Avrupa ortaçağı geride bıraktığı aydınlanma süreci ile beraber bilimsel keşiflerin ardından güç ve zenginlik ile tanışmış dolayısıyla ihtiyaç duyulan ham madde ve pazar için emperyalizm fikrini hayata geçirmiştir. Keşiflerin ardından dış dünyaya hem sağlık ile hem toplumla ilgili kendi hastalıklarını da taşımıştır. Gittikleri  bir çok yerde o güne kadar görülmemiş bir çok hastalığı taşıdıklarını birkaç kitap veya araştırma okuyan herkes bilir. Düşünce anlamında başta sömürü kültürü olmak üzere dünyaya çok şey ihraç eden bir yapı halini almıştır. Bu ihraç kalemleri içerisinde siyaset ve yönetim, kültürel yapı ve insan algısı başta gelir.  Öte alem algısı, mevcut hayat ve değerler konusunda duyarsızlık; kendi dini yapısı ile hesaplaşmasının neticesi olan sapkınlıkların tamamı ile ayak bastığı yerlerde ki sapmaların menşei ve membaı olmuştur bu vesileyle.

         Mesela aşağıladığı Kızılderililerin erdemlerinin bile yanından geçemeyecek kadar çürümüş bir toplum olduklarını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Yine köleleştirerek insanlıklarını, kadınlıklarını, bedensel güçlerini ve ruhsal ve manevi değerlerini sömürdükleri Afrikalıların insanlık ve değer derecesi karşısında esameleri okunmayacak kadar basit bir topluluk olduklarını da herkes bilir. Elleri değen her yeri kana bulayan ve tüm işleri fesat çıkarmak olan batılının en eski yönetim biçimlerinden biri de zayıflayan krallıkları sürdürebilmek adına köküne verilen cansuyu mahiyetinde ki derebeylik idi.

         Orta çağ Avrupa’sı önceleri Krallık, ardından kilise baskısına sonrasında da derebeylerin zulmüne maruz kalmıştır. O yıllarda derebeylikler şeklinde yönetilen Avrupa’nın gözü önünde; bizim ecdadımız Osmanlı şeklen benzer ama farklılıklar barındıran bir sistem olan ikta (Tımar) ile mutlu bir teb’a (toplum) yönetiyordu. Yönetim biçimi adı itibariyle saltanat olsa da herkesin kabul edeceği bir hakikat olarak hukukun üstünlüğü söz konusudur. Mahkeme kararları bağımsız ve her tabakadan insanın yargılanıp adil bir cezalandırmaya muhatap olduğu bir hukuk sistemi mevcuttu.

         Avrupa’da kralların zayıf düştüğü dönemde ortaya çıkan derebeyleri aslında mantıksal bir hukuki süreci barındırsa da zulmün daha yakından gelmesinden başka bir işe yaramamıştı. Derebeyleri (Süzeren) kralların otorite boşluğunu doldururken kendi himayesinde olanlara karşı sorumlu ve (Vassal) onların köleden bir adım önde olan konumları söz konusu idi. Serflerin derebeyi için savaşma vazifesi bile vardı. Ancak serfler tüm hayatları boyunca alt tabaka olarak yaşamak zorunda idiler. Her ne kadar siyasi bir yönetim biçimi olsa da sanayi devrimi ve monarşi yönetiminin ortaya çıkması ile son bulmuş ve devam eden zaman içerisinde yeni yönetim modelleri hakimiyet sağlamıştır tüm bu ülkelerde.

         Sivil hayatın en temel ihtiyacı olan STK’lar demokratik toplumlarda toplumun her tür ihtiyacına yönelik olarak bir çok vazife icra eder. İslam toplumlarının bu anlamda öncülüğü dikkate alınmalıdır. Bir çok bilimsel çalışma STK tarihini 1800’lü yıllarda ki bir maden işçileri oluşumundan başlatır. İlk sendikal ve sivil hareket olması bakımından kayda değerdir. Ancak bu evrensel bir vasıf taşımamaktadır. Vakıf kültürü ve sonraki yıllarda ortaya çıkan cemiyetler ve ahilik teşkilatı öncülüğünü sadece zaman olarak değil fikir ve derinlik olarakta ispatlar.

          Modern seküler dünyanın STK’ları da kendileri gibi yüzeysel ve egoisttir. Kurucu yapı mensuplarının menfaatini ne olursa olsun temin derdi dışında hiçbir meseleyle ilgilenmeyen sendikacılık ve hakim zümrenin yararına hizmet eden halkı bulunduğu kaba sığdırma gayretinde olan yanaşık düzen sivil örgütler.  

         Böylelikle sistemin içinden ya da dışından oluşturulmaya çalışılan baskı zamanla içe doğru da dönmeye başlar. Bir sendika ya da mücadele kuruluşunun iki türlü sıkıntısı var ise üçüncüsünü böylece ekleriz. Birinci olarak sendikal baronlaşma. İkincisi hak arama mücadelesinde oluşturulan gücün art niyetli kullanımı yani ne üye çalışanın ne de ülkenin menfaatlerini gütmemek. Her ikisini de Türkiye’de net olarak gördük. Şimdi en sıkıntılı üçüncüsünü ele alabiliriz. Oluşturulan güç ile rengini değiştirerek evrilme ve içeri doğru diktalaşan bir yapı. Bunu alanda sarı ifadesiyle her iktidar döneminde hem güçlenen hem iktidara fikri ve tabansal yakınlığı bulunanlar için kullanır rakipler. Ancak biz bunu da kısa geçip içten içe yaşanan, yaşatılan baskılama yöntemini ele almak isteriz.

