"İş, ehli olmayana tevdi edildiği / verildiği zaman kıyameti bekle.” buyuruyor Allah Rasulü (sav)

Ehli olmayana, neden verilir ki iş, ehline verilmesi gerekirken?

Ehliyet ve liyakat sahibi insanları araştırıp, ortaya çıkarıp hak ettikleri görevleri kendilerine tevdi etmek gerekirken neden ehline verilmez ki iş?

"İşe göre adam” aramak yerine, neden "adama / adamına göre iş” bulma çabasına girilir ki acaba?

Kendi şahsi işleri için her ayrıntıyı en ince teferruatına kadar araştıranlar, söz konusu olan devletin ve milletin emaneti olunca neden bu kadar rahat davranabilirler ki?

Bütün bunlara neden ve hangi beklentiyle tevessül edilir ki?

Bu can alıcı sorulara cevaplar bulmamız gerekiyor mutlaka. Kamuda, bürokraside, yerel yönetimlerde hatta sivil toplum kuruluşlarında millete ait olan makamları, milletin bir emaneti olarak görüp, o makamlara en layık olanı arayıp bulmadığımız sürece sıkıntılar bitmeyecek anlaşılan.

Kim ya da kimler yapacak bunu, ya da böyle bir çaba var mı? Şahit oluyor muyuz, çevremizde, çalıştığımız kurumlarda, siyasette, sivil toplum kuruluşlarında, kısaca hayatımızın her alanında böyle bir çabaya? En layık, en verimli, en faydalı olacak kişi / kişileri ya da ehil, hazık insanları bulup çıkarma yönünde var mı bir gayretimiz?

Genelleme yaparak "hep böyle oluyor” demek haksızlık olur. Böyle bir iradeyi başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ortaya koyuyor, çok yönlü istişarelerle en isabetli olanı tespit etmeye çalışıyor. Bu manada siyasete kazandırdığı birçok insan var.

Keşke Erdoğan’ın bu çabası, bu arayış her yerde, her kurumda / kuruluşta olsa, keşke…

Ne yazık ki, olmuyor, nedense yapamıyoruz.

Ne oluyor o zaman?

Sonuç ne?

İşlerimiz tıkır tıkır işliyor mu?

Ne gezer…

Sırf siyasette, bürokraside bulunan etkili / yetkili adamlara sırtını dayamaktan başka bir meziyeti / vasfı olmayanlar sorarım size, ne üretebilir? Katkısı ne olabilir vatana, millete? Memlekete ne hizmeti dokunabilir?

"Kıyameti bekle” demek de bu zaten. İşler bozulur demek, işler yolunda gitmez demek, verim düşer, heyecan kaybolur demek. Olan da o kuruma / kuruluşa / dernek ve vakfa / sendikaya olur demek. Yani olan memlekete olur demek aslında. Daha ne olsun, "dostlar alış verişte görsün” tadında yürütülen işlerden ancak bu kadar olur demek. Daha da bir şey bekleme demek.

Halbuki, Allah Rasulü bunun için uyarıyor bizleri. İşler kötüye gitmesin, bulunduğumuz yerlerde ehil olmayanlar yüzünden devletin, milletin işleri aksamasın diye.

Rabbimiz, Kerim Kitab’ında bizleri açık açık uyarıyor ve emrediyor:

"Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” Nisa Suresi / 58

Emanetleri ehline verirken, insanlar arasında hükmederken, kılı kırk yarmak gerekmez mi? Kul hakkı değil mi bu? Devletin, milletin tek kuruşuna bile göz dikeni haklı olarak ayıplarken, kınarken hak etmedikleri makamları işgal edenler ve buna çanak tutanlar en büyük kul hakkına girmiş olmazlar mı?

Kur’an’ın, bu sarih / açık uyarılarını anlamamış olamayız. Bal gibi anlıyoruz. Her konuda olduğu gibi anlıyoruz, hem de iyi anlıyoruz. Ama iş uygulamaya gelince mazeretler, bahaneler, kılıflar bulmakta hiç mi hiç zorlanmıyoruz.

Ya da "yoğurdum ekşi” diyen falan yok mesela. Herkes kendini her konuda mahir, yetenekli, ehil ve liyakatli olarak görüyor. "Acaba bana tevdi edilen görevi layıkıyla yapabilir miyim?, hakkını verebilir miyim?, zira verilen görev aynı zamanda vebali olan bir sorumluluk, altından kalkabilir miyim? sorularını art arda kendine sormak yerine, "Benim ne eksiğim var, bu göreve mutlaka ben gelmeliyim” ısrarı ve arzusunu taşıyor.

Ya, yükselme arzusu tavan yapanlara, gözü makam ve mevkiden başka bir şey görmeyenlere kefil olanlar, arkalarında duranlar, bir yerlere taşıyanlar. Hiç sorumlu değiller mi? Bilmem, dile getirmeye bile gerek yok bence. Belki de asıl sorumlu olanlar onlar…

Bu meselenin bir başka boyutu daha var.  Sadakat da gerekir aynı zamanda. Sadık insanlar, güvenilir insanlar…

Neye sadakat peki?

Millete hizmet için var olan adil devlete sadakat, milletin değerlerine sadakat, ulvi olan değerlere sadakat, bayrağımıza sadakat, istiklal ve istikbalimize sadakat. 

Ve’l-hasılı kelam,

"Bir musibet, bin nasihatten evladır” diyerek bütün bu yaşananlardan gerekli dersleri çıkarıp, gereğini de yaparız inşaallah.

İstikbalin Büyük Türkiye’sini inşa edecek "ehliyet, liyakat ve sadakat” sahibi insanları yetiştirip onlara yarınları güvenle bırakırız inşallah.