Dünya çok büyük dönüşüm içerisinde. Küresel güçler kozlarını yeniden paylaşıyorlar. Çarpışmanın merkezi ise yine aynı: Ortadoğu…

 

Tarih boyunca hep böyle olmuş. İnsanlığın doğuş yeri olan bu topraklar üzeride kan ve gözyaşı yüz yıldır sel olup akıyor.

Hak dinlerin hayata ve insana tam anlamıyla hâkim olmadığı zamanlarda bu topraklar hep kan kokar. Kim bilir bekli de yaradan bir mesaj veriyordur insanoğluna. Senin tek amacın dünya malı edinmek değildir, kendine gel, rabbini tanı ve onun emirlerine göre yaşa; ne de olsa sonunda ona döndürüleceksin, diyordur büyük ihtimalle.

Birazcık zayıfladı mı otorite, akın akın gelir haçlılar. Sürü sürü, takım taklavat, ekseriyetle serseri ve çapulcu takımları ile… Bir anlamda vahşi batı, pisliklerini de buralara dökmeye gelir.

Ne kadar karışırsa karışsın yine de sahipsiz değildir bu topraklar. Her seferinde bir Selahattin çıkarır bağrından. Kudüs’ler yeniden feth olunur, gözyaşı diner mazlumların, çocuk gülmeleri bastırır feryatları, kan kokusu gider, gül kokusu kalır.

Küfürle mücadele eden bahtiyar olur. Mesela Osmanlı’yı yüzlerce yıl buralarda yücelerde tutan, küffara karşı verdiği mücadelenin yanı sıra mazluma umut, zalime korku salmasıydı.

Selçuklunun dağılış dönemlerinde herkes kardeş kavgasına tutuşmuşken, en küçük kardeş olan Osmanlı, bütün enerjisini haçlı zalimlerine karşı mücadeleye harcıyordu. Sonunda Allah onları aziz eyledi, bahtiyar eyledi. Yüzlerce yıl dünyaya adaletle hükmettiler.

Son yüz yıldır Osmanlı’nın çekildiği topraklarda çocuk gülmelerinin yerini ana feryatları almış. Kardeş kavgası girmedik ocak, söndürmedik hayat bırakılmamış. Mazlumların feryadı arşı titretiyor. Haçlı sürüleri yüzyıldır cirit atıyorlar etrafımızda.

Hem silah satıp hem de kefen pazarlayarak bizi sömürürken; bütün zenginliklerimizi de çalıp götürüyorlar. Toprağı, havası ve suyu bereket fışkıran bu topraklarda fakirlik, açlık sefalet…

Ama bu sefer farklı. Haçlılar o meşhur gamalı haç desenli elbiseleri ile karşımızda değiller. Onlarla uğraşmak gerçekten çok zor. Bizim elbiselerimizi giyiyorlar, bizim gibi konuşuyorlar, bizden daha çok bizim gibi davranıyorlar…

Ya dini bir kisve ile hayır hasenat görüntüsü ile geliyorlar (feto örneği) ki bu milletin en hassas damarına basarak kandırıyorlar ya da kardeşlerimiz kılığında gelip (pkk teröristleri örneği)  hak hukuk, kültürel motivasyonları kullanıyorlar. Bu yüzden çok ama çok tehlikeliler.

Peki yok mu onları tanımanın yolu?

Var.

Onları tanımanın tek yolu tanrılarına dokunmaktır. Para kaynaklarına dokundunuz mu hemen belli ediverirler kendilerini. Başlarlar höykürmeye. Asıl olan, onların tanrılarına dokunabilmektir. O cesareti gösterebilmektir. O cesareti gösterebilecek birinin olabilmesidir.

Ne dersiniz, bu topraklarda yeni bir Selahaddin’in, bir Osman Bey’in, bir Fatih’in, bir Abdulhamid’in ortaya çıkma zamanı gelmedi mi?

Geldiyse kim?

Kim onların tanrısına dokunabiliyorsa o…

Kim onların “faiz” tanrısına düşmanlığını aşikâr edebiliyorsa o…

Kim onların “dolar”ına çomak sokabiliyorsa o…

Kim onlara karşı dik durabiliyor, zulümlerine “one minute” diyerek oyunlarını bozabiliyorsa o…

Kim dünya mazlumlarının sözcülüğünü yapabiliyorsa o…

Şimdi devrin Selahaddin’inden, Osman Bey’inden, Fatih’inden, Abdulhamid’inden yana olma zamanı. Hem de hiçbir menfaat gözetmeden, samimiyetle…

15 Temmuz direniş destanı, yeniden dirilişin kutlu muştusu oldu. Haydi, yeniden bismillah!

(Ailevi nedenlerden kaynaklanan bir aradan sonra yine beraberiz dostlar. İbrahim’den yana olmaya devam…)