kayıkla bile yaparım çıkarmayı der. İşte bu inanç ve azimle kazanılmış bir Kıbrıs zaferi var. Bu sırda hükumet bayağı zor zamanlar geçirmiş ve bu yüzden bozulmuştur. Mesela ateşkes meselesinde Ecevit kendi başına hareket ettiği için Erbakan sert tavır koymuştur. Kıbrıs Türk devletinin ilanı ardından iskan meselesinde Maraş Erbakan’ın bilgisi olmadan boş bırakılmıştır. İşte tam da bu süreçte Bülent Ecevit mecliste ki konuşmasında;

          -Sayın Erbakan tıpkı Osmanlıda ki gibi kan döküp toprak alma sevdasındadır deyince; Cevaben;

          -Evet Sayın Ecevit’in de dediği gibi tıpkı ecdadımız Osmanlı gibi kardeşlerimizin, mazlumların yanında yer alıp milli menfaatelerimiz koruduk. Yoksa kan döküp toprak almak sevdası değildir bu.

          Bu Harekat sonrasında 75- 78 arasında Abd Türkiye'ye ambargo uygulamıştır. Bu arada kısa bir tarihi bilgi notu paylaşalım. ‘’Amerikan yöntemi, 1971'de Nihat Erim tarafından konulan haşhaş ekim yasağını kaldıran Ecevit hükümetine karşı bir soğukluk duyuyordu ve A.B.D.'nin bütün engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı da Türkiye'nin bu ülke ile ilişkilerini iyice gerginleştirdi. Harekat sonrası Kongre'de bir grup üye Türkiye'ye karşı silah ambargosu uygulanması yönünde girişime başladılar. Bunun için de A.B.D.'nin Türkiye'ye savunma amacıyla verdiği silahları Kıbrıs'ta kullanmış olmasını sebep olarak gösterdiler. Bu arada Kongre'de çıkacak herhangi bir ambargo kararını veto edeceğini ifade etmiş olan Başkan Nixon ise Watergate Skandalı yüzünden istifa etmişti. Sonuçta Amerikan Kongresi 5 Şubat 1975'te Türkiye'ye yönelik silah ambargosu kararını aldı. Türkiye'nin buna ilk yanıtı bir hafta sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kurulduğunu ilan etmek oldu. Daha sonra 25 Temmuz 1975'te Türkiye A.B.D.'ye verdiği bir nota ile 1969 tarihli Türkiye-A.B.D. Savunma İşbirliği Anlaşması'nı (Defence Cooperation Agreement) askıya aldığını ve ülkedeki bütün Amerikan üs ve tesislerinin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "kontrol ve gözetimi" altına girdiğini açıkladı. Bu gelişme sonucu başlayan görüşmelerde iki ülke arasında yeni bir uzlaşmaya varıldı ve 26 Mart 1976'da yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalandı, ama bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi silah ambargosunun kalkması şartına ve Kongre'nin onayına bağlanmıştı. Temmuz 1978'de KTFD Başkanı Rauf Denktaş'ın Maraş bölgesine 35.000 Rum göçmenin kabul edileceğini açıklamasıyla yumuşayan hava ve Başkan Jimmy Carter'in girişimleri sonucu ambargo 26 Eylül 1978'de kaldırıldı.’’

          Tarihleri özellikle koyu renkli olarak belirginleştirme dikkat çekmeye matufen yapıldı . Anlaşma yapıyorsunuz ve aradan geçen süre iki yıldan fazla ve bir taviz daha koparmadan olumlu adım atılmıyor. Bizim başımıza bizzat açtıkları musibet 15 Temmuz ve Fetö’nün iadesi konusunda olumlu bir adım beklemek saflık olur. Eğer Kıbrıs konusunda olduğu gibi elimizde bir tehdit unsuru yoksa sonuç almak hiç mümkün değildir. En azından İncirlik üssünün kapatılması ve Türkiye’de ki tüm Abd askeri üs ve tesisilere yönelik gerekli tedbiri almak gerekir. Hele bir de Suriye’de Pyd vb. unsurlara yaptığı destek ortada iken. Onların anlayacağı tek dil GÜÇ’tür. Aradan geçen uzun yıllar boyunca Kıbrıs davası dünyaya olması gereken düzeyde yani yeterince anlatıl/a/madı. Ve Türkiye Kıbrısın tanınması için dünyada hiç bir girişimde bulunmadı. Hatta tanımak isteyenler vaz geçirildi. Pakistan ve Bangladeş gibi. Rahmetli Ziya ül Hak özellikle Kıbrısı tanımak istediği zaman Evren engel oldu diye çokça konuşulmuştu.

          Şimdi de sanki Rumların reddi bizim işimize gelmiş gibi olmuştur. Daha doğru bir ifadeyle ‘’Doğrusu ne’’ programının ifadesi bu yönde olduğu izlenimi doğuruyor. Ancak geçen süreçte ve şu son dönemde gördüğümüz üzre artık Batının karşısında zayıf ve boynu bükük bir Türkiye yoktur. Ve Sayın Çavuşoğlu ise hem diplomasi konusunda hem de şahsiyetli ve Milli bir politika yürütme konusunda rüştünü ispatlamış bir bakan. Kendisini bu vasıfları dolayısıyla takdirle takip ediyoruz. Özellikle Avrupa ülkelerinin yaptıkları yanlışlara mütekabiliyet kuralları çerçevesinde tavizsiz duruşu tüm takdirlerin üstündedir.

          Netice olarak Türkiye / Türkler için Kıbrısta ki en iyi çözüm tüm Kıbrısın türk toprağı olmasıdır. Asgari çözüm iki devletli bir durum ki hali hazırda bu vardır zaten. Bundan geri adım atılamaz, atılmamalıdır. Yunanistan / Rumlar için ise tek çözüm Türklerin ölerek veya kendi isteği ile Kıbrıs’tan çıkmalarıdır. Başkaca bir durum onların işine de gelmez. Onlar rahat dursa İngiliz durmaz.

          Vesselam

          Cevat YEK

          19.07.2017 02:42