MEB’in açıkladığı ‘yeni ortaöğretim sistemi’nin önemli olduğunu ve tartışmaya devam edeceğimizi söylemiştik. Kaldığımız yerden devam edelim. Yeni sistem hatırlanacağı üzere ders sayılarını azaltmış, dersleri ‘bütünleşik’ ve ‘disiplinler üstü’ yaklaşımla birleştirmiş, yöneltme ve yönlendirme çalışmalarına portfolyo ve kariyer ofisleri düzenlemeleriyle ağırlık vermiş, HEY (Hayal, etkinlik, Yaşam) ile beceri-tasarım çalışmalarını yeniden düzenlemiş, 12. sınıfı ders düzenlemesi ile üniversiteye hazırlık olarak yapılandırmış, eleştirel düşünce, yorumlama vs. gibi eğitim sistemimizin yüzyıllık hasretine de Bilgi Kuramı dersiyle çözüm getirmeye çalışmış, öğrencilerin ilgi ve istidatlarına cevap verecek seçmeli ders imkânını arttırmış, proje çalışmalarına ve sertifika programlarına yer vermiş …

Yeni sistem kabaca bu içeriğe sahip. Portfolyo, Kariyer Ofisi, HEY, ‘bütünleşik’ yaklaşım gibi maddelere geçen yazıda değinmiştim. Ayrıca yeni sistemin temel zafiyeti olarak toplumsal hayatın niteliğiyle bağ ve bağlantısının yok sayılması ile zorunlu-kitlesel karakterinin hiç gündem edilmemiş olması olduğunu belirtmiştim. Önemine binaen tekrar belirtmek gerekiyor ki bu sistem bu iki temel eksiklik dolayısıyla çok sınırlı etkiye sahip olacaktır. Bunu söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Beklenilen değişimin veya arzulanan sonuçların gerçekleşmesi için bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. Ya iş yapan aktörü değiştireceğiz, ya iş yapış şeklimizi değiştireceğiz, ya da hedeflerimize uygun olmadığı için işi değiştireceğiz. Açık konuşmak gerekirse sisteme ilişkin bu alanların hiçbirinde -tıpkı zorunlu eğitim tarihimiz boyunca yapılageldiği üzere- bir değişime gitmeden sonuçların değişmesini beklemek kendini kandırmaktır.


Sisteme yeni sistem demek sistemi yeni kılmadığı gibi bir takım isim ve yer değişiklikleri de sistemin değiştiğini gerektirmez. Siz sisteminizden memnunsanız, çıkan sonuç beklentilerinizi karşılıyorsa o zaman açıklanan bu yeni sistem gibi bir takım tadilat-tamirat işlerine girişebilirsiniz. Ancak öyle lansmanı yapıldığı gibi yapısal bir değişiklik, yarınlarımızı kuracak, kurtaracak bir sistem inşası gibi büyük anlatıyla da karşı karşıya olmadığımız ortadadır. O yüzden yapacağımız tartışma biraz da sistemde tadilat-tamirat anlamı taşıyan düzenlemelerin son derece sınırlı bir alanda ne tür işlevler görebilecekleri, ne tür komplikasyonlara yol verebilecekleri üzerine teknik ve tali bir tartışmadır. Aksi takdirde mevcut düzenlemeleri ileri sürerek şu an ileri sürüldüğü gibi büyük lafla ediliyorsa –ki ediliyor- mevzuyu bilmediğimizi de bilmiyoruz demektir. Ki bu, eskilerin ifadesiyle cehl-i mürekkep olup başlı başına sorunumuzun neden eğitimde sistem arayışından öte çok daha büyük ve önemli bir sorun olduğunun göstergesidir. Bu kaydın ardından yeni düzenlemenin içeriğine bakmaya devam edelim.

