İşte o açıklamalar;

Milli Eğitim Bakanlığı belki de bakanlıklar içindeki en zor olanı.

Yaklaşık 19 milyon öğrenci, 1 milyon 200 bin öğretmen, 60 bin okul, on binlerce yönetici, 651 milyar TL bütçe...

Tüm bunların yarattığı ekosistemi yönetmek hiç de kolay değil.

Hiç bitmeyen şikayetler, hiç bitmeyen talepler, siyaset ve eğitim arasında sıkışmalar…

“Her şeyin başı eğitim, ezbere eğitim bizi bu hale getirdi, eğitim şart” gibi kalıp cümleler ise toplumun neredeyse tamamının dilinde ve bir baskı oluşturuyor.

Yaklaşık 19 milyon öğrenci aileleriyle birlikte düşünüldüğünde, toplumun hemen hemen tamamına temas etmek demek.

Bu da siyasiler için kırmızı çizgiye en yakın yerde durmak anlamına geliyor.

Galiba bu yüzden çok sık Milli Eğitim Bakanı değişiyor. Şikayetler arttıkça çareyi bakan değiştirmekte buluyor liderler.

Bugüne kadarki milli eğitim bakanlarının çoğuyla tanıştım ve hep benzer şikayetler dinledim. Talepler ve bireysel şikayetler arasında eğitim dünyasını yönetmek çok zor…

AK Parti iktidarlarının 8. Milli Eğitim Bakanı olan Prof. Mahmut Özer, siyasetin tarzı böyle devam ettikçe ne ilk ne de son tartışılan bakan olacak.

ÖĞRETMENDEN ÇİÇEK ALMAMA MESELESİ

Aslında eğitim sistemimizin genel sorunları ve konularını konuşmak istiyordum. Lakin herkesin dilinde olan, siyasetin tartışılan konusu haline gelen ve ne olduğu tam anlaşılmayan bir öğretmenden çiçek almamak ve onu yok saymak meselesini sormadan bu görüşmeyi yapamazdım.

Kendisini dinleyince meselenin hiç de tartışıldığı gibi olmadığını öğrendim ve şaşırdım. Biraz da yanlış bir tutum aldığını gördüm.

Önce olayı kendisinden bizzat aktarıyorum. İlk defa bu konuda konuşuyor.

Sonra neden şaşırdığımı ve yanlış tutum gördüğümü yazacağım.

“ÇİÇEĞİ FARK ETMEDİM”

“Beyoğlu’nda bombalı saldırı olduğu tarihin ertesi günüydü. Güvenlik ekibimize dikkatli olmaları için uyarılar gelmişti.

Hatay’da çok yoğun bir program içindeydik. Israrla Payas bölgesinde inşaat halinde bir okulu ziyaret etmemi istediler. Programımızda yoktu, biz de başka bir okul açılışına yetişecektik. Gitmek istemedim. Yine de milletvekilleri ve diğer yöneticileri kıramadım ‘Hızlıca gidip gelelim’ dedim.

Payas’a gittik. Çok yoğun kalabalık vardı. İnşaat alanından çıkarken, bir grup aniden önüme çıktı ve hızlı hızlı atanamayan öğretmenlerin sorununu anlatmaya başladılar. Çok kısa sürdü zaten. Konuşan kişiye 'tamam' dedim ve hızlıca diğer programa geçtik. Bu esnada basın danışmanım bu kişilerin spesifik talebi nedir diye sormak için onları bulmaya çalıştı. Ancak bulamadı.

Akşama doğru birden sosyal medyada ve sonra ana akım medyada bu olayın büyük bir gürültüyle yayıldığını gördüm.

Meğer ben hanımefendinin çiçeğini almamışım, onu dinlememişim, kulağımı kaşımışım ve ona değer vermediğimi gösterip oradan çekip gitmişim!

Bakın şimdi, ben o hanımefendinin elinde çiçek olduğunu fark etmedim. İster inanın ister inanmayın, görmedim. O kargaşada ne dediğini anlamaya çalışıyordum, bir yandan da karışan programı ve yetişmemiz gereken açılışı düşünüyorum.

Ne yani ben bir kadını rencide etmek için onun elindeki çiçeği almayacağım, kulağımı kaşıyacağım ve hiçbir şey demeden arkamı dönüp gideceğim öyle mi? Olacak şey mi bu?

