İnsanlık tarihinin başından beri haksızlık ve adaletsizlik karşısında, eşitlik, adalet, hak ve hukuk mücadelesi erdemli bir hareket olarak görülmüş ve bu mücadele, maşeri vicdan tarafından desteklenmiştir. Peygamberlerin tebliğ ve irşad faaliyetlerinin temelini de tevhid inancı merkezinde bu mücadele oluşturmuştur.

Günümüzde sendikal mücadelenin temel kodlarını Peygamber Efendimizin gençlik yıllarında katıldığını bildiğimiz Hılfu’l-Fudul Cemiyeti’nde aramak yerinde ve isabetli olacaktır.

Hılfu’l-Fudul Cemiyeti / Erdemliler İttifakı, sadece tarihsel bir kurum değil, aynı zamanda farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da, temel ahlâkî ilkelerde anlaşan insanların zulmü, haksızlığı ve adaletsizliği engellemek için uzlaşmalarının bir toplumsal zorunluluk olduğunun ifadesi olarak değerlendirilmektedir. Antlaşma yemini şöyledir.

1-Mekke’de, ister oranın halkından olsun isterse dışarıdan gelen insanlardan olsun, bir kişinin zulme ve haksızlığa uğradığını gördükleri zaman onunla birlikte olacaklardı.

2-Mazlumun ve haksızlığa uğrayanın hakkı geri alınıncaya kadar onunla yekvücut olacaklardı.

3-Sebir ve Hira dağları yerlerinde kaldığı müddetçe bu maddeler geçerli olacaktı.

Ne güzel ilkeler değil mi? Hakkaniyeti sağlama, adaleti tesis etme adına gönüllülerden, erdemlilerden, yüreklilerden oluşan bu birliktelik çok önemli bir görevi devrinde ifa etmiş, bizlere yön vermiş, örnek olmuştur.

Başından beri, sendikal mücadeleyi bir erdemliler hareketi olarak değerlendiriyor, ulvi ve insani değerlerin yüceltilmesi adına bir hak arayışı, haksız ve adaletsiz uygulamalar karşısında dik bir duruş, bir haykırış olarak görüyorum.

"Yedi Güzel Adam”dan biri olan merhum M.Akif İNAN’ın öncülüğünde, yüksek idealleri gerçekleştirme, ulvi değerleri yüceltme uğruna bir erdemliler hareketi olarak  kurulan Eğitim-Bir-Sen’in şube yönetiminde bulunmuş ve ilçe temsilciliği görevini ifa etmiş bir sendikacı olarak, tespitlerimi ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Mahza daha iyiye, daha güzele ulaşmak adına.

Sendikal mücadelede esas olan hakkın, hakikatin hakim kılınması, adaletin tesisi için çalışılması olduğuna göre gözetilmesi gereken şey, kişilerin menfaatleri ve beklentileri değil, ilkelerin, fikirlerin, doğruların savunulması olmalıdır. Kişiye göre muamele değil, sendikal ilkelere göre hareket esas olmalıdır.

Siyaset kurumuyla ve siyasetçilerle ilişkiler bu mücadelenin en büyük handikapıdır bence. Bu mücadelenin neferleri nerede durması gerektiğini bilmeli, siyaset kurumuyla düzeyli bir ilişki içinde olmalıdır. Temel ilkeleriyle uyuşan konularda sonuna kadar, hiç çekinmeden siyaset kurumuna destek olunmalıdır.

Kılık kıyafet ve başörtüsü özgürlüğü konularında on iki milyondan fazla imza toplayan Memur-Sen’in, zamanın hükümetinin elini güçlendiren desteği gibi. Yine, 15 temmuz ihanet kalkışmasına karşı Başkanı Ali YALÇIN’ın daha ilk anlarda, tereddüt bile etmeden "meydanlardayız” çağrısı üzerine bulundukları şehirlerin meydanlarını dolduran Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen camiasının dik ve sağlam duruşu takdire şayan bir adımdır kuşkusuz.

Sendikal mücadele içinde bilfiil bulunanlar, kendilerine tevdi edilen görevleri yerine getirirken şahsi beklenti, çıkar ve hedef gözetmemelidir. Sendika yöneticilerinin bulundukları konumu kendi şahsi hedefleri uğruna kullandıkları gibi bir algı sendikal mücadeleyi zayıflatan, mücadelenin haklılığını ortadan kaldıran bir durum olarak algılanabiliyor zaman zaman. Bu algının mutlaka ortadan kaldırılması gerekir.

Bu büyük yükü omuzlaması gereken sendika yöneticilerinin, her şeyden önce, temsil kabiliyeti yüksek, ufku geniş, birikimli, mazisiyle ve duruşuyla arkasındaki kitlelere güven telkin eden, omurgalı ve yürekli insanlar olması elzemdir. 15 temmuz darbe teşebbüsüne tepkisini üç beş gün sonra ancak veren, o süre zarfında her nedense ortalıkta görünmeyen, tehlike savuşturulunca darbe girişimine karşı çıkan ve üyelerini meydanlara davet eden bir sendika yöneticisini düşünebiliyor musunuz? Ne kadar inandırıcı, ne kadar omurgalı olabilir?

"İstişare eden yanılmaz” ilkesi fehvasınca danışmak, erbabıyla sürekli fikir alış-verişinde bulunmak, başkalarının fikir ve görüşlerine de değer vermek bir erdemdir. Dolayısıyla iyi bir sendika yöneticisi üyeleriyle, kurumların yöneticileri ve eğitimciler ile iletişimi güçlü olmalı, bunun ortamını oluşturmalı, okul ve kurum ziyaretlerini sürekli ve verimli hale getirmelidir.

Son olarak, yapıcı tenkid ve eleştirilerin, teklif ve önerilerin mevcut sendikal mücadeleyi zayıflatan değil, bilakis güçlendiren, dinamik ve üretken bir yapıya kavuşturan bir katkı olduğu gerçeğini not etmek isterim.

Özetle ifade etmem gerekirse;

1-Sendikal mücadeleyi ulvi davaya hizmetin bir aracı, bir vesilesi olarak gören ve bu inançla heyecanından hiçbir şey kaybetmeden mücadele eden,

2-Sadece hakkın, hakikatin, adaletin ve erdemin peşinde koşan,

3-Gerektiğinde kitleleri peşinden sürükleyebilme kabiliyetine ve cesaretine haiz olan,

4-Kurumsal kimliği ile kamuoyunu etkileyebilme gücünün farkında olan ve bu gücünü yeri geldiğinde çekinmeden kullanabilen,

5-İstişare mekanizmasını düzenli olarak işleten, istişareyi tabana yayan ve buna göre kararlar alan,

6-Şeffaf, paylaşıma açık bir yönetim anlayışını geliştiren,

7-Ufku derin, entelektüel birikimli, aktivist ruhlu, gelişimci ve değişime açık yöneticilerle mücadeleyi sürdüren,

8-Danışan, dinleyen, değer veren,

9-Gündemin içinde, gündem belirleyen sendikacılık anlayışı, bu kutlu mücadeleyi daha da güçlendiren, daha da ötelere taşıyacak olan unsurlardır.

Selam, hak ve hakikat mücadelesinin yılmaz neferlerine olsun.