Biz kendimizi düzeltmedikçe

Abone Ol

 

Olay 1

Evde kullanılmak üzere basit, tuşlu bir telefon lazım. Bir iki yere bakıyorum. Çarşıda kelli felli, üzerinde ‘teknik servis’ yazan ciddi bir mağazaya giriyorum. İstediğimi söylüyorum. “Sıfır olsa iyi olur” diyorum.

Patron genç bir çocuğu yönlendiriyor bana. “Abi evde kullanacaksan çok güzel ikinci el bir telefon var, onu al” diyor. O kadar güzel ve sahici izah ediyor ki etkileniyorum.

O gün başka bir yere gideceğiz ailecek. Alıp çıkıyorum, “bir sorun çıkmaz, çıkarsa buradayız, getirebilirsiniz” taahhütleri eşliğinde.

Bir gün sonra telefonun bozuk olduğunu anlıyoruz. Kendi kendine kapanıyor. Neyse, geri dönünce verir yaptırırız, diye düşünüyorum. Nasıl olsa bir sorun çıkarsa yapacaklarını taahhüt ettiler.

Bir ay sonra geri geldiğimizde ilk fırsatta götürüyorum telefonu. Dükkâna girişte çok güzel karşılayan elemanların, şikâyetimi duyar duymaz yüzleri ve ağızları değişiyor. “İkinci el sonuçta, garantisi yok.” diye kestirip atıyor patron.

Önemli bir miktar değil verdiğim para ama kan beynime sıçrıyor haksızlık karşısında. Sesimi yükseltince, her halde müşteriler etkilenmesin diye olacak, “şu arka sokakta servisimiz var, oraya götürün, bizim gönderdiğimizi söyleyin, baksınlar” deyiveriyor.

Götürüyorum. Usta bakıp, “bu telefonu nerden aldın, kullanılamaz durumda, tamiri imkânsız” diyor.

Daha çok sinirleniyorum. Hızla tekrar aldığım yere geliyorum. Biraz da gergin ama kötü bir şey söylememeye dikkat ederek, “telefon bozukmuş” diyorum, beni ikna ederek satan çocuğun yüzüne bakıp. Boş boş bakıyor çocuk.

“Patron yok, namaza gitti” diyor çalışanın biri. Çalışanlar kötü kötü bakıyorlar bana. Beklemeye başlıyorum. Müşteriler içeri girip çıkıyor. Ters bir laf edip ekmeklerine mani olmak istemiyorum ama onlar da hiç umursamadan damarıma basmaya devam ediyorlar. Aynı eleman çaktırmadan patronla görüşüyor telefonla. Benden bahsediyor. Gitmemi bekliyorlar herhalde.

Baktım olacağı yok, telefonun arkasına bir kâğıt yapıştırıp üzerine numaramı yazarak, “ben gidiyorum, gereğini yapıp aramanızı bekleyeceğim” diyorum.

Kaç gün geçmesine rağmen ne arayan var ne soran. Patron namazdan gelmedi herhalde.

Derken on gün sonra gittim. Baktılar benden kurtuluş yok. Ikına sıkına, üzerine bir miktar daha para vererek sıfır bir telefon almama razı oldular.

Bir daha oraya girmemek niyetiyle çıktım, gittim.

 

Olay 2

Eve yolluk lazım. Ölçtük, biçtik, bir yere not ettik. Biri 8.5 diğeri 3.5 metre uzunluk ve 1 metre genişliğinde olacak. Birkaç yer gezdik, baktık. Şartlarımızı söyledik, uyuşamadık.

Bir iki gün sonra bizim mahalleye yakın, her gün kullandığımız yolun üzerinde bir halı dükkânı var, mahallenin esnafı kazansın dedik, içeri girdik. Kocaman mekân ve bolca çeşit var. Baktık, bir renk beğendik, ölçüleri verdik. Fiyatta da ufak bir indirimle anlaştık. “Ancaak bir şartımız var, 8.5 metre olan tek parça olacak. Dikiş, ekleme olmayacak.” dedik.  “Tamam” dediler.

Bir peşinat istediler, kesip biçip hazırlayınca gelip alacaktık. Bir daha uğraşmaya gerek yok, mahallenin esnafı, hepsini ödedik paranın, çıktık.

