Sanırım bu aralar Fethullah Hoca Efendi büyük sıkıntılar içinde. Neden olmasın ki, hergün yüzlerce hakaret ve küfür yağmur gibi yağıyor üstüne. Doğrusu sık sık vaazlarını dinlediğim bir adamın bu hallere düşmesine içim dayanamıyor.

İçinizden “bırak, yaptıklarının ettiklerinin ceremesidir, çeksin” diyenlere katılmam mümkün değil. Kul olarak hepimiz hatalıyız, düşmez kalkmaz bir Allah, biz kulların ayakları her daim tökezler. Kimse hataya düşmekten beri değildir.

Burada bazı hatırlatmaları yapmak istiyorum. Hoca efendinin Merhum Erbakan ile arası hiç iyi olmadı. Ben Mücahit lidere daha yakın biri olarak onun Hoca Efendi hakkında hassaten bir şey dediğini pek işitmedim. Ama Erbakan hakkında hizmet çevresinden çok olumsuz tutum ve davranışlara şahit oldum. Ve birçok şeyin “baş münafığın ekmeğine yağ sürmek” için yapıldığını gördüm. En yaralayıcılardan biri de 28 Şubat sürecinde Yalçın Doğan’ın karşısına oturup na hak yere Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı istifaya davet etmesiydi.( Bu arada 28 Şubat davası güme gitti. Bu davada Fethullah Hoca Efendi mutlaka ifade vermesi gerekiyordu)

Bir de o meşhur itiraf vardı: Gökten Cebrail gelse bana o partiye oy verdiremez. Gökten gelecek olan Namus-u Ekber, Cibril-i Emin yani Cebrail (As.); oy verilmeyecek parti de Refah Partisi idi. Sadece bu ifadeler bile Hoca Efendi’nin aslında “hoşgörü” ilkesinin kimlere yönelik olduğunu göstermesi açısından ibret almaya değer bir vakıadır.

Rahmetli Erbakan kendi partisinden ayrılan ekibin başka bir parti kurarak iktidar olmalarını katiyen benimsememiş ve onlar hakkında Milli Görüş gömleğini çıkardılar nitelemesinde bulunmuştu. Hoca efendi ve cenapları bu ithamı pek sevdiler ve Tayyip Erdoğan ile o yollarda “beraber yürüdüler, beraber ıslandılar” ta one minute kıyamına kadar. O eylem gösterdi ki gömlek çıksa da altta Milli Görüş fanilası bütün haşmetiyle duruyor. Bu tarihlere birinci kırılma noktası olarak geçti.

Mavi Marmara hadiseleri, her şeyin çıkarılan gömlekle çıkıp gitmediğini “fanila asaleti”nin olduğu gibi devam ettiğini bir kere daha ispat ederken karşı tarafta bardağı taşıran son damla olarak algılandı ve karar verildi. Türkiye, Kasımpaşalı ve avenesinden kurtulmalıydı. Planlar yapıldı, ittifaklar akdedildi ve operasyonlar dönemi başladı. Sonrası herkesin malumu.

Olanlar ABD’nin Cemaati itibarsızlaştırma operasyonu mu?

Şimdi soralım:
Dershane meselesi seçim sonrasına ertelenmişken, neden bu operasyonlar başladı?
Bu son operasyonu gerçekten yapan cemaat midir? Değilse işin bu noktaya geleceğini, birilerinin hükümetten intikam için işlem yapıp, suçu cemaate yıkacağını düşünmemiş midir?
Seçim öncesi başbakan ve hükümetin mesaisini barış süreci ve seçime vermesini engellemek ve başarısız olmasını sağlamak cemaate ne kazandırır?
Cemaat yoksa dilediğini hükümete getirip dilediğini indireceğini mi düşünüyor?
Küresel güç olmak Anadolu seçmeninin kararını ne kadar etkiler?  Cemaat neden 2014 de atanacak 50 bin kadroya adam yerleştirip eğitimin tamamına hakim olmak yerine hükümetle mücadeleye girişmiştir?
Cemaat halkın gözünde itibar kaybederse, yurt içi ve yurt dışı finansmanını zengin işadamlarıyla nereye kadar götüreceğini hesap etti mi?

