Selçuk'un açıklamalarından satır başları ise şöyle:

Bu uzun soluklu bir iş, maraton işidir. Meseleye bütünsel baktığımda gördüğüm şey şu, içine girdikçe bu işin yapılabileceğine dair inancım artıyor. Türkiye'nin eğitim sistemini çok kötü olarak, umutsuz olarak tanımlamak çok doğru değil. Eğitimi Türkiye'nin en büyük sorunu değil çözümü olarak görüyorum. 1 sene içinde eğitim sisteminin tümünü değiştirmek, dönüştürmek gibi bir sorunumuz yok. Neyi ne zaman nasıl yapacağımızı somut olarak göstermemiz gereken bir iş. Vizyon Belgesi'nde dedik ki, 'Türkiye'de eğitimde ay ay, yıl yıl şunlar olacak. Adım adım yapacağız ve ne yapılacağını önceden göreceksiniz'. Bunu söylüyor olmanın getirdiği rahatlık ve tedirginlik var. Topluma sürekli değişen her an sürpriz bakış açımız yok. 4 sene sonra hedeflediğimiz noktayı somut olarak yazıyoruz. Onun şimdi beklenmesi de çok doğru değil. Bir şeyi zamanından önce yapamazsınız.

Türkiye eğitimde AK Parti döneminde bunu çok bilerek söylüyorum, öğretmen ataması, derslik yapımı, dijital atılımlar dünya tarihinde gerçekten sınırlı başarılardan birisini ortaya koydu. Ben 2003 yılında Talim Terbiye Kurulu Başkanıydım. Hayal ediyordum, bunun ötesine geçildiğini rahatlıkla söylerim. Türkiye bir darbe geçirdi. Türkiye çok büyük küresel zorlukların içerisinde.Biz kendimizi şikayet değil çözüm makamı olarak görüyoruz. Türkiye bunu yoluna koyacaktır. 2 milyar doların üzerinde bir yatırım bütçesi varken bu sene 9 milyon dolar civarına düştük ama ben bunu şöyle görmüyorum. Önemli olan bizim hedefimiz, yol haritamız var mı? Dönemsel olarak Türkiye'de belli şanssızlıklar ya da şanslar yaşanmamış olabilir.

'İNŞAAT MESELESİ BİR SÜRE DAHA DEVAM EDECEK'

Asgari üç kadar fark var. Bu farkın dezavantajlı boyutu var. AB üyelerinin tamamına yakını yatırım bütçelerini ARGE ve kaliteye harcıyor. Biz inşaata harcıyoruz. Depremle ilgili bazı hususlar konusunda yatırım planlarımız var. Bundan dolayı inşaat meselesi bir süre daha devam edecek. Veli katkısı, satın alma parametresini düşünürsek, bizim okulları bitiriyor olmamız elbette önemli. Ama okullar arasındaki imkan farkını azaltmamız daha da önemli. Okullar arasındaki imkan farkını azaltmak, bir baz oluşturmak çok önemli. Bu baz oluşturulduktan sonra uluslararası rekabete açılabiliriz. Bizim okullarımızın imkanlarını eşitlemek ya da birbirine yakınlaştırmak anlamında farklı senaryolar var. Yıllık 20 milyan artı tl yapıldığında başka açılımlar sözkonusu olabilir. Altayıpı tamamlamamak için bir 100 milyar TL lazımdır.

'ÖĞRETMENLİĞİN KURUMSAL VE KAVRAMSAL DÖNÜŞÜMÜ ŞART'

Küresel olarak baktığımızda eğitim paradigmal bir dönüşüme gidiyor. Bütün bunlar eğitimi bugünden tezi yok dönüştürmek gereksinimi ortaya koyuyor. Türkiye'nin de bütün dünyanın sorunu enformasyon bombardımanı. Bizim parlayen nesne sendromu dediğimiz sürekli olarak birşeylerin parlaması, odağın kaybolması, enformasyon bombardımanına rağmen bilgi üretiminde problem olması. Bilginin de ömrünün sürekli yarılanması bütün dünyanın problemi. Öğretmen yetiştirme elbette tarihsel bir problem bizim ülkemizde. Zamanın ruhu dediğimiz şey, yani önceden şu yapılmamış, bu yapılmış meselesi değil. Herkes 1,2,3'ünü yaparsa biz ilerleyemeyiz, 4,5,6 demesi lazım. Öğretmen meselesini kurumsal ve kavramsal olarak da dönüştürmemiz lazım. Bu anlamda YÖK'le işbirliğimiz var. Belirli eğitim fakülteleri pilot olarak alıp uygulamasının yüksek olduğu, doğrudan doğruya eğitim sisteminin sahadaki yansımalarını dikkate alan bakış açısıyla girişimiz başladı.