         Derebeyi dememizin sebebi de budur ki hiç bir zaman sahip olduğu güçle krala kafa tutmayan hatta onun emrinde savaşa katılma zorunluluğu bulunan bu şahıslar emrindekilere karşı olabildiğince acımasızdırlar. Neden yakın tehdit durumu. İçlerinden biri güçlenir de kendi iktidarını onun elinden alırlar diye. Bunun sendikal boyutunu yıllar önce hiç üyesi olmadığım (bu güne kadar sadece bir sendikaya üye oldum o da Eğitim Bir Sen) ama o zamanın güçlü sendikasında yaşanmıştı. Ağırbaşlı ve beyfendiliği ile tanınan bir aday gadre uğratılmış ve çapsız ve kalitesiz bir adam seçimi almış dediler. İyi olduğu söylenen şahsı ben de tanıyordum ve neden hakkından bu kadar kolayca feragat ettiğini anlamamış hatta bir miktar kızmıştım da kendisine. Konuşurken ısrarla hayırlısı böyleymiş diyordu. O zaman anlamakta zorlandığım o arkadaşı bu gün daha iyi anlaya biliyorum. 

         İyi bir insan bence terketmemeliydi sahayı ve mücadeleyi. Ben öyle düşünüyor öyle sanıyordum. Ancak şimdi bir fırsatım olur da kendisiyle görüşürsem mutlaka takdir ettiğimi söyleyeceğim. İşte tam da burada devreye giren normal hayatın korkaklarının, fırsatçılarının güç, var olma, adam yerine konmak için STK’lara, özellikle de dönemin güçlü sendikasında bulunmak ve söz sahibi olmak için neler yapabileceklerini görünce bu tiplerin Derebeylik sistemini ele almak istedim. Bulundukları mevkileri kaybetmemek için ne kadar alçalabileceklerini tahmin bile edemezmişiz biz. Bizim dünyamızda yalan, dolan, iftira, küfür ve hakaret olamaması bir yana bu tiplerle mücadele edebilmek için Ahireti ya unutmak ya inkar etmek zorunluluğunu da görmüş oluyoruz. Çünkü hem Ahirete ve onun Rabbine iman edip hem de bu türlü ahlaksızlıklara karşılık verebilmek mümkün değildir bildiğime göre.

         Dolayısıyla genel yönetim anlayışı itibariyle sağlam islami bir fikrin, düşüncenin, anlayışın kurumsallaşmış adresi olan bu tür Stk, dernek ve sendikalarda dahi salimen ve adam gibi çalışarak hizmet etmek imkanı kalmamaktadır. Ya da kurumun genel idareleri, tepesi sağlam olsa da alana yaklaştıkça yani kolları ya da uç unsurları bin bir türlü hastalıkla marazi hale gelip son derece ahlaki yıpranmışlık ortaya koyabiliyor. Ne uğruna hem de… Yetersiz kapasitelerini aşan bir güçlü şahsiyet, kendi koltuklarına konacak endişesi ile kifayetsiz muhterisler işbirliği ile ortaya inanılmaz bir tiyatral kumpanya sergilenerek yapılıyor. Öyle ki kişi bazen kendinden bile şüphe eder hale gelir ve kendini yoklar ‘’Ya hu Allah aşkına acaba ben bu aklı evvellerin vasıflandırdığı gibimiyim, böylemiyim?’’ diyecek olur. Çevre zaten ya korkudan ya hesaptan ses çıkaramaz. Çünkü herkesin Allah’tan önce kullardan beklentileri vardır. Ancak bu tür insan harcama ve kendini korumaya alma işleri hiç bir zaman mantık ve ahlak dairesinde yürütülmediği için bu çelişkili durumu izah edebilmek için de bir miktar İftira ve karalama sosu kullanılmalıdır.

         E nooolacak şimdi. Bu kurumlar hepten ziyanmıdır yani. Hayır. Bir kurumun toptan ziyanı toptan sapıtmayla alakalıdır ve örneğini yakında yaşadık. Benzer çirkin hataların sebebi de zaten o sapkın güruha takılarak genel İslami, insani ve ahlaki erdemlerini yitirmiş olan kısımlardan kaynaklanır. Bu sapkınlara bulaşmamış olanlar ise onlardan öğrenerek de olsa, kendi yerini koruma refleksi ile de olsa günden güne kıvama gelir ve şeytanın adımlarını takibe başlar. 

         Allah cümlemizi Batı’nın Batıl ahlakı ve sapkınlıklarından muhafaza buyursun. 

         Amin...

         Vesselam

         Selehattin DUMAN

         Eğitim Bir Sen İst. Bir Nl. Şb. Bşk. Yrd.

         26.12.2017 01:26

            Not: Bu yazı yukarıda ki tarih itibariyle yazıldı. Yayın zamanı ise bir gün sonraya nasip oldu.