“İnsanlar artık aya, güneşe, Lat ve Menât putuna tapmıyorlar ama devlet adamlarına, piyasaya, makinalara, teşkilatlara, teorilere tapıyorlar…” İsmet Özel / Üç Zor Mesele

Celal Demirci’den günümüz kamu sendikacılığı analizi…

Sınıfsal ayrışmanın, içinde yaşadığı toplumda kendini bir garip yabancı hissetmenin yarattığı duygu durumunu şu cümlelerle özetliyordu özgün müzik sanatçısı Ahmet Kaya: ‘’Onlarla konuşmuyordum. Çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip, onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu...”

Yukarıda yer alan sözlerin; günümüz de kamu emekçilerini temsil iddiasıyla yola çıkan sendikacıların durumunu da birebir özetlediğini düşünüyorum. Bir zamanlar aynı dili konuştuğumuz, aynı sofradan ekmek yediğimiz, aynı kıyafetleri giydiğimiz dostlarımızı… Onlar, hakkımızı savunmak iddiasıyla çıktıkları yolda; temas etmek durumunda kaldıkları işveren ve bürokratlara öykündüler. Onlara benzemeye çalıştılar. Önce, dilleri değişti... Öznesi, yüklemi belli olmayan devrik cümlelerle konuşmaya başladılar. Etkisi, salon toplantılarının dışına taşmayan sloganlar attılar cezbeye tutulmuş topluluklara…  Mottolarla, aforizmalarla, kafiyeli, redifli hamaset dolu cümleler kurdular; cümlelerinin muhatabı belli olmasa da…  Fiile ‘’-meli/malı’’ eki getirilerek gereklilik kipleriyle iktidara bir işin yapılması gerekliliğini, lazımlılığını, icap ettiğini vurgulamanın sendikal bir tavır/duruş olmadığını da düşünemediler. Zararsız doğruları, uygun zamanlar ve frekanslarda söyleyerek muhalif payesi alabilmenin kolaycılığına başvurdular bu şekilde…

Sonra kıyafetleri değişti… Boyna fularlı kravatsız takım elbise olmazsa olmazlardandı… Ardından bindikleri otomobilleri değişti… Sonrasında mahalleleri… Daha elit semtlerde daha geniş, ferah mekânlara taşındılar. Dostları değişti. Artık; siyaset, iş ve bürokrasi dünyasından sıkı dostları vardı. Yürüyüşleri bile değişti.

Şimdi, senden bu durumun kesintiye uğramamasını, sürekli olmasını, devam etmesini istiyorlar…

Seninle aynı maaşı almaktan ve aynı şartlarda yaşamaktan imtina edenlerin, aynı sıkıntıyı çekmeyenlerin, aynı acıyı yaşamayanların; yani senden sınıfsal olarak fersah fersah uzaklaşanların; kültürel akrabalığının senin dertlerine çare olmadığını görmüyor musun?

Sana çözüm diye sunulan şeylerin çoğunun aslında köklü bir çözüm olmayan, geçici olarak işe yarayan, palyatif, pansuman tedbirler olduğu gün gibi ortadayken; pansuman tedbirlere dayalı sadra şifa olmayan bu durumun adı “palyatif sendikacılık” değilse nedir?

Dava arkadaşlığını merkeze alan yaklaşımın yerini; birbirlerine karşı stratejik tavırlarla taktik geliştiren, delege demokrasisi çerçevesinde pusu atan mensupların at koşturduğu bir tablodan ne bekliyorsun? Delege demokrasisinde çoğunluğu elde tutma adına teşkilat kültürünün bir kenara bırakıldığı zeminde; genel başkan, ziyaret ettiği illerde eski teşkilat yöneticilerine selam veremez duruma gelmişse vefa/dava bunun neresinde?

Hızlı kitleselleşmenin, kimliksizleşme siyasetini de beraberinde getirmesi; sendikanın da sahada “etkili” olmasıyla birleşince; bu defa sendikan, kimliksizlerin kimlik edinme merkezi haline gelmedi mi sence?

Delege demokrasisinin sendika içinde seçkin grupların oluşumuna yol açması, teşkilatlarda “vasatın egemenliğinin” de önünü açmadı mı? Sendikan da vasatlık kültürü hakimiyetini kurmadı mı?

Ne diyordu İsmet Özel, Üç Zor Mesele de?            

“İnsanlar artık aya, güneşe, Lat ve Menât putuna tapmıyorlar ama devlet adamlarına, piyasaya, makinalara, teşkilatlara, teorilere tapıyorlar…”

Mezarlıklar vazgeçilmezlerle dolu değil mi?

Ne durumdasın? Bir düşün…

Yeni bir ses! Yeni bir nefes! Öze dönüş!

Celal Demirci