'HAYAT İLE EĞİTİM BİRBİRİNE ÇOK YAKIN'

Öğretmen yetiştirmede de yeni ufka ihtiyacımız var. Türkiye'de öğretmen yetiştirme damarı var. Bunun üzerine inşa edebiliriz. Bu bizim öz malımız, kendi geleneğimiz. Zaman zaman istismar edilse de bu toplumun değerlerini dikkate almayan uygulamalar olsa da önemli olan metoddur. Bizim öğretmen yetiştirme konusunu kitlesel olandan kişisel olana da dönüştürmemiz lazım. Fabrika yemeği ile anne yemeği arasındaki fark neyse odur. Öğretmen yetiştirmede şahsiyet çok önemli. Çocuk güçlü bir şahsiyet görürse ondan etkilenerek kişiliği değişir, dönüşür. Eski tecrübelerimizi dikkate alan, uygulamalı ders oranı çok olan. Son kapatılan öğretmen okullarında yüzde 50 civarında uygulamalı eğitimler var. Eğitim ve hayat birbirine çok yakın.

'KATSAYI KALKTIKTAN SONRA MESLEK EĞİTİMİ DÜZELMEDİ'

İmam Hatipler'i kapatmak ya da zarar vermek için meslek eğitimine verilen zarar ve sonrasında katsayılar vesaire. Bu zararın dönüştürülmesi konusunda sıkıntımız oldu. Katsayı kalktıktan sonra meslek eğitimi düzelmedi. Meslek liselerine verilen zararın süreci içerisinde sektör dijitalleşti, küreselleşti ama biz hala konvansiyonel meslek lisesinde kaldık eğitim içeriği bakımından. İllerimizde sektör dağılımına ve o illerdeki okullara baktık, örtüşme çok düşük. Meslek liselerimizden mezun olanların sadece yüzde 8'i kendi alanında çalışıyor. Sektör diyor ki, 'senin okullarının yüzde 10'unu bu çağa uygun buluyorum, dönüştür' diyor. Bu dönüştürülebilir mi, tabii ki. Fakat altyapı lazım. Mesela askerlik sorunu var, Askerlik Yasası'nı değiştirdik. Özel sektör meslek eğitim merkezi açamıyor dediler. Mesleki eğitimin bizde yüzde 4,5 özel sektörde.

'İŞ GARANTİLİ MESLEK OKULLARI AÇIYORUZ'

İthalat analizine baktığmıızda ahşap oyuncak ithalatımız var okulumuz yoktu. Okul açtık. Futbol hakemliği ile ihtiyaç var okulunu açıyoruz. Çim teksiyenliği yılda 1500 ihtiyaçtan bahsediyor sektör, bunun okulunu açıyoruz. İTÜ'nün içine okul açtık. Yapılagelen birçok uygulama, çok pahalı makinalar var, o zaman fabrikanın içi okul olsun dedik, mevzuatımızı değiştirdik. Sektörle tamamen uyumlu haldeyiz. Büyük bir patlama var. Sadece 2 ayda çıraklık eğitim veren kurumlarda yüzde 67 artış oldu. Son 10 yılda 29 patent çıkaran meslek okullarımız var. Meslek okullarımızı artık sanayinin sektörünün içine birebir koyuyoruz. Mesleki eğitimdeki öğretmenlerimizin tamamının becerilerini bugünün becerilerini örtüştürmek için diyelim ki havacılık sanayi ile havacılık okullarımızı ilişkilendirdik. İş garantili okullar açıyoruz. Hepsi bu çağın beklentilerine uygun. Hastanenin içine yaşlı ve hasta bakımı okul açıyoruz. Bunların tamamı iş garantili. 200'e yakın otelin içine okul açmak gibi bir talep var.

'YAPTIĞIMIZ ÇALIŞMADA HER BİR OKULUMUZA PUAN VERDİK'

Cumhuriyet tarihi boyunca bu şekilde olagelen bir durum. Konuyla ilgili hazırlığımız var. Bir endeksleme yaptık. Her bir okulumuzun okul aile birliği, gelir, kantin durumu, öğrenci sayısı, hangi mahallede olduğu, o şehir ve mahalledeki sosyo ekonomik gelişmişlik analizleri. Her bir okulumuza bir puan verdik. Bazı okullara 100 TL, bazı okullara 15-20 TL veriyoruz. Bu anlamda çalışmamız hazır. 2020 bütçesi içerisinde. Bunun bütün okullara verilmesiyle ilgili hazırlığımız var. Yaklaşık 2,5 milyar TL civarında. Biz veli katkısını her zaman önemsemeliyiz, hayırsever katkısını önemsemeliyiz. Bizim çocuklarımızın dünyadaki akranlarıyla yarışıp, yarışmama meselesi.

