24 Kasım Öğretmenler Günü yazımıza Atatürk’ün söylediği, teyit edilmemiş ama çeşitli yayın organlarında çeşitli yazarlar tarafından iddia edilmiş, “Milletvekili maaşları öğretmen maaşlarını geçmesin!” talimatıyla başlamak istiyoruz. Talimattaki gerçekliğe değilse de mantığa ve makullüğe dikkat çekiyoruz. Gerek o döneme özel koşullarda gerek genel anlamda ne kadar makul görünmektedir. Bugün yaşadığımız koşullardaysa ne kadar “komik” görünmektedir. Komik ve trajik… Evet ama yetmez, bu trajedinin içinde daha trajik durumlar da var. Ücretli öğretmenlerden bahsediyoruz, bugünkü sohbetimize İstanbul’dan ismini vermek istemeyen bir “ücretli öğretmenimizi” konuk ediyoruz. Ve ona ilk sorumuzu şöyle soruyoruz:

'TEK ÇEKİNCEMİZ ÖĞRENCİLERİMİZ'

  • İsminizi neden vermiyorsunuz, neden çekiniyorsunuz?

Sadece ve tamamen öğrencilerimden… Onlardan başka hiçbir şeyden çekinmemek gereği zaten mesleğimin etiğidir. İçinde bulunduğum şartlar, öğretmen yerine konulmamam, ücretimin düşüklüğü, yarım ödenen SGK primim, kanuni sorumluluklarım, amirim vs’den daha önemli gördüğüm bir sınıfım var. Sınıfımda çok seviliyorum ve saygı görüyorum. Diğer öğretmen arkadaşlarımın isimlerinin başına “Sayın” yazılırken bazen ve yanlışlıkla da olsa benimkine “Ücretli” yazılmasını önemsemiyorum. Ama bunu herkesten önce öğrencilerimin fark etmesini önemsiyorum. Ya da basından öğrendikleri kadarıyla öğrencilerimin “Ücretli öğretmenmiş, ders başı ücret alıyormuş, o da şu kadarmış, bir tost alınır mıymış, alınmaz mıymış” düşüncelerini önemsiyorum. Bütün bunlar mesleğimin kutsallığına gölge düşürür diye çekiniyorum. İsmimi ve durumumu gizlemeye çalışıyorum.

İKİNCİ SINIF MUAMELESİ

  • Kendinizi ikinci sınıf öğretmen olarak mı düşünüyorsunuz? Ücretli öğretmenler olarak sizin diğerlerinden neyiniz eksik?

Eğitim, 4 yıllık fakülte, formasyon konularında eksiğimiz yok. Kamu Personeli Seçme Sınavı'nı geçememek (KPSS), kadro alamamak sorunlarımız var. Konu ikinci sınıf öğretmenlik değil. Meslekte 11. yılım ve gerek kendimin gerek mesleğimin değerinden ben kendim en ufak bir şüphe duymuyorum. Ama olayın örgüsü benimle sınırlı değil. Öğrenciler, veliler, kadrolu mesai arkadaşları, aile, eş, dost, akrabalar silsilesi var. Daha geçen hafta babamın “kızım kadroya gir, bir öğretmen ol artık” sözü birçok şeyi özetliyor. Ya da eski okulumda bir meslektaşımın veliye “İngilizceci, O hanıma fazla alışmayın, öğretmen değil ücretli zaten, her an ayrılabilir” sözü… İkinci sınıf öğretmenlik değil, ikinci sınıf insanlık muamelesidir gördüğümüz, maruz bırakıldığımız.

  • Hükümetin son açıkladığı zamla birlikte ücretli öğretmenlerin 5.740 TL maaşı olduğu biliniyor. Asgari (vasıfsız emekçi) ücrete denk bu paraya ne diyorsunuz?

Elimize geçen o kadar da değil, birincisi vergi konuluyor. Ayrıca kesintilerimiz çok oluyor. Cumartesi, pazarlar kesiliyor, resmî tatiller, ara tatiller kesiliyor. Hasta olsak kesiliyor, rapor alan kadrolu öğretmenden kesilmezken bizden kesiliyor. Yaz ve sömestr tatillerinde zaten hiç para almıyoruz. Diğer öğretmenler için tatil yorgunluk atmanın vesilesiyken bizim için maddi ve manevi yıpranmaya sebep oluyor. Söylediğiniz ücret hiç kesinti olmadığında, fiilen ve maksimum çalışma koşulunda elde edilebilir ancak. Yani ne kadar ders o kadar para, adında öğretmenlik bulunan bir “ücretli kölelik” aslında.

TENEFFÜSTE KPSS'YE HAZIRLANIYOR

  • “Sözleşmelilik” gibi ara bir statü mü bu? Ortalama kaç yıl bir öğretmen bu statüde çalışıyor? Devamında kadro alabiliyor mu?

25 yıldır bu statüde çalışan arkadaşlarımız var aramızda. Belli bir hizmet süresi sonunda kadroya geçme imkânımız yok. Devlet kadro vermiyor. Bu şekilde hizmet etmen bekleniyor ve işlerine geliyor. Bu parayla geçinemeyip ailesi dağılanlar oluyor. Meslekte 10-20 yıl dirsek çürütmüş, 40 yaşını geçmiş, çoluk çocuğa karışmış öğretmen, bakıyorsun teneffüslerde test çözüyor mesela, KPSS’ye hazırlanıyor. Bu ısrar niye, gitsin limon satsın bundan iyi diyenler olabilir ama öyle değil işte. Bu meslek bir kere ruhunuza işledi mi, bir tek çocuğun bile hayatına değdiniz mi başka iş insana zulüm geliyor.

'KADRO İSTİYORUZ'

  • “Ücretli öğretmen” statüsünde kaç kişi çalışıyor peki? Daha çok hangi şehirlerde, hangi alanlardalar? Devletten beklentileri nedir?

11 yılda, İstanbul’da 6 okulda çalıştım. Bu okullarda gördüğüm, her birinde ortalama 10 civarında öğretmen “ücretli” çalışır ve şartlar şöyledir. En ufak pürüzde bir sonraki sene gerekçesiz gönderilirsiniz, hak arama falan olmaz. Sadece derse girip çıkarsınız, öğrenci veya veliden şikâyet olmasın diye dua edersiniz, ders dışı sosyal iletişim geliştiremezsiniz, yarın ne olacağınız belli değildir. Doğru düzgün ne bir hakkınız ne hukukunuz ne statünüz vardır. Hani “mevsimlik” derler ya, “yedek” ya da “yevmiyeli”, “dış kapının mandalı”… Halbuki yaptığımız iş her şeyden önce vicdan ve yürek işidir. Kadrolu olunca sınıfta ekstra otorite, ekstra öğrenci sevgisi, ekstra vicdan mı enjekte edilmiş oluyor yüreklerimize, elbette hayır! Devletimizden beklediğimiz devlet gibi davranmasıdır, sorunu çözecek adımlar atmasıdır. Bunu kendimizden çok, ülkemiz ve mesleğimizin onuru için bekliyoruz. Kadro istiyoruz, kadro verilemiyorsa değerimizin bilinmesini istiyoruz, maddi ve manevi.

SELENGA ARTAR YAĞCI