Eski bir siyasi, ‘taylardan çektiğim kadar hiçbir şeyden çekmedim’ demişti. Taylardan kasıt da sonu tay’la biten yargı kurumlarıdır. Artık darbımesel olmuş bu sözü mevcut iktidara uyarlarsak herhalde şöyle güncellemek gerekir: 14 yıldır tay’larla sen’lerden çektiği kadar hiçbir şeyden çekmedi. Meseleyi MEB özelinde ele alırsak, Danıştay’la malum sendikaların aşkı MEB’in zaman zaman elini kolunu bağlıyor.

Danıştay, 14 yıldır, MEB’in hemen hemen her çıkardığı yönetmeliği iptal etti. Her iptalden sonra yeni bir düzenleme yapıldı, maalesef onlar da iptale uğradı. Türkiye’de yargı kurumlarının hangi saiklerle karar verdiklerini bildiğimiz için esasen şaşılacak bir şey yok. Vesayet dediğimiz şey de tam böyle bir şey işte. Zamanının egemenleri, vatandaşın iradesini dört bir koldan vesayet altına almış ve hâlâ kurumlar durması gerektiği noktaya çekilememiştir. Buradan çıkan sonuç şudur: Vesayetle mücadeleye devam…

Danıştay’ın kararlarından en çok, Yönetici Atama/Görevlendirme Yönetmeliği dolayısıyla daha çok da okul yöneticileri etkilenmiştir. İki malum sendikanın yargıya başvurması neticesinde iki yıldır müdür yardımcılığı atamaları yapılamamakta ve müdür yardımcıları geçici görevlendirme ile çalışmaktadır.

Bizdeki malum sendikalar çözüme değil, sürekli soruna endeksli bir kafa yapısıyla çalışıyor. Kazanımdan anladıkları galiba tek cümleyle şöyle: İktidarın çıkardığı her yönetmeliği iptal ettirelim de iktidarı iş yapamaz hale getirelim. İş ve işleyişteki aksamalar, eğitim çalışanlarının yaşadığı belirsizlikten kaynaklı stres umurlarında değil. Bir şeyde daha mahirler: Algı yönetimi. Sanki bütün bu kaosu MEB ya da yetkili sendika oluşturmuş gibi bir tavır içerisine giriyorlar. Şaşılası ama topu taca atıcı, karşı tarafı suçlayıcı söylemleri alıcı buluyor.

Malum sendikalara sorarsanız, her zaman liyakat, ehliyet, sınav vb. kelimeleri bir tekerleme gibi dillerinden düşürmezler. Hazır bakanlık müdür yardımcıları için sınav şartı getiren bir yönetmelik çıkarmış, memnun olsanıza. Yine yargının yolunu tuttular, yok efendim İnkılap Tarihi sorusu olmadan sınav yapılamazmış. Yargı da sanki onay makamıymış gibi haklısın diyor ve yürütmeyi durduruyor. Bakanlık da dava esastan görülene kadar bekleme kararı alıyor ve kendi haklılığını mahkemeye kabul ettirmeye uğraşıyor.

Hem yargı hem de malum sendika elini vicdanına koymalı. Binlerce insan uzun bir çalışma döneminden sonra objektif, yazılı bir sınava girmiş, öngörülen barajı geçmiş. Üstelik sınavla ilgili herhangi bir şaibe de yok. Sınavı kazananların sendikal dağılımı da üye sayısıyla doğru orantılı. Daha neyin peşindesiniz. Bu millet beşikten mezara kadar zaten İnkılap Tarihi dersi görüyor. Meseleye bu açıdan bakıldığında, maksadın üzüm yemek olmadığı net bir şekilde ortaya çıkıyor.

Binlerce müdür yardımcılığı sınavı mağduru meslektaşımız çözümü yine bizden bekliyor. Elbette biz üzerimize düşeni yaparız, yapıyoruz. Ancak sınav mağdurlarının yargı yolunu su yolu haline getirenlere bir şey demesi gerekmez mi? Gösterilecek tepki bundan sonraki tavırları üzerinde etkili olabilir belki. Yargıdan feragat ederek kendi üyelerinin de önünü açabilirler. İnatlaşma, inat sahibine bazen kaybettirir.

Yargı, 20. yüzyılın şartlarına göre karar verme anlayışından vazgeçmelidir. Toplumsal yönelimleri doğru okumalı, hizmetinde olduğu milletin beklentilerini karşılama gayreti içinde olmalıdır. Siz zamanın ruhunu yakalayamazsanız, zamanın ruhu sizi bir şekilde elimine eder.

MEB, elini rahatlatacak verilere sahiptir. Danıştay, esastan görüşme sonucunda da aynı kararı verirse, sınav kazananları mağdur etmeyecek şekilde değişikliğe gidecektir. Yargıyla yatıp yargıyla kalkan sendikalarsa her zaman olduğu gibi her açıdan kaybetmeye mahkûmdur.

 

Erol Ermiş

Eğitim-Bir-Sen İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı