Yeni öğretim yılı arefesinde Cumhurbaşkanımız tarafından TEOG'un kaldırılacağı açıklandığında, her konuda olduğu gibi toplumsal kesimlerden farklı sesler yükselmeye başladı. Sanırım farklı seslerin ortak bir noktası şuydu: Yine mi sistem değişiyor, eğitimde taşlar ne zaman yerine oturacak?

1990 yılında öğretmenliğe başlamış biri olarak neredeyse her yıla bir farklı bir sistemle başladığımızı söyleyebilirim. Hal böyle olunca, eğitimde başarılı olamadık serzenişi de cevabını bulmuş oluyor.

Peki biz neden doğru sistemi bulamıyoruz? Bir kere aceleciyiz, yeni gelen sistemden hemen mucize bekliyoruz. Mucize gerçekleşmeyince de sistemin aksayan yönlerini revize etme yerine alelacele başka bazen de bambaşka sisteme geçiveriyor, bir önceki sistemde sarfettiğimiz çabalar da hebâ olup gidiyor. Biz de eğitim çarkı hep böyle yaz boz şeklinde döndüğü için de eğitimde başarılı olamadık nakaratından kurtulamıyoruz.

Doğru sistemi neden bulamıyoruz sorusunun elbette çok cevabı var. Bir zamanlar çözümü ithal reçetelerde aradık, ancak ithal çözümler bünyeye uymadı. Zaman zaman ideolojik kaygılar eğitimin, bilimselliğin çok önüne geçti: Kurşun asker yetiştireceğiz diye nesilleri ideolojilere kurban ettik. 28 şubatta ve diğer askerî dönemlerde dayatmacılık eğitimin âdeta ana karakteri oldu. Dayatmacıların haksız/hukuksuz uygulamaları gençlerimize telafisi güç travmalar yaşattı.

Doğru sistemi bulamayışımızın en önemli sebebi, eğitimin tüm paydaşlarının bir masa etrafında bir araya getirilmeyişidir. Eğitimin tüm paydaşları bir araya gelse, uzun uzun tartışsalar, herkes birbirini iyi anlasa, ortalama memnuniyet oluşturacak bir ölçme ve değerlendirme sistemi bulunur.

Görünen o ki eğitim paydaşlarının bir araya getirilmesi, bir başka bahara kaldı. Hal böyle olunca yıllarını eğitime adamış eğitimciler olarak fikir beyanında bulunma ihtiyacı duyuyoruz.

Bir kere mükemmel ve değiştirilmesine ihtiyaç duyulmayan bir eğitim sistemi olamaz. Büyük hayallerle uygulamaya konan TEOG'un iki önemli eksisi var: Birincisi bütün lise türlerinin sınavla öğrenci alması, ikincisi de bununla bağlantılı yerleştirme sorunu. Bir başka eksi olarak da özellikle son sınavın ölçme ve seçme değerinin sorgulanır hâle gelmesini de gösterebiliriz. Bunlar vb sorunlara neşter vurulmuş olsaydı, emin olun bunca gereksiz tartışma hiç yaşanmazdı.

Çözüm üretmesi beklenen MEB, bize göre şaşkın ve çaresiz görünüyor. Henüz elindeki alternatiflerin artılarını, eksilerini anlatmakla meşgul. Alternatiflerin artıları, eksileri olduğu gibi bir kısmının uygulanma ihtimali zaten yok.

Sözü çok uzatmama adına alternatif çözümlerin değerlendirilmesinde kaybolmadan tekliflere geçiyorum:

Sınav dışında objektif ve herkesin üzerinde uzlaşacağı bir ölçütte buluşmak nerdeyse imkansız olduğundan sınavın bu şekliyle uygulanmasına devam edilmelidir. Her okulun kendi sınavını yapması gibi kaos üretecek yollara tevessül edilmemelidir. Bu arada sınav sayısının artırılmasından özenle kaçınılmalıdır. Zira sınav sayısı arttıkça özel derse, dershaneye vb'ye olan talep daha da artacaktır.

Mecvut sınavın ölçme ve değerlendirme açısından standardı yükseltilmelidir. Yirmi bine yaklaşan birinci sayısı, sınavın saygınlığına gölge düşürüyor.

Bütün okulların sınavla öğrenci alması uygulamasına son verilmelidir. Bütün Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Proje Okulları, Tematik Meslek Liseleri, yeterince Anadolu Lisesi, yine yeterince Anadolu İmam Hatip Lisesi... sınavla öğrenci almaya devam etmelidir.

Burada temel soru, 1 milyon iki yüz bin öğrenciden ne kadarı sınavla öğrenci alan okullara gitsin sorusudur. Öne çıkan teklif, %5 - %10 arasıdır. Bu oran, %20'lik dilimi hiçbir şekilde aşmamalıdır. Geri kalan %80 de sınavla öğrenci almayan liselere adrese dayalı olarak yönlendirilmelidir.

Yerleştirme puanı hesaplamasında önemli bir yere sahip olan okul başarısı konusunda yaşanan haksız rekabetin önüne geçilmelidir. Haksız rekabeti bitirecek bir formül bulunmadığı taktirde tartışmalar da bitmeyecektir. Ayrıca sportif, sanatsal ve sosyal faaliyet vb faaliyetler ders notlarında kullanılmalı, yerleştirme puanına doğrudan etki etmemelidir.

Bir paragraf da meslekî eğitime açmak gerekirse meslekî eğitimi cazip hale getirmek için meslek yüksek okullarına girişte meslek liselerine pozitif ayrımcılık getirilebilir. Bu manada ek puan, meslek yüksek okullarına sınavsız geçiş... yeniden düşünülebilir. Ayrıca örgün eğitime dâhil edilen meslekî eğitim merkezlerinin hem sayısı hem de kapasitesi artırılmalıdır.

Son söz olarak biz yine de MEB'e çağrıda bulunuyor ve diyoruz ki akıl akıldan üstündür, istişarede hayat vardır... diyerek bütün eğitim paydaşlarını bir araya getirin ve birlikte en doğru çözüme ulaşalım.