Ayrıca insanım ben de. Hasta oluyorum, zihnim meşgul oluyor, ortam karışıklığı dikkatimi dağıtıyor, kulağım kaşınıyor… tüm bunlar olamaz mı? Görmedim, fark etmedim çiçeği. Neden buradan bir hakaret çıkarıyorlar da, ‘Bakan çiçeği görmedi, almayı unuttu’ diye düşünmüyorlar? Ayrıca bu tür çiçek ve hediyeleri protokol görevlileri alır.

Gerçekten bazen insan tüm olup bitenlere şaşırıp kalıyor.”

Görüntüyü dikkatlice birkaç kez izledim. Bakan konuşan hanımefendiye bakıyor, etrafa bakıyor ama çiçeğe hiç bakmıyor. Ortamın kargaşası görüntüden belli oluyor. Ayrıca o çiçeği elinde tutan kişi ve arkadaşları basına hiç konuşmadılar, rencide edildiklerini söylemediler ve bir daha görülmediler.

Şahsen Bakan’ın çiçeği fark etmediğini, yüzlerce kez duyduğu atanamayan öğretmenler konusunu dinledikten sonra programına devam ettiğini, hakaret ya da yok sayma amaçlı bir davranışı olmadığına ikna oldum. O gün hasta olduğunu, kulağında ve üst solunum yolunda sorunlar yaşadığını da söyledi.

NEDEN AÇIKLAMA YAPMADI?

Fakat haklı olduğunu düşündüğü bir konuda, sonradan büyük tartışma yaratan bu “krizde” neden açıklama yapmadı? Bu bir iletişim hatasıydı kanımca. Bu şekliyle sordum:

“Açıklasak ne olacak? İnsanlar inanmak istediği şeye inanıyor. Hasta olduğumu, fark etmediğimi söylesem inanacaklar mıydı? Sanmıyorum. 20 saniyelik görüntüye bakıp hüküm veriyorlar. Bizim tüm yaptığımız çalışmalar da buna kurban ediliyor.”

Ancak bir açıklama yapılmamasını bir iletişimci olarak yanlış buluyorum yine de.

Hem hak etmedikleri bir ithamla karşılaştılar, hem de kamuoyunun böyle bir açıklamayı duyma hakları olduğu kanaatindeyim.

MAHMUT ÖZER SİYASETÇİ DEĞİL, TEKNOKRAT

Bakan öfkeli… Öfkesinin sebebini de çok iyi anlıyorum. Mahmut Özer siyasetçi değil, bir teknokrat. Bir siyasetçi gibi davranmıyor. Siyasetçi gibi düşünse, o çiçeği almadığında ya da o kişiye çok yakın ilgi göstermediğinde sorun çıkacağını bilirdi.

Kendine göre prensipleri, kuralları, ajandası var. Ömrünü eğitime adamış, bu konuda 9 kitap yazmış, yüzlerce makale yayınlamış ve şimdi ideal bir eğitim sistemi için büyük emek harcıyor.

Mesela okul öncesi eğitim alan 5 yaşındaki öğrenci oranının %65’ten % 98’e çıkmasını çok önemsiyor. En büyük tartışma konusu olan ara elaman, meslek liseleri sorununu büyük bir oranda çözülme aşamasına girmiş olmasını sürekli gündeminde tutuyor. İlk defa okulların ihtiyacı için bütçeler gönderilmiş, özlük hakları düzelmiş bunları konuşmak istiyor…

Bu ve benzeri önemli gelişmeler olurken, birden farkında olmadığı bir çiçek verme-alma meselesi yüzünden günlerce linç edilmesi ağırına gidiyor…

Bu bir öfkeye neden oluyor işte.

Ben kendisini eski MEB Bakanı Prof. Ömer Dinçer’e benzetiyorum. O da siyasetçi değildi, o da ilkelerine, kurallara uygun değilse tüm istekleri reddederdi. O da Milli Eğitim Bakanlığı'nda çok hayati değişimler yapıyordu.

Ancak siyaset böyle sert duruşları sevmez.

Seçmen işleri görülsün ister. Taleplerinin kurallara uygun olup olmadığına bakmaz. Öğretmen her şey onun istediği gibi olsun ister, veliler çocukları en iyi eğitimi alsın ister, yüz bin öğretmen adayı hem atanmak ister, siyasiler taleplerim yerine getirilsin yoksa seçimi kaybederiz der…

Tüm bunlara hayır derseniz, şimdi değil derseniz, bunlar sistemi bozar derseniz şikayet edilirsiniz, sevilmezsiniz.

Mahmut Özer’de gördüğüm durum budur.