'İNSAN YETİŞTİRMEK YERİNE SINAVA ADAM HAZIRLIYORUZ'

Stratejimiz zayıf okuldan merkeze doğrudur. Meslek okullarındaki hamilik, kardeş okullar meselesi. Tasarım becerisi atölyesi açtık imkanı zayıf olan okullara. Zayıf olan okula temel katkıyı sağlamazsak aradaki fark giderek açılıyor. Giderek farkın azaltılması riskini azaltmış oluyoruz. Tasarım beceri atölyesi bizim yaklaşımımızın ana eksenlerinden bir tanesi. Türkiye gibi ülkelerde sınav çok baskın. Okullar arasındaki fark yüksek. Herkes belli okullara gitmek ister. Sınavın baskısı arttığınrda eğitim insan yetiştirmek yerine sınava adam hazırlamaya çalışır. Tasarım beceri atölyesi sınav sistemi içerisinde a, b, c işaretleyen, hayatı kuşatmakta zorlanan nesillere yol açıyor. Misafir olduğunda çıkmıyorlar, soru çözüyorlar, sınava hazırlanıyorlar. Değer sbistemini aktarmakta zorlanıyoruz.

'BECERİ ATÖLYELERİNİ BÜTÜN OKULLARA YAYMAMIZ LAZIM'

Bunu yaptığımızda çocuk binlerce tecrübe edinecek. Mühendislik, tarım, spor, sanat, drama atölyeleri olacak. Bunu binlerce kez yapan çouk neye yatkın olduğunu farkedecek. 5 bin küsur okulumuzda var bu beceri atölyeleri. Tüm okullara yaygınlaşması lazım.

'BİZİM BU KONUDA GELENEĞİMİZ VE DAMARIMIZ VAR'

Eğitim kavramsal olarak mutabakat ister. Ülkenin ortak hedefi, ideali yoksa eğitim milletleşme sürecini ortaya çıkaramaz. Mesele mutabakat ve milletin ortak paydasını güçlendiren eğitim felsefesi yaklaşımı. Güney Kore bambaşka bir disipline sahip. Finlandiya daha insan doğasına saygı gösteren yaklaşımı var. Biz öyle mi, böyle mi olalım meselesi değil. Bizim zaten damarımız ve geleneğimiz var. Ben pratik adamıyım.Yıllarca sınıfın içerisinde bulunmuş ve hepsinin pratiğini bilen, geliştiren, danışmanlık, akademisyenlik yapan birisiyim. Şu anda beklentimiz bu altyapıyı belli bazı oluşturacak şeye sahip olmak. Okullar arasındaki farkı azaltmak, imkan ve öğrenme farkı.

'DİL DE BAŞARILI OLAMAZSA MATEMATİKTE DE BAŞARISIZ OLUR'

Aralık ayında Pizza sınavının sonuçlarının açıklanmasıyla Daha da iyi olacağımız bir süreç geliyor. Okuduğunu anlama becerisi mesela. Anlamıyorsa matematik, fen, fizik yapamıyor. Belli çocuklarımız ciddi dezavantajlı, ortaokulda okuduğunu anlama sorunları var.a İyileştirme programımız var. Onbinlerce çocuğu özel eğitime aldık. Çok başarılı oldu çalışma. Okuduğunu anlamanın da altında yatan dil üzerinden gidelim istedik. Dil meselesini Türkçe'de halledemezsek yabancı dilde, matematikte sıkıntımız olur. Çocuklarımızın kelime dağarcığı, dili öğrenmesi, dört beceriye dayalı eğitim sistemi. Hangi yaşta hangi kelimeyi bilmesi gereği. Bunu da 2020 yılının ortasında yapacağız hızlı bi şekilde.

'TATİLİ AZALTMADIK SADECE YAZ TATİL SÜRESİNİ KISALTTIK'

Üç ay tatil Türkiye'de niye var? Şimdi bu alışkanlık bütün ülkelerde kaldırıldı da bizde niye devam ediyor? Asıl önemli olan şey şu, bu basit takvim değişikliği değil. Türkiye'de 180 okul iş günü, Avrupa ortalaması 200-210 gün, Japonya 240. Biz bu iş gününü arttırma derdinde değiliz. Deniliyor ki yaz tatili ne kadar uzun olursa unutma o kadar uzun olur deniliyor. Yaz tatili uzun olursa sosyal sınıflar arasındaki öğrenme farkı ortaya çıkar deniyor. İmkanı olan veliler çocuklarına eğitimsel değer katar ve çocuklar arasındaki fark iyice artar deniliyor. Öğretmenlerimiz okul bitiyor, yılın yorgunluğu var.Sistem meslektaşlarımıza burada bir 10 gün daha kalacaksın diyor. Öğretmen dinlenmek istiyor. Yüzlerce çocukla sürekli olarak ciddi eşik üzerinden ilgilenmeyi gerektiren bir iş. Hakkıyla yapıldığında çok ciddi bir iş. Öğretmenimize 'biz sizin tatil sürenizi değiştirmeik'  diyoruz. Haziran'ın ilk iki haftası bütün Türkiye tatilde miydi? Eylül'ün ikinci haftasında çocuklarımız neredeyse Kasım'ın ikinci haftasında aynı yerdeler. Tatil süresini azaltmadık sadece yaz tatilini kısalttık.

