Lise öğrencisiydim, benden iki yaş küçük kız kardeşim elini kesmiş, köyün ortasındaki çeşmenin başında bulaşık yıkarken. Sonra da önemli değildir diye iyice bastırıp kanamayı durdurmuş, bulduğu bir poşet parçası ile sarıp günlerce öyle bırakmış.

Yaz ayları, herkes işte güçte olunca soran da olmamış. Gel zaman git zaman meğerse eli enfeksiyon kapmış, gördüğümüzde annemle ben neredeyse çığlık atma yarışına girdik. Durum o kadar vahim.

Neyse babam yok, çok acil hastaneye gitmemiz lazım. Dört kilometrelik köy yolunu uçarak kat edip ana yola vardık. El kaldırdığımız bir araba bizi aldı. Yarım saat sonra hastanenin önünde idik ama her taraf ana baba günü.

Zor bela derdimizi bir görevliye anlatabildik de bizi acile sevk etti. Oradan da büyük bir telaşla ilgili uzman doktorun odasına gönderdiler. Uzun bir bekleyişten sonra doktorun yanındaydık. Kısa bir incelemenin ardından işin vahametini daha iyi kavramıştık. Vaziyet çok ciddi idi. Hemen müdahale edilmezse sonuç çok kötü olabilirdi.  

Daha sonra doktor; benim kartımı alın, yazıhaneme gidin, bir saat sonra orada olacağım. Orada gerekli işlemleri hızlandırırız, dedi.

Anlaşıldı, bizden bir şeyler koparmaya niyetliydi ama şimdi bunu düşünemezdik. Hızla vardık yazıhanesine. Zaten hastanenin yanı. Geçip bekleme odasında bir köşeye oturduk.

Hemen yanımızdaki koltukta oturan, yaşça biraz ileri, son derece lüks giyimli bir bayan, bize önce küçümseyerek baktı, hatta o kadar küçümseyerek baktı ki kız kardeşim utancından kızardı ben de aynı tabi.

Ardından oturduğu yerden kalkarak başka bir yere geçerken sekretere; şekerim siz de seviyeyi baya düşürmüşsünüz, dedi. Daha başka şeyler de oldu. Biz durumun ciddiyetinden sesimizi çıkaramadık. Utandık, ezildik… Kız kardeşimin kıyafetlerine ve başörtüsüne (geleneksel köylü başörtüsü-yağlık) defalarca ettiği lafları herkesin önünde dinlemek zorunda kaldık. Kimse de sesini çıkarmadı. Kimi utandı, kimi korktu, kimi de onun gibi lüks takıldı.

İşte bu hayatımda yaşam tarzı baskısına maruz kaldığım/kaldığımız ilk açık durumdu ve maalesef son da değildi.

Üniversiteye başladığımızın ilk günü. Hem heyecan hem de sevinç dorukta. Bir sürü derslik gezip epey bir kişiye sorduktan ve “cik” muamelesine maruz kaldıktan sonra sınıfımıza varmış ve yerlerimize oturmuştuk. Kimse kimseyi tanımıyor, herkes değişik bir ilden her halde.

Sessizce bekleşirken ilk dersimize girecek olan hocamız geldi. Ayağa kalktık hep beraber, liseden alışkanlık tabi. Hocanın selam vermesini bekledik. Vermedi, geçti kürsüye oturdu. Sonra da gülerek, oturun arkadaşlar ve bir daha da kalkmayın, gerek yok, dedi. Oturduk.

Çantasından bir liste çıkardı. Otuz kişilik sınıfımızda altı bayan arkadaşımız vardı. Bayanların beşi başörtülü idi. Onları yanına çağırdı ve sessizce bir şeyler söyledi. Ortalığı ölüm sessizliği kapladı. Hoca arkadaşlarımızın başlarını açmasını istiyordu. Arkadaşlarımız ise buna itiraz ediyorlardı.

Başörtülü arkadaşlarımız yerlerine geçip oturunca bu sefer hoca bir teksir kâğıdı çıkararak, kusura bakmayın arkadaşlar, ben de istemiyorum ama maalesef tutanak tutmak zorundayım, dedi. Sesi titriyordu, beli ki o da utanıyordu bu davranıştan ama mecbur bırakılıyordu.

Birkaç gün boyunca her hoca aynı şeyi yaptı. Arkadaşlarımız başta biraz direnseler de sonunda denileni yapmak zorunda kaldılar.

Düşünebiliyor musunuz, çalışıyorsunuz, didiniyorsunuz, milyonları aşıp o sıralara oturuyorsunuz ama sadece başınızı örttüğünüz için okuma hakkınızı kaybetmekle tehdit ediliyorsunuz. En büyük yaşam tarzına müdahalelerden biri de bu alanda yaşadım.

