Canlılar içinde insanın ayrı bir konumu vardır. O hem kainatın halifesi hem de acziyet abidesi. Bir taraftan âlemi inşa ederken bir taraftan düzeni bozar. Bilim ve teknolojide altın çağını yaşarken dünya, ahlak ve maneviyatta yerlerde sürünüyor. Bir şeyin zirvesi aynı zamanda onun sonu oluyor. İnişler ve çıkışlarıyla coğrafi özellik arz eden insanın kemalata ulaşması için önemli bir zaman dilimini geçirmesi gerekiyor. Civciv yumurtadan çıkınca ayaklarının üzerinde durabilirken, inek buzağısını doğurur doğurmaz emzirmeye başlayıp kısa zamanda kendi kendine yeterken insanın yürümesi için en az bir iki yıla, konuşması için iki üç yıla ve okula gitmesi için en az altı yedi yaşına gelmesi gerekiyor. Ortalama on beş ,on altı yıl öğrenim gördükten sonra bir işe başlayabiliyor, evlenip çoluk çocuğa karışma evresine ortalama 25-30’unda ulaşabiliyor. Aile de alınan eğitim ve öğretimin belli yaşlardan sonra formal olarak okullarda devam etmesi bütün dünyanın uyguladığı bir yöntemdir. Bu konuda önemli bir sorun yok. Her devlet geleceğinin en güzel biçimde yetişmesini arzu eder. Fakat bütün vatandaşların okullara zorunlu olarak gidecek olmasının izahını yapmakta güçlük çekiyoruz. Zorunlu eğitim okulları bozan en önemli olgudur. Anayasal olarak vatandaşların ilgi istidat ve ihtiyaçlarına uygun eğitim kurumlarının açılması yerinde bir uygulamadır. Ancak ilkokul, ortaokul ve liselerin zorunlu olması demokrasinin ruhuna aykırıdır. Temel vatandaşlık becerilerinin kazandırıldığı ilkokulu herkese zorunlu yapalım. Fakat ortaokul ve liselerde devamlı ve zorunlu bir sistem okulların verimini, düzenini olumsuz etkilemektedir. Okullara öğrenim görmek, kısaca öğrenmek için gelenle okullara mecburiyetten gelenler arasında öğretmenler çok fazla sıkıntılar yaşamaktadırlar. Okula gönülsüz gelen öğrenci için okul işkenceye dönüşmekte bu huzursuzluğunu sonucu olarak ta okullarda çok fazla davranış problemleri olmaktadır. Öğretmenler oluşan sorunları çözerken zor anlar yaşamakta asıl öğrenmek isteyen öğrencilere yeteri kadar zaman ayıramamaktadır. Gönüllü gönülsüz okulları zorla toplama kampına çevirmek bir keşmekeşe sebep olurken diğer taraftan küçük mesleklerde çırak, kalfa sıkıntısı çekilmektedir. Hemen çocuk işçiliğine karşıyız, dediğinizi duyar gibiyim. Bütün ilimlerin küçük yaşlarda öğrenilmesinin önemini baz aldığımızda gücüne göre çalışmanın ve meslek içinde yetişmenin gereği ortadadır. Teorisini de mesleki eğitim merkezlerinde yüz yüze eğitimle alan meslekcilerin işlerini de daha başarılı olacakları aşikârdır. Okumak isteyene ilgi yetenek ve taleplerine uygun okulları açalım, fakat kimseyi okullara zorla getirmeyelim. Açık öğretim sistemini her bakımdan geliştirelim. Hatta örgün eğitim kurumlarında da devam zorunluluğunu kaldırıp öğrencilerin yalnız sınavlarda ki başarıları esas alınabilir. Yetenek dersleri dediğimiz resim, müzik, beden eğitimi dersleri seçmeli olabilir ve hatta notla değerlendirilmemelidir. Okulların en önemli problemlerinden biri de dönem sonunun son haftasıdır. Yönetmeliğe göre Cuma günü verilecek karneye hazırlık olsun diye son hafta yazılı, ödev olmayacağından öğrencilerin bir bölümü okullara gelmemekte, veliler arasında bu haftanın okula gidilmesine gerek olmadığı inancı yaygınlaşmaktadır. Bu duruma bazı meslektaşlarımız da direk ya da dolaylı katkılar vermektedir. Bu son haftayı başıboşluktan kurtarmanın yolu karnenin kaldırılması ya da tatil içinde okul idarelerince verilmesi olabilir. Eğitim ve öğretim devamlılık arz eden önemli bir süreçtir. Bu süreci akamete uğratacak bütün uygulamaların yeniden gözden geçirilmesi ülkemiz ve geleceğimiz adına önem arz etmektedir. Toplumsal değişim ve dönüşümlerin yolu hepimizin bildiği gibi okullardan geçmektedir. Eğitemediğimiz, öğretemediğimiz her öğrencinin sokakta bize acı tatlı dersler verdiğine defalarca şahit oluyoruz. Sınıflar öğretmenin ders verdiği, öğrencinin ders aldığı yerler olmaktan çıktı herkesin payına düşen dersleri birlikte aldığı yerlere dönüştü. Gelin dersimize iyi çalışalım, milletimizi refaha kavuşturalım.