Güven tek kullanımlıktır.Bir ayna gibidir,bir kez kırıldı mı hep çizik gösterir.Güven göz yaşı gibidir, gözden düştü mü bir daha geri gelmez.Hiç bir şey güven kadar güçlü değildir.Türkçe sözlükte güven “korku,çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” olarak tarif edilir.Luhmann’a göre güven “bir kişinin, karşı tarafın adil, ahlaki kurallara uygun ve öngörülebilir biçimde davranacağına ilişkin inancını temsil eder.” Malisster’e gör güven “bir kişinin başka bir kişinin sözlerinden,davranışlarından ve kararlarından emin olması ve bunlara göre hareket etme istekliliğidir.” Güven, ilişkide var olması gereken üç temel nokta sevgi-saygı-sadakat üçgenin tümüdür.Sevildiğimizi bilmek, saygı duyulduğumuzu bilmek ve buna koşulsuz inanmak, bunun yanında her açıdan karşınızdaki kişinin size karşı sorumlu olduğunu bilmek, size bazı açılardan sorumlu olmasıdır.Bir insana tamamen güvendiğinizde  iki sonuçtan birini elde edeceğiniz kesindir.Ya yaşam boyu bir dost ya da hayat boyu bir ders.

ABD’de yapılan bir araştırmaya göre çalışanların;%70’ i iş yerinde güven ve sadakatin azaldığını,%60’ı yönetimin dürüst,etik ve dosdoğru olmadığını,%50’si güven eksikliğinin iş yerlerinde bir sorun haline geldiğini düşünmekte, %70’i söylediklerinin geri tepmesinden korktuğu için susmayı tercih etmektedir. Birleşmiş milletlerin 2014 insani geliştirme raporunda (187 ülke arasında 69. Sıradayız.) yer alan bir araştırmaya göre Türkiye’nin “Topluma ilişkin değer algıları” ölçülürken “Diğer insanlara güveniyor musunuz? “sorusuna  gelen “evet” yanıtı yalnızca %8 dir.Başka bir deyişle toplumun %92 ‘si  diğer insanlara güvenmiyor.Ülke olarak maalesef güven bunalımı yaşıyoruz.Komşusuna, arkadaşına, akrabasına,eşine,çocuğuna, okuluna, öğretmenine, idarecisine güvenmeyenlerle birlikte biz bir şeyleri nasıl değiştireceğiz?

Çocuklarımız okusunlar diye okula gönderiyoruz sonra öğretmene güvemiyoruz! Öğretmenimiz okulunda idarecilerini güvenmiyor! İdareciler velilere, öğrencilere ve öğretmenlere güvenmiyor! Bu itimatsızlık, bu genel bulaşıcı hastalık toplumun bünyesini sarmış, almış başını gidiyor.Milli eğitimin uygulamalarına bakın birileri hata yaptığında hata yapanları cezalandırmak yerine yasak koyarak, yetki sınırlayarak sorunları azaltıyoruz.Örnek çok ancak şube açma/kapama yetkisi daha önceden okul idarecilerindeydi.Bazı idareciler sanal sınıf oluşturdu.Bu sınıfa sınır dışından kayıtlar yaptı ve bu durum ortaya çıkınca tüm idareciler potansiyel güvenilmez kabul edildi ve yetki ilçe milli eğitimlere devredildi.Şimdi şube açmak veya şube kapatmak için kaymakamlık oluru alınıyor.Bir sürü boşuna yazışma, bir sürü zaman kaybı oluyor.

Asıl sorunlar makamı olanlarda diyebiliriz.Sanki herkes birbirinin ayağını kaydırmak için varmış  algısı ile şüphe ve ön yargı aşılanıyor.İlköğretim okullarına genel bütçeden gönderilen ödenekler okullar tarafından değil, il veya ilçe milli eğitimler tarafından kullanılıyor.Yüzlerce, binlerce öğrenciyi,öğretmeni emanet ettiğimiz okul idareleri para harcamayı bilmezmiş gibi muamele görüyor.Yapılacak tamirat, alınacak donatım malzemeleri il veya ilçe tarafından alınıyor. Okullara zaman zaman velilerden zorla bağış alıyor muşsun? Yakalarsam ...! gibi mesajlar sıkça tekrar ediliyor.Toplum önünde öğretmenlik mesleği tahkir ediliyor.Yanlış yapanlar üzerinden yanlışa bulaşmayanlara mesajlar veriliyor.

Bir şeyin değeri,itibarı o şeye olan teveccühle ortaya çıkar.Bu gün eğitimi, okulu, öğretmeni, öğrenciyi önemsiyorsak bunu davranışlarımızla göstermek zorundayız.Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu mesleki tükenmişlik yaşıyor.Eleştirilmek, sürekli şikayet edilmek, kamuoyunda tahkir edilmek, toplumda ortaya çıkan bir problem olduğunda sebebin eğitimciler olduğunu söylemek insafa da, ahlaka da yakışmaz.Elbette eğitimcilerde hatalar yapabilir, fakat hata yapanlarla hata yapmayanlar mutlaka ayrıştırılmalıdır.Önce ailede, sonra milli eğitimde güven tesis edebilirsek var olan sorunlarımıza çözüm bulabilmek kolaylaşacaktır.Ne dersiniz? ([email protected])