 Yargıya, savcılara demediğini bırakmayan CHP, neden anında operasyonu destekleme kararı alarak kriz masası oluşturdu?

Neden sanatçılar ve CHP, “Sorun siyaset sorunu değil, rejim sorunudur” vurgusu yaparak sandıktan elde edemeyecekleri başarı için başka yollara yöneldiler?
Olaylar sonunda kim ne kazanacak?
Bu işlemlerde İran’a ambargonun delinme şüphesinin etkisi var mı?

 Cemaat başkanlık sistemine ve çözüm sürecine karşı mıdır?
Cemaatin bütün bu olaylarda söyleyecek sözü varsa amaç tebliğ midir? İktidar mıdır?
Cemaatin iktidar amacı varsa neden vekillerini başka partiler üzerinden meclise taşımaktadır?
Müslüman kitlenin dışında kalan ve bu olaylar sonucu yapılan İslam’a hakaret küfür ve olayların vebali kimin üzerinedir?
***
Günlük “şu tutuklandı, şu rüşvet yedi, şu cemaat elemanı şuraya getirildi veya tasfiye edildi” tartışmalarını bir yana bırakırsak, sonuçta akılda kalanlar şunlar olacaktır:


1- Cemaat kendi gücünü fazla abartmıştır, sanki “şu anki iktidar bize muhtaç” demeye getirmiştir. Bilmeliler ki cemaat bundan sonra kendisi parti kurup kendi adaylarını meclise sokmadıkça, kendilerine bu kadar destek veren iktidar bulamayacaktır.

Cemaat sanmasın ki halk ne sadece Zaman Gazetesi’ne, ne de Oda TV’ye bakarak siyasi tercihini belirliyor. Bu iktidarın bu derece halk nazarında itibar görmesi de sadece bir cemaat ve grubun çabası ile değil, bu yolda samimi çalışan bütün aktörlerin ortak sonucudur.

Erbakan rahmetlinin siyasi cesareti olmasaydı, cemaat hala Süleyman Demirellerin, Bülent Ecevitlerin yanında itibar arıyor ya da Çevik Bir’e okullarını teslim etmiş olacaktı.


2- Hükümetin yerel ve genel seçimlerde kaybetmesi durumunda, cemaat kiminle hangi şartlarda “ittifak” yapacaktır?


3- Hükümetin yıpranması ve kaybetmesi durumunda, cemaat halkı destek konusunda nasıl ikna edecektir? Şu an gazete tirajı artıyor ve değişik yollarla twitter’da bir başarı görünüyor olabilir. Fakat yarın abonelikler bittiğinde, kurban geldiğinde, himmet beklendiğinde, bakalım halk eskisi gibi davranacak mıdır?


4- Bu tutum İslam’a tam olarak gönül vermemişlerin bütün cemaatler hakkındaki “samimiyet” şüphesini artırmayacak mıdır?


5- Farz edelim cemaat bir sonuç elde edemedi. Hükümetin sizin bütün yaptıklarınızı didikleyip, yapılacak hizmette aksamalara neden olmasında vebal kime ait olacaktır? 


6- Korkarım dershaneler kapanmasa bile, artık halkın size teveccühü eskisi kadar olamayacaktır. Ve gönül rahatlığıyla sizi tavsiye edenler eskisi gibi tavsiye etmeyeceklerdir.

Bütün bunlardan sonra kim kazanacaktır?
Tabii ki, Amerika, yerli işbirlikçileri, masonlar ve İslam düşmanları. 
- Yıpranmış bir iktidar. 
- İtibarını kaybetmiş dini cemaat ve kurumlar. 
- Sarmala dönmüş ve içinden çıkılmaz bir eğitim sistemi ve gençlik.
- Kötüye giden bir ekonomi.
- İnsanların cemaatlere itibarını yeniden oluşturmak için, artık 10 yıl bile yetmeyecektir.
Allah basiretimizi artırsın, amin…