Örneğin ders sayılarının birleştirilerek ders sayısının azaltılması hususu. Bu husus sistem içerisinde izaha muhtaç. Neden? Çünkü ders sayılarının azaltılması-ki burada azaltma dediğimiz esasında derslerin birleştirilmesidir- akademik başarı ile irtibatlandırılmış. İlk bakışta mantıklı görünen bu ilişkilendirme yine de çok hamur kaldırır. İkincisi derslerin birleştirilmesinin bütünlük ve derinlik kazandıracağı varsayılıyor, bu da izaha muhtaç. Üçüncüsü ders birleşmelerinin insan kaynakları alanında yapacağı etki. Örneğin kimler hangi alana girecekler, kimler norm fazlası olacaklar? Bağlantılı olarak yükseköğretimde bu düzenlemelerin yapacağı etki nasıl simüle edildi, ne tür düzenlemeler yapıldı-yapılıyor?

Öğrencilerin ilgi ve istidatları üzerinden temellendirilen seçmeli ders mevzusu. İlk bakışta isteyenin istediği dersi alacağı şeklinde sunumu yapılan düzenlemenin günümüz Türkiye’sinin koşullarında hayata geçeceğini bilmek durumundayız. Yani öğrenci şu dersi seçti diye ders açılması söz konusu değil. Ayrıca öyle bir şeyin olmasına gerek de yok. Ders açılması için belirli sayıda öğrenci gerekiyor, o dersi verecek öğretmen olması gerekiyor, o ders için uygun araç-gerecin, materyalin olması gerekiyor, fiziksel mekânın olması gerekiyor vs…


Yeni sistemde özel bir önem atfedilen Bilgi Kuramı dersine bakmamız gerekiyor. Yukarıda da belirttiğim gibi eğitim sistemimizin yüzyıllık klişeleri olan eleştirel düşünme, sorgulama, yorumlama becerisinin bu dersle karşılanacağı iddia ediliyor. Bu iddia niye gündeme gelir, niye ciddiye alınır bilmiyorum? Bu eksikliklerimizin bugüne kadar uygun dersin olmayışı tespiti ne ara kimler tarafından yapıldı? Teknik bakış bizi ancak bu tür desteksiz iddiaların muhatabı yapabilir? Bu dersi kim verecek? Dersi verecekler bu dersi nerelerden aldılar? Aldıkları yerde eleştirel düşünme, sorgulama, yorumlama becerileri çok gelişmişse bu yaşantımızın hali niye böyle?

Yine sistemde önem atfedilen proje çalışmaları ve sertifika programları mevzusu var bir de. Spekülatif bir şekilde mevzuyu konuştuğumuzda anlamlı duran bu çalışmaların Türkiye gerçekliği içerisinde değerlendirilmesi gerekiyor. Proje çalışmalarında çok yoğun ve iç açıcı olmayan bir tecrübeye sahibiz. Sertifika programları ise mevcut bürokratik işleyişimiz içerisinde ne tür bir imtiyaz alanına dönüşecek kestirmek zor değil. MEB Yönetici atama Takvimini bile kaç kezdir erteleyen MEB bu tarz denetimi zor işlerde nasıl insanların hakkını-hukukunu koruyacak, nasıl istismarların önüne geçecek?

Sosyolojik imgelemden yoksun, felsefi bir sorgulamadan muaf hatta asgari mantık kurallarını zorlayan bir konumlanışla rahmetli Nurettin Topçu’nun ifadesiyle en az üç asırdan beri sarp kayalara çarpa çarpa harap olan ve bugün kırık dökük bir tekneyi andıran maarif gemimizi bırakın selamete çıkarmayı kronikleşen sorunları, sorunların kök bağlantılarını tespit etmek mümkün değil. Kendimizi kandırmaya değil sorunun büyüklüğüne ve aciliyetine uygun bir düşünce ve eylem atılımına ihtiyacımız var. Bunu da MEB Bakanı’nın göreve başladığı ilk günlerde dile getirdiği gibi şapkadan tavşan çıkarmaya çalışmadan yapmalıyız.