'İMAM HATİPTE ZORLAMA VAR DEMEYİ KİŞİSEL OLARAK KABUL ETMİYORUM'

İmam Hatip konusu Türkiye'nin genel siyasetinin konuşulurken kullanıldığı bir araç olarak değer oluşturmuş. 28 Şubat döneminde yüzde 8'lerden yüzde 1'lere indiğinde birilerinin mutlu, birilerinin mutsuz olması vesaire. Bunun üzerinden meseleyi anlamak kolay değil. Mesele şu anda 'çok fazla imam hatip var' söylemi subjektif. Daha fazla açılsın diye bir çabayı görmüyorum, kaliteyi arttıralım diye çaba görüyorum. Bir dönem yüzde 1'lere inmiş olan imam hatiplerin belli seviyeye getirilmesi aslında doğal süreç. Yüzde 1'lere indirildiği için tepkisel bir şey oldu. LGS sınavındaki seçmelere bakarsanız ilk üçüne kendi istediği okulu koyabilir, dördüncü beşinci sıraya imam hatibi koyabilir. Bu yıl için bir zorlama var, zorla gönderiyoruz, bunu kişisel olarak kabul etmiyorum.

'LGS YAPILDIKTAN SONRA ŞİKAYET ÖNEMLİ ÖLÇÜDE AZALDI'

Meseleyi imam olsun diye, imam hatibe gidiyorlar diye sınırlandırırsak doğru olmaz. Oraya gönderen vatandaşımız dini konularda daha çok eğitim alan mühendis olsun çocuğumuz diyor. Bu meselenin toplumsal gerçekliği bu. Zorla çocuğu göndereceksek biz orada yokuz zaten. Biz mevcut imam hatiplerde kalitenin arttırılması konusunda sivil toplumun ve özel sektörün çabasını kaliteyi arttırma olarak görüyorum. LGS yapıldıktan sonra geçtiğimiz seneye göre 'çocuklar zorla gönderidiler' şikayeti önemli ölçüde azalmış durumda.

'ÖĞRENME VE İMKAN FARKININ AZALMASI BİRİNCİ ÖZELLİĞİMİZ'

Toplumda bir değişiklik var diye değişiklik yapmam, yaparsam şimdiki çözümüm gelecekteki sorunu olur. Altyapı olmadan değişiklik yapmayız. Bu çocuklar deneme tahtası değil. Bu toplumsal talep meselesi elbette. Uygulamada şöyle bir şey, ben okul öncesi eğitimi zorunlu kılarsam bununbana sosyal, psikolojik maliyeti nedir? Altyapıda 21 civarında derslik gerekiyor. 14-15 parametrede hazırlık yapmanız gerekiyor. LGS'nin değişmesi bizim eğitim sistemimizin iyileşmesinin ana aktörlerinden birisi değil, bizim için ikinci parametre. Öğrenme, imkan farkların azaltılması bizim için birincil değerler. Kalite, dil, dijital, meslek eğitimi altyapısına uygun olarak yaptıklarımızdır mühim olan.

'COĞRAFYA, TARİH, MATEMATİK KESİNLİKLE SEÇMELİ OLMAYACAK'

Çok net olarak söyleyeyim, matematikte seçmeli ders olacak dediler. Böyle bir şey yok. Tarih seçmeli değil. Aksine mevcuttan daha fazla öğretim geliyor. Tarihi coğrafyada geçen, yemeğin, giyisinin, mekanların olduğunu mekansal hadise olarak görüyorum. Meseleyi bildiğimiz tarih anlamında zorunlu ders olarak devam ettiriyoruz. Lise 1'de sosyal bilimler dersi var. Tarih, coğrafya, mimari yekpare veriliyor. Niye anlam temeli oluşsun diye? Bütün bunları bütünsel algılamakla ilgili tarihe bakıştaki 100 yıllık değişim,  dönüşüm neyse. Bu anlayışın dünyada gidişatını görüyoruz, Türkiye'nin de bundan yararlanması lazım. Tarih dersimiz kaldırıldı, isteyen alacak, isteyen almayacak, matematik seçmeli olacak, bu net bi şekilde yok.