Sevdasızdan, kavgasızdan, öfkesizden geri dur;
Topuksuzdan, tabansızdan, ökçesizden geri dur;
Bir üfürük hissedince sahte pozisyon alan,
Ot misali sonrasızdan, öncesizden geri dur.

                                                             Abdürrahim KARAKOÇ

Genelde karamsar bir insan değilim, istikbal adına hep ümitvar oldum. "İstikbal inkılâbâtı içerisinde en gür sadâ, İslam'ın sadâsı olacaktır" muştusuyla umutlanıp durdum hayatım boyunca. Geleceğin inananlar adına, büyük bir teslimiyetle inandığımız ulvî değerler adına daha güzel olacağına inandım hep.

Ta ki iktidarla / güçle / varlıkla / nimetle sınanana kadar. Ne yalan söyleyeyim "dünün mücahidi, bugünün müteahhidi" sözünü haklı çıkarırcasına hareket eden, menfaat ve konumlarına sımsıkı yapışan, avam tabiriyle artık gubuzlaşan, önünde engel gördüklerini itibarsızlaştırmakta ve ötekileştirmekte bile bir beis görmeyen iflah olmaz muhterisleri müşahade edinceye kadar umudumu hep korudum. Düzelir inşaallah bir gün, bunları da atlatırız, bu güzelim ülkede ne badireler atlatmadık ki, bu imtihanı da kazanırız elbet diye umudumu sürdürdüm.

Lakin artık mızrak çuvala sığmıyor be dostlar...

İğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batırmanın zamanı geldi de geçiyor be kardeşler...

Kendi içimizde muhasebeyi, özeleştiriyi şimdi yapmayacağız da Allah aşkına ne zaman yapacağız? Hiç mi sorgulamayacağız kendimizi, nerelere doğru savrulup gittiğimizi, kaybettiğimiz heyecanımızı / dava aşkımızı / ideallerimizi, söyler misiniz bana savrulmanın zirvesinde iken sorgulamayacağız bütün bunları da ne yapacağız peki?

Mahallemizde an itibariyle durum teşbihte hata olmasın, Uhud'da Allah Rasulü (sav) tarafından konumlandırıldıkları Okçular Tepesi'nden ayrılmamaları sıkı sıkı tembihlenen sahabilerin ganimet (dünyalık, konum, menfaat, mevki, makam, koltuk vs.) toplama arzusuyla yerlerini (aslî görevlerini) terketmelerine ve bu ihtirasları nedeniyle kazandıkları savaşı kaybetmelerine benziyor. Hem de ne kadar çok benziyor. Tek farkla, günümüzün iflah olmaz muhterisleri Sahabe-i Güzin Efendilerimiz (ki onlar gökteki yıldızlar) gibi yaptığı hatalardan ders çıkarmak, özeleştiri yapmak, uyarılara kulak vermek yerine, vurdumduymaz ve umursamaz davranmayı benimseyen menfaatçiler topluluğu oldu ne yazık ki. 

Mesela ne düşündük hep, ne bekledik, ne umduk yıllarca? İktidar bizde olsun, yönetme gücüne biz sahip olalım dedik, sendikal mücadelede sayısal çoğunluğu elde etmek için didindik durduk. Ama gelin görün ki, sayısal çoğunluğun nitelik ve kaliteyi de beraberinde getirmediğini son 5-10  yıl içerisinde tecrübe ederek öğrendik. Acı bir tecrübe ile hem de. 

Halbuki başlangıçta nasıl düşünmüştük? "Hele sayısal çoğunluğu bi ele geçirelim, gerisi kolay" diye inanmıştık. "Kemmiyyet mi, keyfiyyet mi?" sorusuna tereddütsüz "ne demek keyfiyyet tabi ki, kalite tabi ki, ehliyyet, liyakat, samimiyyet elbette, davaya mutlak sadakat elbette" cevabını vermeliydik halbuki. Verebildik mi? Hayır, kem küm ettik, "büyümeliyiz, çoğalmalıyız" dedik.

Kim olduğuna, geçmişte hangi mahallelerin / kimlerin adamı olduğuna bakmaksızın her önümüze geleni, önümüzde eğileni aldık, bünyemize dahil ettik. Yetmedi, yetkilendirdik onları. Makam verdik, koltuk verdik hep iktidarın güvenli sularında görevlendirdik onları. Sözün özü, "yolda bulduklarımızı yola birlikte çıktıklarımıza" tercih ettik.

Olmadı, yapamadık. Sayısal üstünlüğü yeterli gördük, gördük ama bir arpa boyu da yol alamadık, belki daha da gerilere gittik. Eski mücadele yıllarımızı, o yılların samimiyetini mumla arar hale geldik. Muhalefette sahip olduğumuz tek şeyi - dava bilincini - iktidarın / gücün rehavetine kurban ettik ne yazık ki. Kabullenmesi çok zor ama kaybettik, iktidarla olan sınavımızı.

Bu sınavı tekrar kazanabilmemizin tek çaresi; yeniden toparlanmak, dava kökümüze / özümüze tekrar geri dönmek, yepyeni bir başlangıç yapmak, kaybettiğimiz mücadele azmimizi, heyecanımızı ve insanımızı geri kazanmak.  Başka bir çaremiz de yok zaten...

Allah âkıbetimizi hayr eylesin, selam ve dua ile.