Mevlana Celaleddin-i Rumi tarafından kaleme alınan Mesnevi'de kamu yönetimine ışık tutacak çok önemli hikayeler vardır. Eğer bu hikayeler ders almak için okunursa son derece günümüze nasıl bir ışık tuttuğu görülecektir. İşte bu hikayelerden birisini okuyucularımızla paylaşarak çıkarılacak dersleri izah etmeye çalışacağız.

HER ŞEY ASLINA RÜCU EDER

Cihan sarayında bir şah vardı. Tek derdi Hızır Aleyhisselam'ı görmekti. 'Bir kimse çıkar da bana Hızır'ı gösterirse ne dilerse veririm!' deyip dururdu.

O zamanlar yoksul bir adam yaşardı. Bir gün, yoksulluk canına tak edince kendi kendine gidip şaha 'Sen beni üç yıl kadar besle, ben de sana Hızır'ı göstereyim' diye düşündü. Üç yıla kadar ya ben ölürüm ya da şah ölür veya suçumu bağışlar veya bir yolunu bulup kurtulurum. Bu vesileyle hiç değilse bir süre sıkıntı çekmeden yaşarım diye düşündü.

Şahın huzuruna çıktı, önceden hazırladığı sözü arz eyledi. Şah, 'Kabul, ancak sonra Hızır'ı gösteremezsen seni öldürürüm!' dedi. Yoksul, çaresiz razı oldu. Bunun üzerine şah, yoksul adama istediği kadar mal ve para verilmesini emreyledi. Hemen buyruğu yerine getirildi.

 

 


Verilen mal ve parayı alıp evine dönen yoksul, üç yıl boyunca bolluk içinde zevk ve sefa ile yaşadı. Süre dolunca da kaçıp ıssız bir yere saklandı. Can korkusuyla tir tir titreyip dururken beyaz giysili, nur yüzlü bir ihtiyar gelerek selam verdi. Yoksul, selamı titreyerek aldı. Nur yüzlü ihtiyar, 'Niçin böyle korku içindesin?' diye sordu. Yoksul cevap vermedi. Nur yüzlü ihtiyar ant vererek, 'Halini bana mutlaka anlat, bir çare bulayım' diye ısrar etti. Zavallı adam bunun üzerine hikayesini başından sonuna anlattı.

Nur yüzlü ihtiyar; 'Gel seninle şaha gidelim, ben senin yerine ona cevap vereyim' dedi. Kalkıp giderlerken şahın aramaları için gönderdiği askerlerle karşılaştılar. Askerler yoksulu hemen tutup şahın huzuruna görürdüler. İhtiyar da onları izledi. Şah, 'Ben seninle bir sözleşme yaptım, seni öldürmem gerekir!' dedi.

Sonra başvezirine bakıp sordu: 'Bunu ne yapalım?' Başvezir, 'Bunu parça parça edip kasap çengeline asmak gerektir ki bunu gören başkaları da şaha yalan söylemesinler!' cevabını verdi. Nur yüzlü ihtiyar söze karıştı: 'Vezir doğrudur, her şey aslına döner.'

Şah ikinci vezire de sordu: 'Sen ne dersin?' İkinci vezir, 'Bunu kazana koyup kaynatmak gerek!' cevabını verdi. Nur yüzlü ihtiyar yine araya girdi: 'Vezir doğrudur, her şey aslına döner.'

Şah bu kez de üçüncü vezire döndü: 'Sen ne dersin?' Üçüncü vezir, 'Bunu parçalayıp fırında kebap etmek gerek!' cevabını verdi. İhtiyar tekrar aynı sözü yineledi: 'Vezir doğrudur, her şey aslına döner.'

 

 


Şah son olarak dördüncü vezire döndü: 'Bakalım sen ne dersin?' Dördüncü vezir, 'Şahım bu yoksula verdiğin mal Hızır Aleyhisselam aşkına verilmiştir. Bu da bulacağı hayaline kapılarak kabul eyledi. Şimdi bulamadığı için özür diliyor. Layık olan Hızır aşkına bu yoksulu serbest bırakmandır' cevabını verdi. İhtiyar tekrar aynı sözü yineledi: 'Vezir doğrudur, her şey aslına döner.'

Şah, nur yüzlü ihtiyara sordu: 'İhtiyar, vezirlerim birbirlerinden farklı şeyler söyledikleri halde sen her biri hakkında, vezir doğrudur, her şey aslına döner, dedin, bunun hikmeti nedir?' Nur yüzlü ihtiyar; 'Ey şah!' dedi. 'İlk vezirin kasap oğludur, onun için aslına çekti. İkinci vezirin aşçı oğludur, o da aslına uygun bir ceza tertipledi. Üçüncü vezirin ekmekçi oğludur, o da aslına uygun ceza tavsiye etti. Dördüncü vezirin asilzade imiş, onun aslına layık olan da merhamettir. Bu zavallıya acıyarak sevaba ulaşma maksadıyla serbest bırakılmasını istedi.