Yazdığı 9 eğitim kitabı, tüm kariyerini eğitim sistemi içinde geçirmesi ve ideal bir eğitim sistemi kurma hayali, onun farklı şeylere odaklanmasına neden oluyor. Siyasetin, medyanın, seçmenin odaklandığı konular ona asıl mesele olarak gelmiyor.

Lakin siyaset böyle değildir.

ARA ELAMAN SORUNU VE MESLEK LİSELERİ PROBLEMİ

Ankara’ya giderken uçakta karşılaştığım Çevre ve Orman Eski Bakanı Osman Pepe, MEB Bakanı ile görüşeceğimi öğrenince ticari işlerinde ara elaman bulamama sorununu anlattı bana. Meşhur “Artık kaynakçı bulamıyoruz” şikayeti yani. Birçok kişinin dilinde bu sorun var.

Meslek liselerinin 28 Şubat döneminde katsayı sınırlaması yüzünden tarumar olmasından bu yan bu krizi yaşıyoruz aslında.

AK Parti ancak 2012 yılında meslek liselerindeki katsayı sorununu düzeltti. Fakat sanayide, hizmet sektöründe meslek lisesinden mezun olacak ara elaman sorunu bir türlü çözülemedi.

Bakan Mahmut Özer, bu konuda son derece ciddi bir girişimde bulunarak çözüm üretmiş. Sanayici ve diğer sektör temsilcilerini toplamış. Okulları ben yapayım, sizden para istemiyorum, okulları birlikte yönetelim ve ihtiyacınız olan ara elamanları burada yetiştirelim demiş.

Ayrıca okullara döner sermaye koyarak öğrenci, öğretmen ve okulun gelir elde etmesini de sağlamış.

1-2 YIL İÇİNDE ARA ELAMAN SORUNU ÇÖZÜLMÜŞ OLACAK

“Bakın TOBB ile birlikte meslek liseleri açtık. Organize sanayi bölgelerinin neredeyse tamamında Mesleki Eğitim Merkezi açtık. Buraları o sanayi bölgesindeki işverenlerle birlikte yönettik. Hangi ara elamana ihtiyacı varsa onları yetiştirdik. Geçen yıl 2 milyar TL döner sermaye elde edildi. Bunun bir kısmı öğretmen ve öğrenciye verildi. Bu bir teşvik anlamına geliyor aynı zamanda.

2020 yılında 159 bin çırak sektöre katılırken, 2022 yılında 1 milyon 200 bin çırak sektöre katıldı. Bakın en geç 1-2 yıl içinde ülkedeki ara elaman sorunu tamamen bu sistemle çözülmüş olacak.”

Bu büyük iddia karşında yüz ifadem nasıl olmuşsa Bakan inanmadığını düşünerek hemen bir teklifte bulundu.

“Birazdan İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı ve ekibi buraya gelecek. Onlarla konuşun ve ara elaman meselesini sorun” dedi.

Kabul ettim.

İSO Başkanı Erdal Bahçıvan Bakanlıkla yaptığı çalışmaları anlattı ve yıllardır süren ara elaman sorununu çözümü için çok önemli adımlar atıldığını söyledi. Bunu rakamlar ve istatistiklerle de destekledi. İkna oldum.

VELİLERDEN PARA ALAN OKULLARA SORUŞTURMA

Benim de çocuklarım devlet okullarında okudu. Sık sık okul yönetiminden tamir, bakım, araç gereç için ücret talep ediyorlardı.

İlk defa Bakan Özer döneminde okullara bu ihtiyaçları için ödenek gönderildi ve velilerden kayıt parası dahil, para istenmesi yasaklandı.

Buna uymayan 410 okula soruşturma açıldı. Sonuçlanan 227 soruşturmada 53 okul yöneticisine disiplin cezası, 5 okul yöneticisi için de görevden alma talep edilmiş.

Okullarda ders kitapları haricinde, yardımcı kitaplar da ücretsiz olarak dağıtılmış. Bu kitapları üreten şirketlerin şikayetine neden olmuş tabii konu.

OKUL ÖNCESİ EĞİTİME NEDEN BU KADAR ÖNEM VERİYOR?

“Araştırmalar gösteriyor ki, okul öncesi eğitim alan öğrenciyle, alamayan öğrenci arasında tüm eğitim hayatı boyunca ciddi bir makas oluşuyor. Genellikle sosyoekonomik durumu iyi olan aileler çocuklarını anaokuluna gönderiyordu. Durumu iyi olamayan aileler ne yapacak? Bu eğitimde fırsat eşitliğine ve erişilebilirlik hakkına aykırı bir durumdur. Türkiye genelinde devletin 2 bin 782 anaokulu vardı. Bu sayı 8 bin 786 oldu.