Akşama gittiğimde yolluklar rulo halinde hazırlanmıştı.  Aldım geldim.

Açıp serince ortalarında bir yerde çirkin makine izleri, fabrika hatası olduğu belli olan düzensiz birleştirmeler ve çıkıntılar gördük.  Toplayıp sabah erkenden ilgili iş yerine götürdüm.

Aramızda geçen konuşma şu:

“Fabrika hatası, biz birleştirmedik.”

“Anlıyorum, aynı renkte yoksa başka bir renk bakalım.”

“Hayır değiştiremeyiz, şimdi kime satarız biz bunu…”

“Beni mi buldunuz satacak. Benim suçum ne?”

“Bizim de suçumuz yok, fabrika hatası işte…”

“Esnaflık bu mu yani? Ben size güvenip parasını peşin verdim. Alırken kontrol bile etmedim. İyi niyetimin karşılığı mı bu yaptığınız?”

O sırada elemanlar toplanıyor. Anlıyorum ki yapabileceğim bir şey yok. Yolluğu oraya bırakıp gidiyorum.

Arkamdan, “istersen o bozuk yerleri kesip birleştirelim.” diyor.

Hâlbuki ben tek parça istemiştim ve öyle sözleşmiştik.

Bir yandan da çocuğa söyleniyor, keserken görmediniz mi, diye. Gördük, diyor çocuk. 

Sonradan hallettik ama gereksiz bir tatsızlık yaşamış olduk. Hakkını arayan biri olmasam, varın düşünün ne olacağını.

 

Olay 3

Bir vesileyle özel hastanenin birine giriş yapmış, telaşla ilgili doktorun odasını arıyorum. Kapısı açık olan bir odada görevli hemşireleri görünce sorayım dedim. İçeri girdiğimde hemen kestikleri muhabbetlerinin konusu hastane yönetiminin tavırlarından şikâyetleri idi.

Hemen ne var bunda demeyin.

Konu neydi biliyor musunuz?

Yönetim bütün doktorlara kota koyuyormuş.

Şu kadar hasta yatıracaksın, şu kadar ilaç yazacaksın, şu marka ilacı yazacaksın…

Hatta…

Şu kadar ameliyat yapacaksın, şu kadar doğumu sezeryan yapacaksın gibi inanılmaz baskılar.

Düşünebiliyor musunuz, insan hayatını kotaya bağlayan özel bir hastane ve onun yöneticileri ile bu ahlaksızlıklarına göz yuman doktorlar, çalışanlar…

O dakikadan sonra bir daha özel hastaneye gitmemeye çalıştım.

İtiraf edeyim ki devlet hastanelerine gitmeye başlayınca anladım ki özel sektör yerinde sayarken, devlet hastaneleri çağı çoktan atlamış bile. Vesile olanlardan Allah razı olsun.

***

Biliyorum, bu kadar yoğun gündem arasında bunu mu buldun yazacak, diye düşünebilir birileri…

Evet, bunu buldum dostlar.

Hazır okullar açılıyorken ve TEOG tartışmaları yeniden alevlenmişken, yeniden konuşalım bunları.

Sayın Cumhurbaşkanımız haklı olarak, eğitim ve kültür alanındaki eksikliklerimi gündeme getiriyor sık sık. En son, TEOG kaldırılsın diye açıklama yaptı ve ekledi: “ben bir şeyi bir defa söylerim.”

Daha önceden söylemişti nitekim.

Şimdi şu üç olaya bakın ve değerlendirin. Bu insanlar nerede yetişti? Nasıl bu hale geldiler?

Mesela siz de hiç karşılaştınız mı bu tür insanlarla?

“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” diyor rabbimiz.

Biz ki dünyaya asırlarca adaletle hükmetmiş bir medeniyetin temsilcileriyiz. Bizden kumaş almaya gelen yabancı bir tüccara bir gemi dolusu malı verdikten sonra hatalı olan bir top kumaşın geri çıkarılması için gemiyi durdurup onu düzelten duyarlı insanların nesliyiz.

Biz, memleketimizin, dinimizin, milletimizin namı lekelenmesin diye gerektiğinde şahsi malımızdan zarar etmeyi bilen bir ecdadın torunlarıyız.

Ne oluyor bize dostlar. Nereye bu gidiş?

Eğitim meselesine bir de bu açıdan bakalım mı?