BİZ AMA GERÇEK BİZ

Abone Ol

          BİZ

          Osmanlının bakiyesi Türkiyeyiz…

          Alevisi ile Sünnisi ile biz Türkiyeyiz…

          Şairi ile Edibi ile Yazarı ile biz biriz…

          Nazımı ile Necip Fazılı ile

          Aşık Veyseli ile Neşet Ertaşı ile…

 

          Anadoluyuz biz…

          Türküz Kürdüz Laz ya da bir diğeri

          Ama biz biriz, beraberiz…

          Tüm şairler, yazarlar, aşıklar ve sanat erbabı öyle çok miktarda ortak derdi paylaşmış ki okuyunca fark edilebiliyor sadece. Ama sağcı solu okumaz, ona okutulmaz. Solcu da sağcıyı okumaz, o na da okutulmaz. Halbuki hepsi bizim ve farklı açılarıyla her biri Anadoludur. Her birinin derdi yine diğerinin derdidir ama farkında değildir.

         Aslında siyasi meseleler konusunda gençlik yıllarımda herkeste olduğu gibi ben de daha bir hızlı idim. Yani siz belki o kavrama fanatik diyeceksiniz de; ben aslında hiç bir zaman ve hiç bir şeyin fanatiği olmadığımı da söyleyerek bu ifadeyi reddetmem lazım. Hızlı daha hoş geliyor kulağa. Neyse o günlerin en etkili siyasi kişiliği olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan bir konuşmasında diğer siyasi düşünceler ya da Partiler için aşağı yukarı şöyle bir şey söyledi.

          ‘’ Biz demiyoruz ki sadece Refah Partisi bu ülkenin menfaatlerini düşünür ve ister. Elbette diğer siyasi partili arkadaşlar da Türkiye’yi seviyor ve ülkesi için samimi bir gayretin içerisindedir. Ancak mesele böyle olmakla bitmiyor yol ve yöntem konusunda da doğruyu bulabilmek önemlidir. İşte biz tam da burada diğerleri için Batı Taklitçisi diyoruz ve pansuman tedbirler ile bu iş olmaz diyoruz.’

          Genel anlamda şu an için çokça yadsınacak bir ifade gibi durmasa da ben o anlık bir sarsıntı geçirdim ve ne oluyoruz dedim az da olsa. Ama hemen akabinde yani kısa bir süre sonra haklı olduğunun şuuruna vararak kendimi çek ettim ve bakış açımı yeniledim. Şimdilerde eski siyasi tartışmaları izlediğimizde görüyoruz ki; yine kendi nevi şahsına münhasır bir hitap şekli ile ‘’Muhterem Başbakan’’ diye saygılı hitap ettiği ya da ‘’Muhterem genel başkanlar’’ diye hitap ettiği liderler var etrafında ve onlar da o nezakete riayet etmek zorunda kalıyorlardı. Peki ne olacak şimdi ne faydası var bu hatıraların derseniz gelelim şimdi asıl konuya derim ben de size.

          Yukarıda özellikle Biz olmanın ne kadar değerli olduğunu ifade etmeye çalıştım. Aslında farklı kelimelerle herkes bu yer, bu ülke, bu insanlar, bu millet için bir ve aynı derdi paylaşıyorlar. İlk kez Erol Güngör okuduğumda şaşırmıştım. Sonra Tevfik Fikret geldi. Ardından Aziz Nesin. Ha bu arada bir de Haldun Taner tiyatrosu sıkıştı ara yere. İster inanın ister inanmayın hepsinden de son derece keyif aldım. İstifade ettim. Ey sol yayınlara öcü muamelesi yapanlar ve ey sağ yayınlara öcü muamelesi yapanlar; ‘’Sizin devriniz bitiyor ve bitmelidir.’’ Elbette belli bir temel kültür seviyesi için dahi olsa okunmalıdır ve yine her camianın vazgeçilmez addettiği belli fikri kriterler terk edilmeyebilir. Ancak her düşüncenin eserlerinin okunması mutlaka temin edilmelidir. Eğer korku söz konusu ise en azından yaş ve dönem uygunluğu dikkate alınarak yapılabilir bu.

          Öteki diye isimlendirmeden ‘’Diğer’’ ini kabul etmek gerektiğini ve diğerinin de kendisi için bir gelecek hayali olmasının son derece doğal olduğunu unutmayalım. Onun hayaline rağmen mutlu olmak çok ta zor olmasa gerek. Diğerinin varlığı şunun için de önemlidir; farklı bir bakış açısından istifade. Bu ülkenin madenlerinin bir kısmını çıkarıp bir kısmını seni sevmedik diyip içeride mi bırakıyoruz? İhtiyacımız ve varımız neyse onu çıkarıp kullanıyoruz. Yer altının ruhsuz madenleri yer üstünün ruhi ve akli canlılığa sahip madenlerinden daha mı değerlidir? Yoksa bizde bir çarpıklık mı var?

          Şimdilerde sadece diğeri (özellikle ‘’öteki’’ ifadesini kullanmıyorum- uzaklık çağrıştırıyor) değil kendi fikirdaşımızı ve siyasi kimliğimiz, fikir dünyamız, davamız için çalışmış insanımızı bile harcarken bozuk para kadar bile düşünmüyorsak sorun var demektir. Bu konuda kimse masum da değil yalnız da değil. Solcularda eskiden beri kavga gürültü eksik olmaz zaten. Tek adaylı seçimler olan kurultaylarda bile günlerce sürer tartışmalar ve hatta kavgalar. Bu adet bir ara milliyetçi yapıya şırınga edilmek istendi ama yöre ve örf kültürü buna pek müsade etmedi. Aynı camiadan kurulan / kurdurlan partilerde ise pek başarı hikayesi çıkmamıştır bu güne kadar. Bu günlerde böyle bir zoraki çalışma yürütülüyor. Hele bir de dış destekli darbe yapmaya kalkışmış bir organizmaya dayanan bir organizasyonun / kişinin yapacağı ne olacaktır o da meçhul… Aslında malum da neyse biz erkenden uyandırmayalım kimseyi. Bekleyelim ve görelim.