5 yaş çocuklarda okullaşma oranı bir yılda % 65’ten % 98’e çıktı.

Şimdi burada özel anaokulları bana tepki gösteriyor. İnsanlar çocuklarını devletin anaokuluna gönderiyor diye. Tamam da biz özellikle sosyoekonomik durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına devlet olarak eğitimde fırsat eşitliği, eşit erişilebilirlik sunmayacak mıyız? Bana göre devletin tam da görevi budur.”

MADDE BAĞIMLILIĞA KARŞI BÜYÜK BİR KAMPAMYA BAŞLIYOR

Öğrenci babası olarak benim de çocuklarım için en çok endişelendiğim konulardan biri okul önlerinde uyuşturucu maddelerinin satılması, lise, ortaokul düzeyine inmiş madde bağımlılığı sorunudur.

Muhalefetin de çok sık eleştirdiği konulardan biri buydu.

Milli Eğitim ve İçişleri Bakanlığı şimdi ortak bir proje başlatıyorlar. Adı “Aile Okulu”. Hedefleri tüm öğretmen, öğrenci ve velileri bağımlılık konusunda eğitmek ve uyarmak. Ocak ayında başlayacak projeyle bir ayda tüm öğretmen ve öğrencilere, ulaşabildikleri velilere bu eğitimi vermeyi amaçlıyorlar.

Sadece madde bağımlığı değil, internet bağımlılığı dahil, tüm bağımlılık davranışlarına karşı bir mücadele kampanyası bu.

Doğrusu çok önemli bir proje. Yakından takip edeceğim.

KÖY OKULLARI YENİDEN AÇILIYOR

4+4+4 eğitim modeli ve taşımalı sisteme geçildikten sonra köy okullarının büyük bir kısmı kapanmıştı. Bu taşımalı sistem yüzünden aynı zamanda tarımsal üretim de büyük zarar görmüştü. Bu aslında AK Parti döneminin bir hatasıydı.

Şimdi bunu tersine çevirecek bir çalışma yürütülüyor.

Bugüne kadar 2 bin 400 köy okulu tekrar açıldı ve taşımalı sistemden vazgeçildi. Ayrıca bu okullarda halk eğitim kursları da açılarak köydeki insanların da çeşitli konularda eğitim alması ve sosyalleşmesi sağlanmaya çalışılıyor.

MAHMUT ÖZER EĞİTİM İÇİN BİR FIRSAT OLABİLİR

Tanımayanlar soğuk ve mesafeli bulur Mahmut Özer’i.

Ama yakından tanıyanlar ise mesleğine aşık, idealist, işini dürüst yapan biri olarak bilir.

Güler yüzlü olup, iletişim faaliyetlerini arttırması, biraz daha siyasi davranmasının ona siyaseten katkısı çok olacaktır muhakkak.

Ancak Bakan Özer’in bir siyasi kariyer beklentisi ya da planı olduğunu sanmıyorum.

Tüm eleştiri ve tepkileri göze alarak, milli eğitimde köklü reformlar ve iyileştirmeler yapmaya odaklanmış birisinin kişisel hesaplarının olabileceğini zannetmiyorum.

Şahsen Özer’i tanımıyordum. Ancak tanıdıkça idealist bir eğitimci olduğuna inandım.

Fazla sübjektif bir değerlendirme olarak gelebilir ama bu köşeyi takip edenler inanmadığım şeyleri yazmayacağımı bilir.

İdealist bir eğitimcinin ülke için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

Atanamayan 100 Bin kişinin organize çalışmaları tüm bakanları, siyasileri ve medyayı etki altına alabilir. Ancak bunu konuştuğumuz kadar üniversitelerde iyi eğitimciler yetiştirilip yetiştirilmediğini tartışmadık.

Bir gıda mühendisi, bir işletmeci, bir iletişimci neden öğretmen olmak istiyor? Yeterli eğitim formasyonuna sahipler mi? Milli Eğitim Bakanlığı devlette işe girmenin yegane kapısı olmalı mı?

Öğretmenlerin idealist yönlerini, kapasitesini, çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğini daha az konuşuyoruz.

Eğitim ve öğretimde dünyadaki yerimizi tam olarak kimse bilmiyor.

Tüm bunları tartışmıyoruz.

Ancak atanamayan bir öğretmenin Cumhurbaşkanına ya da bakana söylediği bir söz, veremediği bir çiçek günlerce gündemimizi işgal edebiliyor.

Sizce doğru bir yerde miyiz?

KEMAL ÖZTÜRK-Habertürk