Son beş ayda Ankara’da üç, İstanbul’da iki bombalı saldırı yaşandı. Bu saldırılarda canlı bombaların kullanılmış olması ve Türk vatandaşlarının bu saldırılarda kullanılması eğitim konusunu yeniden gündeme getirmiştir. Ülkemizde dünyaya gelmiş, vatanımızın havasını solumuş, gıdasıyla, suyuyla beslenmiş kişiler nasıl oluyor da bu ülkenin insanlarına düşman yapılıyor? Bu düşmanlık nasıl bir ruha bürünüyor ki kendi bedenine sardığı bombalarla hem kendini hem de başkalarını öldürüyor? Terör olaylarından sonra herkes birbirini suçluyor, korku ve panik havası yayılıyor. Başka saldırıların olacağı iddia ediliyor. Ortadoğu’yu kaplamış kan ve gözyaşını güzelim ülkeye de yaymaya çalışan iç ve dış mihraklar oluşan havadan neredeyse kına yakacaklar.

          Üst akıl bölmeye çalıştığı ülkemizin direncini görünce bu direnci kırmak için en büyük iki kentine saldırmaya başladı. Buradan Suriye’de istediklerini yapamayan başrol oyuncuları devletler direnen iradeyi kırmaya çalışıyor, “sizi de Suriye gibi yaparız”, mesajını veriyorlar. Bu günlerde gelip geçecektir. Her taarruz aslında tükenişinde ifadesidir. Terör özellikle bu yöntemle saldırdıkça acziyetini bir kez daha gözler önüne seriyor. Saldırılar sonrası çıkan seslerde, alınan tavırlarda kim kiminle sorusunun cevabı oluyor. Hatta milli birlik ve beraberliği savunanlarla bu birliği istemeyenler, birlikten korkanlar net olarak ortaya çıkıyor. Terörün amaçlarından birisi uluslararasında ülkenin güvensiz gösterilmesi, turizm gelirlerinin düşürülmesi, uzun vadede yatırımların azaltılması kısaca ekonomisinin alaşağı edilmesidir. İstikrarı bozamayanlar, askeri ve yargı darbeleriyle milli iradeyi yıkamayanlar ekonomiyi terör etkisi ile alabora etmeye yeltendiler. Ancak önceden olduğu gibi yine başarılı olamayacaklar.

          Milli birliğin ve kardeşliğin sembolü olmuş al yıldızlı al bayrağın nazlı nazlı dalgalandığı şehit kanlarıyla sulanmış bu kutsal topraklarda yaklaşık yüz yıl önce cihan devleti Osmanlı giriştiği cihan savaşında hiç bir cephede yenilmediği halde birlikte savaşa girdiği Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle diplomatik olarak yenilgiye uğramıştır. İşgallerin başlamasıyla oluşan milli mücadele ruhunun en ateşleyici kuvveti sayılan İstiklal Marşı’mız işte zor günlerden kurtuluşun reçetesi olmuştur. On kıtadan oluşan bu milli marşımızın her dörtlüğü, her satırı ruhumuzu doyuran, bize ilham veren bir ışığa dönüşmüştür. Bu marş tarihimizin, kültürümüzün, maddi ve manevi varlığımızın önsözüdür. Ümitsizliğe düştüğümüzde cesaret veren, korkularımızı yenmeyi öğreten, çaresizliğimizden yeni çareler üreten istiklal marşımız aynı zamanda istikbal marşımızdır. İnsanımızın huzuruna kastedenler, büyüme ve gelişmemizden rahatsız olanlar saldırılarına hiç bir zaman son vermeyeceklerdir.

           Milli bir eğitim ile insanlarımızı dirlik içinde, birlik içinde tüm ayrıştırıcılardan uzak Çanakkale ruhuyla yetiştirmeliyiz. Yüz yıl önce geri dönmeyi düşünmeyenlerin torunları da bu ülkenin birliğini sağlamak, ülkemizin güneydoğusunda çıkan yangını söndürmek için arkalarına bakmadan, gözlerini kırpmadan yollara düştüler. Bu günlerde de vatan ve bayrak uğruna canlarını ortaya koyanların olması düşmanlarımızı korkutmakta, dostlarımızı sevindirmektedir. İstikbalimizin teminatı sayılan çocuklar ve gençlerimiz okullarımızda en üst milli bilinçle eğitilmelidir. Yeni nesle idealizm aşılanmalı, yaşadığımız coğrafyanın önemi açıklanmalı, iyi bir tarih şuuru kazandırılmalıdır. İnsanı maddeleştiren ideolojilerden uzak tutulmalı, sömürü düzenleri en ince ayrıntısına kadar anlatılmalıdır.

            Terör cehaletin hâkim olduğu ruhlarda hayat bulur. Bağışıklık sistemi zayıflayınca vücudumuzda mikroplar saldırıya geçer. Biyolojik olarak direncimizi artırmak için beslenmeden, spora bir çok önlem almak zorundayız. Ancak en önemli direncin ruhumuzda olması gerekir. İşte ruhumuzu güçlendiren şey aldığımız eğitimdir. Terörü yok etmek için milli bir eğitim şart. Ne dersiniz? ([email protected])