Yine aynı üniversite yıllarında, her türlü kıyafet ve şeklin serbest olduğu bir ortamda; mesela kirli sakal serbest, top sakal serbest, çeşit çeşit saç sakal serbest (ki olmalıdır da) ama düzenli sünnet sakal bırakan bazı arkadaşlara müdahale edildiğini de gördüm. Yine en büyük yaşam tarzına müdahalelerden biri de bu alanda yaşadım.

Üniversite hayatım boyunca, öğretmenlik hayatım boyunca, idarecilik hayatım boyunca o kadar çok rastladım ki bu duruma, anlatamam…

Bir ara bir taziye ortamında, tanımadığım biri, o dönem başbakanımız olan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili ipe sapa gelmez eleştiriler yapınca dayanamayıp müdahale etmiştim. Bir süre atıştıktan sonra birbirimizi ikna edemeyince evdekilerin müdahalesi ile sustuk.

Adam daha sonra yanıma gelip; kardeşim ben de inançlı bir insanım, eşim başörtülü, falan yerde çalışıyor, hatta 28 Şubatta çok sıkıntı çektik, deyince ona şunu söyledim: “Peki, değerli ağabeyim, şu anda rahat çalışabiliyorsa eşin ve başörtülü olsun olmasın herkes, bu kimin sayesindedir? Erdoğan’ın. Ve sırf bu hizmeti için bile olsa, başka hiçbir iş yapmasa bile ömür boyu bu adam desteklenmez mi? Hem başörtülü hem de başörtüsüz için bir çatışma ortamını sonlandırdığı ve Allah’ın açık bir emrini yasaklayanların yasağını kaldırdı için ömür boyu minnet duyulmaz mı bu adama?

Adam sustu, daha sonra bir iki karşılaştık, sen haklısın dedi.

Evet, ben hala öyle düşünüyorum.

Söz gelmişken, bu ülkede başbakan ve Cumhurbaşkanı eşleri, kızları bile sırf başörtülerinden dolayı horlanıp, devlet protokolünden, okullarından atılıp mağdur edilmediler mi?

Sadece Sayın Cumhurbaşkanımızın eşine ve kızlarına yapılan hakaretler bu ülkede kaç cilt kitap olur, ki hala o hakaret ve küçümsemeleri yapan haddi bilmezler var.

Milletin büyük bir çoğunlukla seçip iktidar yaptığı, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan yaptığı insanlar bile bu ülkede sırf inançlarından dolayı her türlü hakarete maruz kalmadılar mı?

Çok değil, daha birkaç yıl önce güneyde bir ilçede görev yapıyorum. Çok şükür devlet millet kaynaşmış ve gereksiz yasaklar son bulmuş. Çarşıda yürüyorum eşimle. Arkamızdan iki bayan laf atıyorlar; “ne o burası Arabistan mı, ışınlandık mı ya! Bu ne, bari siyah giyme. Örtünmek serbest oldu, bunlar iyice azıttı canım!...”

Ve bu laf atmaları defalarca yaşadık her seferinde duymazdan gelerek olay çıkmasın diye arkamıza dönüp bakmadık bile…

En son denizlide yaşanan olay sadece bir örnektir:

Beyinleri, zihinleri, yürekleri kapkara; gezici, din/millet düşmanı güruh durmadan yaşam tarzlarına müdahale edildiğinden yakınıyorlar ya...

Ki hepimiz bunun külliyen yalan olduğunu biliyoruz. 

İşte o güruh, Denizli'de bir derneğin yaptığı Osmanlıca sınavını dillerine dolayarak; hayâsızca, ahlaksızca, düşüncesizce saldırmış.  "kara çarşaflılar" diye de salyalamış gazete sayfalarını... 

Şimdi kim kimin yaşam tarzına müdahale ediyormuş?

Allah bu milleti sizin gibi İngiliz uşaklarının eline düşürmesin, amin.

Sizi gidi gece yarısına kadar fetocu darbeyi alkışlayıp gece yarısından sonra milletten yanaymiş gibi taklit yapanlar sizi...

Sizi gidi Almanların emri doğrultusunda milletin seçtiklerine çemkirerek üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Marmaray vb. dev yatırımları engellemeye çalışan mandacılar sizi... Sizi gidi Haçlılar sizi...

Düşünebiliyor musunuz, şu anda bile her fırsatta Cumhurbaşkanından başlayarak en sıradan vatandaşa kadar, kendileri gibi olmayan her kese en ağır hakaretlerle saldırıyorlar, ondan sonrada “yaşam tarzımıza müdahale ediliyor diyorlar.

Biraz vicdan olur insanda, biraz vicdan!

Yaşam tarzına müdahale mi, bu konuda kimse sizin elinize su dökemez bayanlar baylar!