Türkiye sendika tarihi sayılmayacak kadar kurumsal ve örgüt anlamını heba edecek türden utançlarla doludur. İster işçi sendikası olsun ister memur sendikası olsun bu utanç duvarına her biri bile isteye tuğla eklemekten kaçınmamışlardır. Ta ki sendikacılığın yüz akı olacak kadrolar alana ininceye kadar bu alışkanlık süre gelmiş, hatta devam etmektedir.

       Eylem ya da grev yapmak her zaman için hakların alınmasına yönelik başvurulacak yöntemlerden biri olarak hak ettiği değeri korumaktadır. Ancak insan hayatına; işçi ya da memur hayatına mal olacak toplumu ve hayatı ciddi anlamda olumsuz etkileyecek insani erdemlerden uzak türden olayların yaşanmasının sorumluluğu da bir o kadar ağırdır. Tarihe geçmiş olan 1 Mayıs eyleminin ölümlü bir eyleme dönüşmesinde ki sorumluluk hem devlet güçleri hem de sendikalar tarafından bir diğerini suçlama ve ısrarla ötekini anlamamak çözümsüzlüğünü ortaya koymaktadır. Hatta bu eylemden dolayı gurur duyan birçok sendikacının varlığı da hazin bir gerçektir.

        En kötü sınavını 28 Şubat'ta vermiş olan sendikalardan; daha sonra beşli çete olarak da maruf olacak olan öbek ise utancın zirvesinde ki yerini korumaktadır. Hükümetin taraf olarak çalışanlara sunduğu teklifin altında bir taleple masaya oturmuş olan sendikaların, beklentilerinin üzerinde bir cevap alması üzerine şaşkınlaştıkları hala akıllardadır. Böyle bir sözleşme yapılmış olmasına, çalışanın talebi açısından şikayet edilecek hiçbir problem olmamasına rağmen sokağa dökülmek gibi bir hatayı (belki de ihanet denmelidir) göz göre göre yapmışlardır. Ülkenin yaşayacağı buhranı düşünmeden ve haksız yere yürütülen bu eylem ve isyana çağrı işinin talimatlarının nerelerden geldiği ise daha sonra vuzuha kavuşacaktı.             Kuruluş gayesi, çalışanı ve üyelerini daha iyi şartlarda ve daha yüksek gelir elde edecek bir çalışma ortamına taşmak olan sendikaların bu türden kirli ilişkileri kurumsal olarak sendikalara ve alanda çalışanın sözcüsü olması gereken; ancak başka mahfillerin figüranı olma hatasına düşen sendikacılara olan güveni ciddi anlamda sarsmıştır. Sendikacıların ekonomik olarak bir rant merkezinin üzerinde oturduğu izlenimini uyandıran ve para babası, imparator gibi yakıştırmalarla hak savunan çalışan dostu olmak yerine patronaj kontrollü, yani sendika baronu edası içerisinde; sefahat ve yolsuzluk ile anıldığı bir dönemin de yaşandığı hala akıllardadır.

         Sendikalar hak mücadelesi verdiği kadar üyelerine yönelik hizmetleri de üretmeleri gerektiğini yine Memur-Sen gibi değer ve hizmet sendikacılığı parolası ile yürüyüşünü sürdüren bir görmeden önce fark edemediler. Hatta, hala farkında olmadıkları da su götürmez bir gerçektir. Kendi yetkili oldukları dönemde bir tek kazanım elde edemedikleri bir yana; yetkili sendikanın kazanımlarını alanda küçümsemek ya da sahiplenmek gibi tuhaf ve girift bir takım yöntemleri şiar edinmiş gibi gözükmektedirler. Başarılmış olan ve alanda puan getireceği düşünülen her şeyi sahiplenmek ve “ Biz yaptık” demek sendikal tükenmişliğin ve misyon, vizyon kaybı, eksilmesi; hatta yokluğunun göstergesidir. Daha yakın zamandaki kazanımlardan olan nöbet ücretini dahi sahiplenmeye kalkanlara sadece tebessüm ediyoruz.

        Sendikal mücadele kimliğinin toplu görüşmeden toplu sözleşmeye dönüşmesi sürecinde "Hayır"cı olanlar, bugün bunu dile getirmeye dahi cesaret edemiyorlar. Kılık kıyafet eyleminin kazanımları yasal güvence çerçevesine alınmadan önce 12 milyon 400 bin imza toplamış olmayı kamuoyundan saklayamayanlar bu eylemi sulandırma ile sahiplenme arasında beceriksizce bocalamaktadırlar. İşlerine nasıl geliyorsa öyle konuşan ve öyle davranan bu tür sendikalar ve onları atanarak yönetenler bir bakmışsınız özgürlük havarisi bir bakmışsınız ki dayatmacı ve darbe sevici oluvermişler.

        Başörtüsü konusunda -ki özgürlüğü sindiremeyenler- küpe, yırtık pantolon ya da milli değerlerle örtüşmeyen kıyafetler konusunda gayet özgürlük havarisi kesiliyorlar. Alanlarda cinsel tercihlerinin genel ahlaki kriterlere aykırılığını topluma normal diye dikte etmeye çalışanlara destek olmanın heyecanı yansıyor kameralara. Cuma namazı gibi tamamen ibadet özgürlüğü çerçevesinde en basit bir insan ve çalışan hakkı konusundan bile rahatsızlık duymayı sendikacılık sanacak kadar bu kavrama uzaklıklarını tüm dünyaya haykırıyorlar.

         Terör örgütü ile sırdaş; ama ülkenin ve milletin değerleriyle savaşan, yerli olan her başarıyı kıskanana ve zaafa uğratmaya çalışan ama dış odaklara karşı hala hayran ve aşağılık kompleksi ile bakabilen nesillerin kendine yabancılaşması için koşturan sendikacılık anlayışı, her geçen gün kendini kemiren bir noktaya gelmiştir. Daha düne kadar devletin bekası ve kurumların korunması bezirganlığını yapanlar ve bundan nemalananlar, bugün milletin ve devletin zarar göreceği eylemler icra etmenin peşinde.

       Sendikacılık nasıl olur, nasıl yapılmalıdır, çok merak ediyorsanız; ilkeleriyle, eylemleriyle, hizmetleriyle alanda ve masada verdiği mücadelesiyle örnek bir konfederasyon var yanı başınızda. Memur-Sen Konfederasyonu ve Eğitim Bir Sen'in yaptığı çalışmaları izleyince ve bir an düşünmek için zaman ayırdığınızda sizin de bana hak vereceğinizi biliyorum. Vesselam