Uzun zamandır “eğitim şart”çılar tarafından okulların açılması gerektiği, öğretmenlerin de tatil yaptığı dillendiriliyordu.

Bu kesim son elli yıldır “eğitim şart” der ancak “nasıl bir eğitimle” sorusuna henüz bir yanıt verebilmiş değillerdir. Çünkü onlara göre tek bir ideolojiye göre çekip çevrilen klasik eğitim modeli tüm dertlere devadır.

Geçenlerde sonradan Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’nda olduğunu öğrendiğim bir özel okul sahibi arkadaş, ekranlarda “Camileri ve AVM’leri açtık neden okulları açmıyoruz?” diyerek feryat ediyordu.

Bilim kurulu üyesi bir hekim, her ne kadar izah etmeye kalksa da o, bir an evvel okulların açılması gerektiğinde ısrarcıydı.

Eğitim kuşkusuz zorlu konuların başında gelir. Bilhassa kriz anlarında iş iyice karmaşıklaşır ve her kafadan ayrı bir ses çıkar.

Nihayet geçenlerde hükümet, bilim kurulunun da onayı ile ilkokul 1. sınıfların yanı sıra 2, 3 ve 4. sınıflar için de yüz yüze eğitimi başlatma kararı aldı.

 Ortaokul 8. ve lise 12. sınıflar da belirlenen kurallar çerçevesinde yüz yüze eğitim görecek.

Veli onayı alınacak ve dersleri yüz yüze almak istemeyenler, okula gitmese de devamsız sayılmayacak. Okul öncesi ve birinci sınıflarda velilerin yüzde 70'i bunu kabul ederken, risk nedeniyle yüzde 30'u okula göndermemeyi seçmişti.

Bakalım 12 Ekim Pazartesi gününden itibaren bizi nasıl bir tablo bekliyor?  

MEB uzaktan eğitimde bilgisayar ihtiyacı olan öğrenciler için de bir çalışma yürütüyor. İlk aşamada 500 bin öğrenciye ücretsiz tablet verilecek.

Gelelim öğretmenlerin durumuna;

Günde ortalama 7-8 saat canlı ders yapan, günün geri kalan kısmını da WhatsApp gruplarında ve EBA’da geçiren öğretmenlerimize de haksızlık ediliyor gibi geliyor bana.

Kamuoyunda ve sosyal medyada öğretmenlerin evde oturduğuna yönelik tuhaf bir algı üretildi. Oysa öğretmenlerin tatil yaptığı ya da çalışmadığı külliyen yalandır. Onlar böylesi kritik bir süreçte gerçekten büyük fedakârlıklar sergiliyor.

Öğrencilerimizin de yükü ağır. Onlar da günde yedi saat bilgisayar başında canlı ders yapıyorlar ve EBA’yı da takip etmek durumunda kalıyorlar.

Neticede öğretmenler ellerine tutuşturulan günde ortalama 7-8 saatlik canlı ders programını eksiksiz yerine getiriyor. Bu bakımdan bir teşekkürü hak etmiyorlar mı?

Okulların çoğu canlı dersleri “zoom” adlı bir platform üzerinden gerçekleştiriyor. Bu platformu kullanan öğrencilerin internet masraflarının karşılanması gerekiyor.

Bu durum öyle bir hal aldı ki bırakanız iller arası farklılığı okullar arası uygulamada bile büyük farklılıklar görülüyor.

Birçok okul müdürü farklı yorumlanan yazılar ile insan kaynağına ek yük yükleyebilmekte ve psikolojik baskı unsuru olarak yoruma açık yazıları kullanabilmektedir.

Böylelikle öğretmen ve öğrencilerin neredeyse tüm günleri ekran başında ve kayıt altında geçiyor.

Bana kalırsa her okulun farklı modellerle yapmaya kalkıştığı uygulamaların önüne geçmenin tek yolu var. Bu konuda okullara ve ilçelere yetki verilmemesi ve “ulusal uygulama birliğinin” sağlanmasıdır.

Milyonlarca insanı etkileyen eğitim alanı hızlı kararlara, tecrübesiz, liyakatsiz okul yöneticilerine bırakılmamalıdır.

Belki ayrı bir yazı konusu ama sendika yöneticilerine okul müdürlüğü yolu kapanmalıdır. Bu liyakat meselesini tam da şu günlerde tekrar gündemimize almakta fayda var.

Bu süreçte 12 bin 111 EBA merkezini kısa sürede hayata geçiren ve dünyada bizimle birlikte sadece üç ülkede bulunan EBA gibi devasa bir sistemi öğrencilerin hizmetine sunan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un da gayretleri görmezden gelinmemelidir.

Ufuk COŞKUN / Milat