Hikayeler hikaye olarak kaldığı sürece bizlerin yolunu aydınlatamaz ve bizlere ibret veremezler. Ne zaman ki hikayelerden ders almaya başlarsak işte o zaman hikayeler yolumuzu aydınlatan kandillere dönüşürler. Bu yazımızda da iki hikayeden ders çıkarmaya çalışacağız.

'Alaca tana fıstık' ne anlama geliyor?

Vaktiyle bir yeniçeri ağası varmış, mevki ve makamların bilgiden ve birikimden ziyade bilek gücüyle elde edildiği bir dönemde vezir oluvermiş. Kendisine tebriğe gelip de kendisinin ne kadar bilgili ve tecrübeli olduğunu söyleyen dalkavuklara yersiz tebcillerden vazgeçmelerini söyleyerek açık yüreklilikle benim vezirliğe gelmemin sebebi liyakatimden ziyade sadakatimdendir dermiş. Ne mutlu kendini ve makamlara nasıl geldiklerini bilenlere.

Bu vezir ne kadar durumunu anlatırsa anlatsın dalkavuklar her fırsatta övgü dolu sözlerini boncuk gibi arka arka dizerlermiş. Vezir de onlara 'alaca tana fıstık' diye cevap verirmiş. İyi de bu vezir bu sözle ne demek istiyor diye dalkavukları bir merak sararmış ama bir türlü de bu sözün ne demek olduğunu sormaya cesaret edemezlermiş.

Merak bu ya, sonunda kahyaya sormuşlar. Yahu kahya Vezir hazretleri 'alaca tana fıstık' demekle neyi murat ediyor diye sormuşlar. Kahya dalkavuklara demiş ki vezirin dili Arapça tanımlamalara dönmediği için 'Ennecatü Fis Sıdk' yani 'Kurtuluş doğruluktadır' demek istiyor. Demek ki sizlerde doğruluktan ayrılmazsanız sizde vezirlik yolu açılır. Hikayede geçen 'Kurtuluş doğruluktadır' ifadesi acaba 'Kurtuluş sadakattedir' şeklinde olmasın. Zira hikayedeki vezirin durumu buna daha uygun gibi.

Bürokraside 'Okuması yok yazması var' kuralı

Evvel zamanlarda öğretmen sınıfta öğrencilere sorular yönelterek aileleri hakkında bilgili almak istiyormuş. Öğretmenin amacı ailelerdeki okuma yazması olanlar ile çalışanların olup olmadığının listesini tutmak ve mali yapılarını öğrenerek muhtaç durumda olanlara yardım yapmakmış.

Öğretmen çocuğun birisine babasının okuma yazma bilip bilmediği ile çalışıp çalışmadığını sormuş. Çocukta öğretmenim, babamın okuması yok ama yazması iyidir diye cevap vermiş. Öğretmen de çocuğa benimle dalgamı geçiyorsun diye kızarak kulağını çekmiş. Evladım, okuması var ama iyi yazamıyor mu demek istedin diye ısrar etmiş. Çocukta ısrarla öğretmenim babamın okuması yok ama yazması var demiş.

Öğretmen, çocuğa babasının ne iş yaptığını sorunca gerçek ortaya çıkmış. Meğer çocuğun babası hattatmış (okuduğunu anlayarak yazan hattatları tenzih ediyoruz). Yani kendisine gösterilen yazıları çok iyi yazıyor ama yazılanları ne okuyabiliyor ne de anlayabiliyormuş. İşte kamu yönetimindeki bazı bürokratların durumu da aynen hikayedeki gibi. Kendilerine söylenenleri sorgulamadan ve anlamadan aynen yapmaya çalışmaları buna benzemiyor mu? Bilgi ve tecrübesi olmadığı için söyleneni aynen yazıyor ama ne yazıldığını ne de bir adım ilerisini göremiyor. Hem kendinin hem de talimat verenin başını derde sokuyor. Sonuçta da kamu yönetiminde yap boz merakı giderek artıyor. Kriz ortamları, kamu yönetiminde yazması olup ta okuması olmayanları ayıklamak için önemli bir fırsat sunmaktadır. Nitekim Çincede krizin karşılığı olan 'weiji' kelimesi fırsat ve tehdidi bünyesinde barındırmaktadır.

Kriz zamanlarında kamu yönetiminde kariyer, liyakat ve sadakat üçgeni

Elimizdeki verilere göre yukarıda yer verdiğimiz hikayedeki vezirin neler yaptığını ve neleri bozduğunu bilemiyoruz. Ancak, bunu tahmin etmenin hiç te zor olmadığını biliyoruz.

İşte kriz ortamlarında kamu yönetiminde kariyer, liyakat ve sadakat birbirinden ayrılmaz ve ayrılmaması gereken üçlüdür. Bunlar arasındaki dengesizlikler ciddi hastalık belirtisidir ve kriz ortamlarında hemen ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu üçlü arasındaki dengeye dikkat etmenin ne kadar önemli olduğu bir kere daha ortaya çıktı.

