Destekleme ve Yetiştirme Kursları için ayrı bir başlık açan Sayıştay, bu kursların amacından uzaklaştığını, açılan kurs sayısı ve ders türlerinin fazlalığının bütçeye yük bindirdiğini belirtiyor. Kurslar için ödenen ek ders ücretinin iki kat olması ve kursa katılan öğretmenlere ekstra hizmet puanı vermesi nedeniyle kursların öğretmenler arasında adaletsizliğe yol açtığını düşünüyor. Ayrıca raporda, yetiştirme kurslarında yönetici ve öğretmenlere haftada 10 saate kadar ek ders verilebileceği belirtilmesine rağmen öğretmenlerin 19 saate kadar kurs görevi almalarının, kursları hafta içi okul derslerine göre daha cazip hale getirdiği, bunun öğretmenlerce istismar edilmesinin israfa yol açtığı belirtiliyor. Kurslarda görevlendirilecek öğretmenlerin öncelikle kendi okulu dışındaki okullarda görevlendirilmesi gerekirken uygulamanın kendi okullarıyla sınırlı kaldığı vurgulanıyor. Kurslardaki başarının değerlendirilmesi, öğrencilerin kazandıkları bilgi ve becerilerin her ay ölçülmesi ve sonuçların analiz edilmesi gerekirken uygulamada böyle bir değerlendirme yapıldığına ilişkin veriye rastlanmadığı belirtiliyor.

Raporda haklı eleştiriler yer almakla birlikte Sayıştay’ın meselenin özünü ıskaladığını görüyoruz. Öncelikle bu destekleme kurslarının varlık nedenini sorgulamak gerekiyor. Kursların başlatıldığı 2014 yılına dönüp baktığımızda bu kursların dershanelerin kapatılmasından doğacak boşluğu gidermeleri için dershanelere alternatif olarak ihdas edildiğini görürüz. DYK’ların açılmasının arka planında politik nedenler yatıyordu ve bugün dershaneler farklı isimlendirmelerle piyasada yerlerini almış olmasına rağmen, kurslar raporda belirtilen pek çok eksikliği bünyesinde barındırarak devam ettiriliyor. Destekleme ve Yetiştirme Kurslarının öğretmenin son dönemde korkunç boyutta değer kaybı yaşayan maaşına katkıda bulunduğunu biliyoruz. Fakat öğretmenin mali haklarının iyileştirilmesi ayrı bir ve öğretmenin maaşına katkı için kurs açmaya muhtaç duruma düşürülmesi ayrıca hesap sorulması gereken, can yakıcı bir konu olarak mücadele edilmeyi hak ediyor. Öğretmene zaten hakkı olanı vermek için hafta sonunu ve hafta içi okul çıkışındaki zamanlarını kapsayacak ağır bir angarya yüklemek gerekmiyor.

O yüzden bu konuyu dışarıda tutarak MEB’e sormak gerekiyor destekleme kurslarında neyi desteklemeyi amaçlıyorsunuz? Ortaokullarda hafta içi 35 saat, liselerde 40 saat neyi veremiyorsunuz da ekstra kurs açma ihtiyacı duyuyorsunuz? MEB’in, esas önemsemesi gereken işi hafta içi okul dersleri değil midir? Asıl iş olan ana derslerin önemini artırmak yerine tali bir unsuru öne çıkarmak ne kadar mantıklıdır? Eğer öyle ise iki kat ücret ödeyerek kurs açmak esas işi önemsizleştirmeyecek midir? Ayrıca kurs uygulamasının neden tüm öğrencilere teşmil edildiği de cevap bekleyen bir sorudur. İhtiyaç sahibi başarılı öğrenciler için eğitimde fırsat eşitliği bağlamında ücretsiz olarak uygulanabilecek kursların ülke çapında tüm öğrencilere uygulanması izaha muhtaçtır. Zira rapora göre 2019-2020 eğitim sezonunda 31.041 okulda açılan kurslara 9 milyon 495 bin öğrenci katılmış.