          Son zamanlarda yaşanan aşırılık davetçisi konuşmalar ve hakaretamiz tavırlar siyasi rant ya da destek teminine yönelik olsa da toplumu ciddi boyutta rahatsız ediyor / eder/ etmelidir. Ve artık eskisi gibi toplumda kimse onları yani çirkin siyaset erbabını rol model liderler olarak görmüyor. Seçmen ya da fikri müntesip kendisi kadar bile akil davranamayan bir kişiyi siyasi lider olsa da hayatta kopyalanacak bir önder değildir şeklinde bir düşünceye ulaşıyor. Öyle olunca eskiye dönüş hastalığı başlıyor maalesef. Yani eskiden olduğu gibi tahammülsüz siyasi algı ve ilgi artış gösteriyor. Özellikle; mevcut adı demokrasi ve cumhuriyet olan ama gerçekte totaliter bir rejim olan sistemin kurulalı beri süre gelen tüm zulüm ve baskısını savunan siyasiler bu konuda abartılı yöntemlere başvurmaktadır. Kutsanan bir Kemalizm’in ardından siyaset üretme ya da üretememezlik ancak kaostan medet ummayı aktifleştirir. Sanki son zamanlarda Avrupa’da yükselişe geçen Faşizan siyasi yükselişi kendi lehlerine Türkiye’de ortaya çıkararak oradan bir siyasi ikbal devşirme gayretleri varmış izlenimi veren bu tutum herkesin kaybedeceği bir süreci davet edebilir.

          Buna karşın alternatif hükumet olarak kendisine tanınan yetki için her zaman alıştığımız üzere Millet ve Demokrasi vurgusu yapan bir siyasi iktidar mevcut ancak dikta ile suçlanıyor. Hem de az önce bahsettiğimiz hevesler için ülkesinde karmaşa çıkarabilecek tarzı tek siyasi yol ve yöntem olarak kullananlar tarafından. Hem de milletin oy vereniyle vermeyeniyle top yekün umudu haline gemiş olan aynı iktidar tarafından zaman zaman nikah tazeleyenler gibi Kemalizm’e selam duran hareketler yapılması anlaşılır değildir. Öncelikle sadece ve tek başına diğerleri gibi olmadığı için on beş yıldır yönetme yetkisi verilmiş bir organizmanın yaşadığı bu özgüven eksikliği en basitinden siyasi açmaz ve çıkmaz sokak yorumlarını davet edecektir ve toplumusal katmanlarda tartışmaya açılmalıdır.

          Her şey bir yana Türkiye’nin asli unsuru olduğunu sanan /düşünenlerin ‘’nasıl olsa bizim olana emanetçi olduklarının farkında olsunlar’’ cinsinden uyarıları ve siyaset ahlakını yerlere seren bir şımarıklıkla muhalefet eden bir totaliter bir oligarşik yönetim özlemini hissettiriyorlar. Buna karşın mevcut iktidar tarafından daha fazla demokrasi dendiği halde ve eski yönetimin demokrasi görünümlü Totaliter & Faşist oligarşik bir yönetim olduğunu söylemek bir yana; bahis konusu o çizgiden sapılmadığını da ısrarla tekrar etmek kime ne kazandıracaktır.

          Beklenen bunun tam tersi; siyasette ahlakı hakim kılmaya çalışarak, ülkenin eskiyen / eksilen yanlarını ortak bir dil üzerinden olabildiğince değiştirmek yani kaderini değiştirmek. Öyle ki daha fazlasının yapılması için gerçekçi ve sağlam bir zemin oluşturma başarılabilsin. Ya da en azından bir birinden uzak zamanlarda verilen onayların toplamının nereye varacağının hesaplanmasına fırsat vermeden (ne kadar mümkünse artık) ortak ya da ortalama bir model geliştirmek. Bundan kasıt ülkenin geldiği noktadan fiilen geri dönmesi değildir. Yetkilerin şekillenmesi ve devlet yapısının mantalitesinin demokratik istikamette kalıcı olarak değişmesi için; yoksa bir seksen sene daha bekleyecek değiliz.

          Diğeri ya da diğer bir ifadeyle öteki ile bir & beraber olduğumuzun öğretilmesi, öğrenilmesi ve kanıksanması gerekiyor ama bir yandan aynı gemide olduğumuzu söyleyecek zül cenaheyn hoca veya aydınlar da olacaktır doğal olarak. Her iki kesimle de yolu kesişen isimler bu arada bir araya gelmeyi beraber kitap imzalamayı, etkinlik yapmayı fotoğraflarla ve medya ile alana yaymayı başarmalıdır. Bir zamanlar Abdurrahman Dilipak ile bir solcu yazar bunu nispeten gerçekleştirmişti. Daha çok bir zamanda ve zeminde bunlar artırılarak siyasiler de buna zorlanmalı.

          Umuyor ve dua ediyoruz ki öncüler öncülük vazifesinden geri durduğunda arka sıralar dile gelecek ve hakikati çok özel yetiştirdiği diğer evlatlarına tevdi edecektir. Halkın bilmediği bir hakikat daha var. O da ‘’Günler insanlar arasında dönüşümlüdür. Bir gün biri diğer gün diğeri.’’

          Hesap var Hesap…

          Vesselam

          Cevat YEK

          12.11.2017 01.40