Bir okuyucumuz MEB’de şeflerin sınava girmeden ve duyuruya çıkılmadan sayman kadrosuna atandığını belirtmektedir. Ayrıca sorusunda; “duyuruya çıkılması gerekmiyor mu, bu haksızlık değil mi, bunun bir usulü yok mu?” diye ilave ediyor. Yeni Şafak'tan Ahmet Ünlü'nün yazısı...

Millî Eğitim Bakanlığı Personelinin Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği ve Yer Değiştirme Suretiyle Atanması Hakkında Yönetmelik’in 1’inci maddesinde; bu yönetmeliğin amacının, Millî Eğitim Bakanlığının merkez ve taşra teşkilatına ait kadrolara, liyakat ve kariyer ilkeleri çerçevesinde, hizmet gerekleri ve personel planlaması esas alınarak görevde yükselme ve unvan değişikliğinin yapılacağı belirtilmesine rağmen sayman kadrosuna şefler arasından sınavsız atama yapılmaktadır.

Yönetmeliğin 5 ve 6’ncı maddeleri şeflerin sınavsız olarak sayman kadrolarına atanmasına cevaz vermektedir. Ancak okuyucumuzun da belirtmiş olduğu gibi sayman kadrosuna maaşın yüksek olması nedeniyle şefler arasından çok fazla atanma talebi olduğu anlaşılmaktadır. Yine anlaşıldığı kadarıyla bu kadroya atama için uzun süredir görevde yükselme sınavı yapılmamaktadır.


Yönetmeliğin amaç maddesinde belirtildiği üzere bakanlığın merkez ve taşra teşkilatına ait kadrolara, liyakat ve kariyer ilkeleri çerçevesinde atama yapılması isteniyorsa sayman kadroları için mutlaka sınav yapılarak hak edenlerin atanması sağlanmalıdır. Kaldı ki hiçbir bakanlık atamalarda kariyer ve liyakat ilkesini elinin tersiyle itemez. Bu işin yolu da eşitler arasında yarışma ve yeterlik sınavından geçmektedir.

Zaman kaybedilmeden öğretmen alımında yaşanan sorunlar çözülmelidir


Daha önceki yazılarımızda öğretmen alımında yaşanan sorunlara nasıl bir çözüm getirilmesi gerektiğini detaylarıyla açıklamaya çalışmıştık. Ancak muhalefetin sınavda yaşananları gündeme taşıması acilen bu konunun çözüme kavuşturulmasını zorunlu kılmıştır.


Bu çerçevede, sözleşmeli öğretmen istihdamına ilişkin usul ve esaslara göre KPSS sonucunda her alan için oluşan puan sıralamasına göre en yüksek puan alandan başlamak üzere, alanlar için belirlenen kontenjan sayısının üç katı aday sözlü sınava çağrılmaktadır. 20 bin öğretmen alımı için sözlü sınava 60 bin öğretmen adayı çağrılmaktadır ki bu rakam oldukça yüksektir. Bize göre sözlü sınava çağrılması gereken aday sayısı 20.500’ü geçmemelidir ve sınavdan elenenler de gerçekten öğretmen olamayacaklar olmalıdır.

Daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere, kariyer mesleklerin hepsinde sözlü sınav vardır. Ancak, alınan kariyer meslek mensubunun sayısı oldukça düşüktür. Öğretmen alımıyla kıyas dahi yapılamayacak kadar az sayıdadır. Bu nedenle atama yapılacak kadroların üç katı öğretmen adayının sınava çağrılması doğru değildir.

Konunun başka bir boyutu ise 20 bin öğretmen alımı için 60 bin adayın sınava gireceği ve ister istemez 40 bin adayın başarısız olması gibi bir sonucun üzerinde çok ciddi bir şekilde kafa yorulması gerekmektedir. Böyle bir sonucun ister istemez siyasi bir sonucu olacaktır. Özellikle de adayların referans yarışına göre sonuca yaklaştığı algısı baskın çıkarsa bunun siyasi maliyetinin oldukça yüksek olacağını düşünüyoruz. Hele hele yüksek puan alanların geçerli bir neden olmaksızın elenmesi öfke patlaması oluşturacaktır.


Bize göre öncelikle ve acilen sözlü sınava gireceklerin sayısının düşürülmesi gerekmektedir. 652 sayılı KHK’de üç katına kadar adayın (üç kat zorunlu değildir) sözlü sınava çağrılmasından bahsedilmektedir. Yönetmelik ise kontenjan sayısının üç katı adayın sözlü sınava çağrılmasını zorunlu tutmaktadır. Bu nedenle sadece Yönetmelikte değişiklik yapılarak sorun çözülebilir.

Daha açık ifade etmek gerekirse 652 sayılı KHK’nin ek 4’üncü maddesindeki ifade aynen “Sözleşmeli öğretmenler, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48’inci maddesinde öngörülen genel şartlar ile öğretmen kadrosuna atanabilmek için aranan özel şartları taşıyanlardan Kamu Personel Seçme Sınavı puan sırasına konulmak kaydıyla alım yapılacak her bir pozisyonun üç katına kadar aday arasından Bakanlık tarafından yapılacak sözlü sınav başarı sırasına göre atanır.” hükmüne yer verilmiş olup bu hükümde üç katı aday yerine üç katına kadar aday denilerek tavan belirlenmiştir. Yani KHK metnine göre üç katı aday çağrılması zorunlu değildir.