Destekleme ve Yetiştirme Kurslarının da organizasyon ve planlama açısından iyi yönetilemediği için hem verimliliğinin düştüğüne hem de kaynak israfına neden olduğuna verilerle dikkat çeken Sayıştay’ın yanıldığı önemli bir konuyu da belirtmek gerekiyor.  Rapor, DYK’ların akademik başarı için var olması gerektiği belirtiyor ve beden eğitimi, müzik, görsel sanatlar gibi dersler ile 7, 8, 11 ve 12’nci harici sınıflar için kurs açılmasını kursların amacı ile örtüştüremiyor ve israf olarak değerlendiriyor. Yani raporda kursların varlık nedenini masaya yatırmaktansa bazı kültür sanat derslerinin varlığını sorun etme kolaycılığına sığınılıyor. Eğer kursların açılmasını elzem olarak göreceksek, o zaman dersler arasında da ayrım gözetilmesi büyük bir çelişki olacaktır. Zira bu yaklaşım, Sayıştay raportörlerinin de sınav odaklı-başarı merkezli, öğrenciyi belirlenen hedefe odaklayarak ne kadar ders tüketir, ne kadar sınav kazanırsa o kadar değerli olacağına kodlayan, bu amaçla da kültür ve sanatı dışlayan, yaratıcılığı ve düş gücünü öldüren eğitim anlayışından kurtulamadıklarını gösteriyor. Oysa okulu insanların sürekli olarak programlandığı, öğretildiği, normalleştirildiği, ıslah edildiği bir koğuş olmaktan çıkarmak gerek. Çeşitlendirilmiş sportif dersler, müzik, resim, tiyatro, sinema, enstrüman kullanımı gibi sanatsal dersler-etkinlikler, öykü, şiir, roman gibi edebi etkinlikler-kurslar ile çocukların ruhuna, duygularına hitap edilmeli, düş güçleri, yaratıcılıkları, yetenekleri geliştirilmeli. Çocuklar farklılıklarıyla öne çıkmalı, değer görmeli. Standartlaştırılmış testlerin, sınavların selinde çocuklar ucubeleştirilmemeli; tükenmiş, duygusuz makineler haline sokulmamalı. Keza bugüne kadar böyle yaptığımız için miras aldığımız şehirleri yerle bir ettik; estetik duygusunu inciterek betonlaştırdığımız, şahsiyetsizleştirdiğimiz şehirleri ölüme terk ettik. Heyecanı öldürdük ve hayatın usandırıcı tekdüzeliğine, yavan, eğreti akışına bıraktık insanın ruhunu… Ama maalesef MEB, Sayıştay’ın zikrettiğimiz derslerin gereksizliği ve kaynak israfı görüşünü yerinde bulmuş olacak ki, bu dersleri DYK kapsamından çıkarmakta tereddüt dahi etmedi.

Son olarak Sayıştay raporunda kurslarla ilgili yerinde olan bir tespiti belirtmekte fayda var. Bu tespit  ilkokul öğretmenlerinin DYK kursu veremedikleri için adaletsizliğe uğradığıyla ilgiliydi. Şöyle ki, ortaokul ve liseler için geçerli olan DYK’larda öğretmenler ücretlerini yüzde 100 fazla olarak alıyor ve hizmet puanlarına her ay için 0,5 puan ekleniyor. İlkokullarda yetiştirme programı (İYEP) kapsamında ders veren ilkokul öğretmenlerine bu hakların hiçbiri tanınmıyor. Özgür Eğitim-Sen de bu konuyu defalarca gündeme getirmesine rağmen öğretmenler arasındaki adaletsiz uygulama ısrarla giderilmiyor. Sayıştay raporunda yer verilmemekle birlikte ilkokul öğretmenlerinin maruz kaldığı ve ivedilikle çözüm getirilmesi gereken bir diğer eşitsizlik de maaş karşılığı olarak belirlenen ders saati meselesidir. MEB Öğretmen ve Yöneticilerinin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin Karar’ın ilgili maddesine göre okul öncesi ve sınıf öğretmenleri maaş karşılığı olarak 18 saat ders okutmakla yükümlü iken orta okul ve liselerde görev yapan branş öğretmenleri aylık karşılığı olarak haftada 15 saat ders okutmakla yükümlüdür. Yani haftada toplam 30 saat ders verebilen öğretmenlerden branş öğretmeni 15 saat ek ders alabilmekteyken okul öncesi ve sınıf öğretmeni 12 saat ek ders ücreti alabilmektedir. Haftalık üç saat, aylık 12 saat kayıp yaşayan bu öğretmenler aylık 200 TL daha az ücret almaktadır. Aynı işi yapan kadrolu öğretmenler arasında böyle bir eşitsizlik akla şu türden sorular getiriyor: Böylesi bir adaletsizliği ısrarla devam ettiren MEB, acaba sınıf öğretmenliğinin daha kolay olduğunu mu düşünmektedir? Veya sınıf öğretmenliği MEB yetkililerine göre daha mı az önemli görülmektedir?

Bekir Birbiçer / Özgür Eğitim-Sen Yönetim Kurulu Üyesi