Değerli dostlar, bir süredir yoğunluktan dolayı pek sık yazamıyorum. Ama bu, gündeme bigâne olduğum anlamına gelmesin. Ülke olarak çok hassas süreçlerden geçiyoruz.

Gerçi diyeceksiniz ki ne zaman hassas bir sürecimiz olmadı birader?

Haklısınız, yaşadığımız bölge ve kadim geçmişimiz göz önüne alındığında her zaman uyanık olmamız gerektiğini artık öğrenmiş olmamız lazım.

Medeniyet tarihine öylesine büyük damga vurmuşuz ki batılı kafa bizim yeniden dirilmememiz için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Şu anda yeniden ayağa kalkma çabamız bile onları fazlasıyla korkutmaya yetiyor. O kadar korkuyorlar ki etrafımızda bir ateş çemberi oluşturmuş, bizim de bir şekilde tutuşmamızı bekliyorlar. Çünkü çok iyi biliyorlar; eğer yanmadan kurtulabilirsek bir daha onlara rahat yüzü olmayacak.

Gerçi dünya ve insanlık rahatlayacak ama küresel azgın azınlık ve onlara bağlı şer grupları dünyayı istediği gibi yönetemeyecek.

15 Temmuz tarih olarak geçti ancak ihanet girişimleri devam ediyor. Türkiye’deki belli odaklar ortalığı karıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Bir yerden düğmeye basılmış gibi yine dindar insanların üzerine gitmeye başladılar. Kamusal alandaki mescitler, namaz kılan öğrenciler, bazı kişilerin her hal ve tavırlarından cımbızladıkları birtakım münferit durumlar ile 28 Şubat günlerini hatırlatırcasına saldırıyorlar.

Bu durumda ne yapmamız lazım, nasıl hareket etmemiz lazım, iyi düşünmek zorundayız. Bazen haklı olmak tek başına yeterli olmayabiliyor. Haklılık zeminimizi de korumak durumundayız. Hakkı şer ifadelere bulandırmadan dosdoğru dile getirtmemiz gerekiyor galiba. Toplumsal bir eleştiri yaparken maksadımızı aşan ifadelerden, hal ve hareketlerden kaçınmak durumundayız.

Üslubu beyan ayniyle insan, düsturu gereği, söylediğimiz zaman ölçülü söylemeliyiz. Bizim dinimizde, nezaket ve güzel söyleyişe dikkat edildiğine dair çokça misaller vardır. Bu konuda örneğimiz, hiç şüphesiz Reulullah’tır (sav).

Yine ne güzel ölçü koyuyor Rabbimiz: “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir. (Nahl 125)

Onlar toplumu kamplara bölmek istiyorlar. Dindar dinsiz, mezhepli mezhepsiz, partili partisiz, alevi sünni, Türk Kürt, şu vakıf bu dernek derken bizleri bölük pörçük etmek istiyorlar.

Yaptıkları haberler ve öne çıkardıkları durumlarla içimize korku salmaya çalışıyorlar. Hâlbuki rabbimiz, “Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun (Ali İmran 175)” diye uyarıyor bizi.

Adalet devleti Osmanlı’yı düşünelim. Bilhassa şu anda TRT’ de devam eden “Payitaht-Abdulhamid” dizisini düşünelim. Eğer içerideki ihanetler ve bölünmüşlükler olmasa Şer odaklarının Osmanlıyı alt etmesi mümkün olabilir miydi?

Batı kültürünün en büyük saldırılarından biri de içimize saldığı kültürel yozlaşma argümanları kanalıyla paraya ve maddi güce tapan kitleler yetişmesini sağlamasıdır. Bu sayede bolca kullanabileceği hain bulmakta hiç zorlanmadılar şimdiye kadar.

İnşallah bundan sonra istedikleri gibi at koşturamayacaklar bu topraklarda. 15 Temmuz bir milat oldu diye düşünüyorum. Uzun zamandır diriliş sancısı çeken bu topraklar, o gün başını kaldırdı adeta.

Bugünlerde haberlerde var. Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’den kaçarak Türkiye’ye sığınan tutuklu üç kadın, örgütün kontrolündeki bölgelerde Batılı ülkelerin askeri kampları bulunduğunu itiraf etmişler. Malumun ilanı aslında. Yüzümüze gülen bu güçlerin arkamızdan planlar çevirdiklerini zaten biliyorduk.

Öte yandan asrın en büyük ihanet şebekesi, küresel güçlerin uluslararası maşası; milliyetsiz, dinsiz ve şahsiyetsiz Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) itirafçılık yoluyla saldırı hazırlığı deşifre olmuş.

Bu tespit sonucunda, 696 sayılı KHK’daki meşru müdafaa konulu düzenlemeye yönelen tepkiler üzerine yapılan araştırma ve itirafçılara ilişkin ulaşılan sonuçların olayın ortaya çıkmasını sağladığı söyleniyor.

Bu düzenleme çıkınca Türkiye’de düğmeye basamayan güçler, İran’da ise sokakları hareketlendirmekte amaçlarına ulaştı. Ancak Türkiye’nin verdiği destek ve dış müdahaleye karşı sergilenen ortak tutum üzerine planlar İran’da da tutmadı.

Yani Türkiye artık bu bölgenin tescilli gücü. Bize rağmen adım atılması, atılsa bile başarıya ulaşılması mümkün değil.

Durmadan arkamızdan iş çeviriyorlar ama “Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal 30)” diyen rabbimizin hükm-i ilahisini unutmayalım.

Sonuç olarak ne olursa olsun hiçbir ayrımcılığa boyun eğmeden birlik olmanın, dirlik olmanın ve ortak değerlerimiz etrafında ittifak yapmanın vaktidir. Bizi gaza getirmeye çalışan batılı şer güçlerin bizden görünümlü maşalarına kanmamanın vaktidir.

Evet, Türkiye’yi bir ateş çemberine almaya çalışıyorlar ama Allah’ın inayetinin üzerimizde olduğuna inanıyorum. Yeter ki biz o inayete müstahak kullar olmaya çalışalım.

Sonuçta Habil ile Kabil’den beri mücadele devam ediyor ve kıyamete kadar devam edecek. Biz hangi tarafta olduğumuza bakalım ve oyuna gelmeyelim.

Selam ve muhabbetle…