Bu bağlamda, sözlü sınavdan elenen kişiler sadece hiçbir şekilde öğretmen olamayacak kişiler olmalıdır ve bir daha da sözlü sınava alınmamalıdır. Daha önce bahsedilen iki temel unsur arasında yer alan terör örgütü mensubu olup olmadığının araştırılması ise emniyet birimlerinin görevidir. Aksi takdirde iş cadı avına dönüşecektir.

Yine bize göre olması gereken ideal sistem ise Eğitim Fakültesi mezunu olmanın tek başına öğretmen olmaya yetmeyeceği bilinerek öğretmen olabileceklerin daha sözlü aşamasına gelmeden çok ciddi testlerden geçirilerek öğretmen olabilir sertifikasının verilmesi ve bu sertifika sahiplerinin sınava girmesinin sağlanmasıdır.


Ayrıca daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz üzere, Çarşı ve Mahalle Bekçiliğine Giriş Sınavı Yönetmeliği’ne göre sözlü sınav komisyonunda psikolog veya rehberlik ve psikolojik danışmanlık bölümü mezunu olan bir kişinin olması zorunlu olmasına rağmen aynı durumu öğretmen alımında göremiyoruz.

Halbuki çarşı ve mahalle bekçi adayları hakkında uygulanan ön sağlık kontrolünün benzeri veya daha ilerisi öğretmen adayları hakkında da uygulanmalıdır. Ayrıca, sözlü sınav komisyonunda mutlaka psikolog bulundurulmalıdır. Çünkü, geleceğimizin teminatı olan yavrularımızı teslim ettiğimiz öğretmen seçiminin çarşı ve mahalle bekçisi seçiminden daha önemsiz olmadığını düşünüyoruz. Kaldı ki basına yansıyan olaylar öğretmen adaylarının çok ciddi bir süzgeçten geçirilmesi gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Elbette eli öpülesi öğretmenlerimizi istisna tuttuğumuzu ve onlara saygılarımızı ifade etmek istiyoruz.

Sonuç olarak, öğretmen alımında sözlü sınav olmalı ama sözlü sınavların yapıldığı kamu kurumlarında olduğu gibi sözleşmeli öğretmen alımında da adayların Meclis koridorlarında referans peşinde koşmalarının önüne geçilecek objektif ve şeffaf kriterler getirilmesi olmazsa olmaz bir kural olmalıdır. Aksi takdirde sözlü sınavlarda yaşananlar, basında gündem oluşturmaya devam eder ve her sınavda en az 40 bin kişilik büyük bir küskünler kitlesi oluşur ki bunun da siyasi maliyeti oldukça yüksektir. Eğer şimdiden objektif, şeffaf ve denetlenebilir bir mülakat sistemi kurmazsak kendi ellerimizle geleceğimizi karartmış oluruz ki bunun vebalini kimse taşıyamaz. Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yaşananlar daha önce buralarda sistem kurulmadığı için yaşanmıştır. Sistem kurulmuş olsaydı kimse güzellik kraliçesini kariyer danışmanı olarak sınavsız işe başlatamaz, teşkilatlardan CV toplayamaz ve ittifak partilerine kontenjan ayrılamazdı. Biz tarihe notumuzu düşelim de isteyen istediğini yapsın.

2008 sonrası göreve başlayan memurların emekli maaşlarında ciddi sıkıntılar olabilir


5510 sayılı Kanun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdi ve bu tarihten sonra memuriyete girenler bu Kanun hükümlerine tabi oldular. Bu bağlamda bu Kanuna göre emekli maaşlarında en temel unsur prime esas kazançlar olmuştur. Yani ne kadar çok prim o kadar yüksek emekli maaşı dönemi başlamıştır.

Ancak gelinen noktada bazı sıkıntılar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Nitekim bir asgari ücretlinin prime esas kazancı ile bir memurun prime esas kazancı arasında neredeyse fark kalmamıştır. Hele asgari ücretli kamu personeli ise ilave tediyelerle bunların prime esas kazançları memurların prime esas kazançlarını geçmiş durumdadır.

Konuyu örnekle açıklamak gerekirse ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Ocak ayında 9/1 derece ve kademeden maaş alan bir memurun prime esas kazancı 4.904,77 TL’dir. Aynı şekilde Ocak ayında göreve başlayan asgari ücretlinin brüt ücretinin 5.004 TL olduğu ve bu ücretin de prime esas kazanç olduğu dikkate alındığında göreve yeni başlayan bir memurun prime esas kazancının asgari ücretle çalışan bir personelden daha düşük olduğu görülecektir. Kaldı ki kamuda asgari ücretle çalışan (asgari ücretle çalışan işçi yoktur) bir işçi ilaveten 56 günlük ilave tediye almaktadır ve bu tutar da prime esas kazanca dahil edilmektedir. Bu durumun doğrudan emekli maaşını belirlediği dikkate alındığında asgari ücretlilerin emekli maaşının memurlardan daha fazla olacağı gibi bir garipliğin ortaya çıkacağını belirtmemiz gerekiyor. Sonuç olarak 1.10.2008 tarihinden sonra göreve başlayan memurlar açısından emekli maaşlarında ciddi sorunlar yaşanabileceğini hatırlatmak istiyoruz.