Bir örnekle liyakat ve sadakat arasındaki basit dengeyi izah edelim. Halk otobüsü için sınavla şoför alınacağını düşünelim. Devlete bütün benliğiyle sadık bir kişinin otobüs kullanmasını bilmediğini yani şoförlüğünün sıkıntılı olduğunu düşünelim. Bu kişinin diğer adaylar arasından sadakati yüksek diye sınavı kazandırıldığını düşünelim. Şoförlüğe atanan bu kişinin yapacağı işin sonucunu tahmin etmekte zorlanabilir misiniz?

Komisyon üyelerinin otobüs kullanmayı bilmeyen bir kişinin bu işte liyakatli olup olmadığında tereddüt yaşadığını düşünebilir misiniz? Ya da üyelerden bazılarına göre bu kişi liyakatli bazılarına göre ise liyakatsiz diyebilir misiniz? Bu aday ittifakla ya otobüs kullanmayı biliyordur ya da bilmiyordur.

Özetle kamu personeli ve yönetici seçiminde en az otobüs şoförü seçiminde gösterdiğimiz hassasiyeti göstermek zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Aksi takdirde şoförün yapacağı hatanın bedeli çok sayıda kişinin hayatına mal olacaktır. Aynı yöntemi öğretmen seçimi için düşündüğünüzde, yanlış bir seçimin kaç çocuğun hayatına mal olacağını düşünebiliyor musunuz? Bu şekilde örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yine hiçbir yöneticilik tecrübesi olmayan birisinin bir kurumun en üst yöneticisi olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bu kişinin ayağıma dolanıyor diye kurumsal ve ilkesel olan her şeye savaş açtığını göreceksiniz. Bu yönetici için en önemli şey, doğru yanlış demeden anlık çözüm üretilmesidir. Getirilen anlık çözümlerin kokusu bazen günler bazen de aylar sonunda çıkmaktadır.

Kriz ortamları, bizlere hatır ve gönül için yapılan yönetici atamalarının nelere yol açabileceğini açıkça göstermesi açısından önemli fırsatlar sunmaktadır. Yani, kriz ortamlarında alınan yanlış kararların ortaya çıkardığı sıkıntılar hemen su yüzüne çıkmaktadır. Nihayetinde kaliteli kamu hizmetinin ancak ve ancak liyakatli kamu personeli ve yönetici seçiminden geçtiği unutulmamalıdır.

Kriz zamanlarında kamu yönetiminde liyakat açık ara önde gidiyor

Kamu yönetiminde başarılı yönetim için yönetici seçiminin oldukça önemli olduğunu yıllardır anlatıp duruyoruz. Yönetici seçiminde liyakat ve devlete sadakat ayrılmaz unsurlardır. Özel sektörde kalitesizliği yani liyakatsizliği kimse sırtında taşımaz. Çünkü, kalitesizlik ciddi bir yüktür ve eninde sonunda taşıyana ağır faturalar yükler. Ancak, kamuda fatura 82 milyona çıktığı için kimse çok fazla farkına varmıyor. Peki bir atamadaki sorun nasıl anlaşılır? Eğer bir atama sonrasında atama yapılan kurumda çalışanların çoğunluğu biz bu adama işleri nasıl izah edeceğiz diye bir düşünceye giriyorsa bu atamada sıkıntı vardır.

Bu bağlamda, liyakat sahibi üst düzey yöneticilerin ne kadar önemli olduğu kriz zamanlarında daha iyi anlaşılmaktadır. Oturduğu koltuğa yük olmayan ve koltuğa güç veren yöneticiler hemen fark ediliyor. Eli cebinde sağa sola talimat yağdıran tipler kriz ortamlarında pek ortalıkta dolaşmazlar. Aksi takdirde şapka düşüp kel görünür.

Sonuç olarak, COVID-19 virüsünün ortaya çıkmasından sonra bilenlerle bilmeyenlerin farkı çok açık bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle en azından küçük bir hastalıkta dahi doktor seçiminde gösterdiğimiz titizliği yönetici seçiminde de göstermek zorunda olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Nasıl ki COVID-19 virüsünün yayılmasının önlenmesinde taşıyıcıların tespiti ne kadar önemliyse kurumlardaki işportacı yöneticilerin tespiti de o kadar önemlidir. Niteliksiz ve her fırsatta yalakalık yapmak için fırsat kollayan işportacı yöneticiler kötü örnek olarak her kuruma yayılabilmekte ve kurumların yapısını bozabilmektedir. Bunların atandığı kurumlarda işlerin nasıl daha iyi yapılacağı yerine dedikodu kültürü hakim olmaya başlamakta ve bunlar üst düzey yönetici olduğuna göre ben neden olmayayım diyenlerin ve kapıları aşındıranların sayısı artmaktadır. İşte kamu kurumlarından bunları ayıklayarak kurumsal bünyeyi sağlamlaştırmalı, kuralları ve ilkeleri merkeze oturtmalıyız. Yoksa küçük krizlerde bağışıklık sistemi zayıf olduğu için kurumları yatağa düşürürüz. Krizi tehdit olmaktan çıkararak fırsata dönüştürdüğümüz günlerin geleceği ümidiyle.

Ahmet ÜNLÜ - YeniŞafak