Ey şah, her nesne aslına çeker.'

İhtiyar, daha sonra şaha hayli nasihat etti, sonra 'İşte Hızır benim!' diyerek kayıplara karıştı. Şah hemen yerinden kalkıp dışarıya çıktıysa da nur yüzlü ihtiyarı göremedi. 'Hızır Aleyhisselam'ı görmeyi çok arzu ediyordum, Elhamdülillah gayeme ulaştım. Beni vezirlerimin soylarından da haberdar etti' diyerek yoksula bol bol mal verilmesini emreyledi.

BU HİKAYENİN KAMU YÖNETİMİNDE HATIRLATTIKLARI

 

 


Bu hikaye özelinde konuyu örneklerle açıkladığımızda sorunlar daha iyi anlaşılacaktır. Bu bağlamda, kamu kurumlarının tepe yöneticilerinin farklı davranış sergilediklerine sıklıkla şahit oluruz. Kimileri çok pratik, kimileri çok detaycı ve şüpheci, kimileri çok rahat, kimileri ise personelin ensesinde boza pişirir. İşte bu yöneticilerin hikayede olduğu gibi geçmişlerine baktığımızda bunların geçmişleri bizlere her şeyi bütün açıklığıyla anlatır. Genellemek çok doğru olmasa da çoğu zaman ortaya çıkan manzara bu şekildedir.

 


Düşünün ki yıllarca müfettişlik yapmış birisi bir kurumun tepe yöneticisi oldu. İşte burada yöneticinin geçmişi devreye girer. Bu yöneticinin her konuda son derece temkinli davrandığını ve herkesten şüphelendiğini görürsünüz. Yıllarca hata arayan ve denetim yaptığı kişilerin her açıklamasına şüpheyle yaklaşan bu kişinin idareciliğine geçmişinin yön verdiğini görmek şaşırtıcı değildir. Bunlar kolay kolay kimseye güvenmezler ve astlarının hazırladıkları evrak kolay kolay imzalanmaz. Bunların yardımcılarının da kendileri gibi teftiş kökenli olduğunu görürsünüz.

Yine yıllarca özel kalem müdürlüğü yapan bir kişinin geçmiş tecrübelerinden yararlanmak üzere genel müdür olarak atandığını düşünün. İşte bu noktada yöneticinin geçmişi devreye girer ve geçmiş tecrübeleri hemen bütün unsurlarıyla yönetime yansımaya başlar. Özel kalem müdürü olarak görev yaptığı dönemdeki önem verilen konuların yönetime yansıdığı hemen görülür. Ne yaparsam üstlerim memnun olur, ne yaparsam sıkıntı oluşur soruları havada uçuşur. Temsil, tanıtım vb. konular ile ilişki yönetimi merkeze oturur. Hiçbir temel mesele çözüme kavuşamaz. Özellikle şeref tribünlerinin memnuniyeti her şeyin önündedir. Yok tabiri ve mevzuat en sevimsiz kavramlardır.

Başka bir örnekle konuyu açıklamaya çalışalım. Yıllarca değişik danışmanlıklarda bulunan bir kişinin üst düzey kamu yöneticisi olması halinde danışmanlıklarda önem verilen konular yöneticiliklerde de önemli olmaya ve merkeze oturmaya başlar. Bunlar yıllarca yanında görev yaptıkları kişilere nasıl davranmışlarsa aynı davranışı astlarından da beklemektedirler. Bu nedenle üst düzey atamalarda atanacak kişilerin geçmişleri oldukça önemlidir.

Son bir örnek daha verelim. Yönetici olarak atanan kişi bir akademisyense astlarının çoğu onun için bir öğrenciden ibarettir. Bazen çok basit bir konu günlerce tartışılır ve yönetimi meşgul eder. Her konu önemli olup olmadığına bakılmaksızın en ince detayına kadar incelenir. Bir yazı günlerce imzadan çıkmaz. Hatta çoğu zaman sistem tıkanma noktasına gelir. Akademisyen kökenli yöneticinin geçmiş tecrübeleri ve konulara yaklaşımı aynen devam eder. En ilginç olan husus ise bunlar kimseyi de beğenmez. Çünkü,

çalışanların ne akademik titri vardır ne de çok iyi dil bilmektedirler. Bunlar için akademik titr ve yabancı dil her şeyin önüne geçmiştir.

Yukarıda anlatılan hikayede her şey aslına rücu eder denilirken acaba yıllar önce bugünkü kamu yönetiminde yaşananlar öngörülmüş müydü? Yoksa zaman geçse de yönetim ve yönetici davranışları aynen devam mı ediyor?

Lütfen kimse üzerine alınmasın, biz sadece bir analiz yapmaya çalıştık. İşin aslı sadece budur.

Ahmet Ünlü / Yenişafak