Havada ihanet rüzgarları esiyor. Rüzgarların içine de saklanmış kabala kasırgaları, kah yağmur kah kar şeklinde ölüm olmak için gizli silahlara dönmüş üstümüze yağıyor. Yeri yerinden oynatacak ihanetleri ile hainleri gördük ama şimdilerde depremlerde hainlerin elinde bir silah misali vaktini bekliyor. 

Ne badireler atlattı devletimiz ve ne acılara katlandı Aziz Milletimiz. Çanakkale, Sarıkamış, Dumlupınar derken vardı bir düşmanımız. Ellerinde silahlar ve gördüğümüz yüzleriyle işgale geldiler yurdumuzu. Savaştık, zafer kazandık, esaret görmedik ve düşmanlarımızı Anayurdumuzdan attık, Elhamdüllillah. 
Düşman değişti, hain değişti ama ihanet asla değişmedi. Zaman geçti, yıllar geçti ama batıl düşlerne eksildi ne değişti. Yurdumuzda devlet edinmek isteyenler, yeryüzünden İslam’ı atmak isteyenlerin Türkiye düşmanlığı hiç azalmadı. Azdı her geçen gün düşmanlar ve yeni hain nesillerini yetiştirdiler Altın Nesil diyerek. 
Batıdan destek alıp, batıldan beslenen ihanet şebekeleri günü geldi terörü besledi, günü geldi terörden beslendi ve elbet vaki gelince teröriste yaslandı.
Kuşatıldık, kandırıldık, sırtımızdan bıçaklandık…. 

Kimisi aleni saldırdı değerlerimize. Camileri yaktı, mescitleri yıktı, ahır yapmak istedi, ezan Türkçe okunsun dedi. Kimisi ateist yalanlarına kalkan olarak kullanmak istediği Ataist maskeler uydurdu. İzinde olduğunu iddia ederek yoldan çıkmışlığı ile milleti sürükledi uçuruma. Sonra bir anda kendilerine özgürlük savaşçıları diyenler çıkıverdi dağlardan. Barış diyorlardı dilleriyle ama ellerindeki keleşlerle, ölüm kusuyorlardı kalleşçe. Bağımsızlık diyorlardı ama, bağlıydılar şeytana ve bağımlıydılar düşmana, gizli nesilleri ve Siyonist ataları ile. Öte yandan sahte fetvalar ve Vatikan buyruklarıyla, batıl efendilerinin hizmetinde İslam’a ihanet etmeye kalkışan FETÖ çıkarıldı ortaya.

Şimdilerde, siyonist kanallarına kabalacı mesajlar vererek, son bahara atıf yapanlar, aceleye gerek yok, ecelin bir vakti var. Sahte Mesihlik ve Mehdilik yemine kanıp, küfür üzerine yemin edenler açmaya çalıştıkları gök kapısı ile krallık değil, zelil sonlarına açılan karanlık tüneli açarlar ancak. Modern çağın Haşhaşileri. İblisin ortakları ve tabi ki yeryüzünde fitne ve fesat yayan bozguncular olarak, tasmasının ipleri cehennem kapısına bağlıyken salındı İslam’ın ve insanlığın içine azgın dişleri ile…

Oysa, Osmanlı vardı Anadolu’da. Hakim olmak için değil toprağa, barış, kardeşlik ve huzur hakim olsun diye Asya’da, Afrika’da ve Avrupa’da adaletin gücü oldu, mazlumun sesi oldu. Balkanlardan Kafkaslara, Afrika’dan Ortadoğu’ya kan dökülmeden, gözyaşı akmadan milletlerin ve devletlerin bir arada var olabileceğini gösterdi dünyaya. Günümüz kanlı coğrafyalarının kansız, acısız ve savaşsız yüzyıllarının koruyucusu oldu. 

Yüz yıllar geçti, ne düşmanlar uyudu be düşmanlıklar unutuldu. Antik çağlardan kalma hesaplaşmalar ve dünya öncesi kibirli tuzakları içeren sinsi tuzaklar kuruldu insanlığın önüne. Gözyaşı akmalı, kan dökülmeli idi toprağa ve acılar bekletiliyordu yüzyıllardan kalma. İblisin bir söz vardı gerçekleştirilmeyi bekleyen ve hainlere vaadi vardı, kutsal yalanlarla süslenen. Yeryüzünden İlahi emri silmek için kendilerine ilah edindikleri putları vardı çölün kızgın kumları altında bekleyen ve bekledikçe putperest kullarına daha çok kızan. Öfke, kin ve nefret ile saldırdı iyiye, güzele ve doğruya, kan dökülmüştü yeniden doğuya. Yüzlerce yıllık çınarın barış dolu gölgesinin, kardeşlikle semaya uzanan dalları kesiliyordu bir bir ve öfkenin ateşi düşüyordu toprağa. Sahte bir din uğruna, firavun ve putları uğruna dinle savaşanların dilinde din savaşı yalanı ile insanın insanlığa ihaneti, dinsizliğin acımasızlığı ile birleşti. Ne çocuk vardı şimdi, ne yaşlı, ne kadın dendi ne erkek.

İnsan sadece ölü veya diri adlandırıldı.  Ölüyorduk, öldürülüyorduk Osmanlı yıkıldıktan sonra barış coğrafyasında. 
Yurtta Sulh Cihanda Sulh demişlerdi ya hani, Cihan Devleti olarak Sulh getirdiğimiz Yurdumuz ve iğer kıtalarda Osmanlı’dan sonra Sulh gelmedi bir daha. Köyler ve kentler yerini mezarlara, insanlar bedenlerini katliamlara bırakıp ölüler şehrine dönüşüne tanık oldular, yurtlarının ve izlediler çaresizce ve parçalanışını Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı’nın. Osmanlı düşmanlığı ile sevinç narası atanların daha yüzlerinde ki gülümseme geçmeden yerini aldı acılar dolu bir çehre ve ölü bedenler kentlerinde. Hilafet ve Saltanat düşmanlığı ve cetvelle çizilen devletlere sahip olacakları özgürlük masallarının yerlerini kardeş kanı ve iç savaşlar aldı. 
Topraklarındaki kara lanet olan petrol uğruna ihanet ettikleri Osmanlı’nın ardından sahipsiz, vatansız ve savunmasız teslim oldular batıla ve boyun eğdiler batıya. İşte o gün bugündür ne kan eksildi Osmanlı Coğrafyasından ne acı dindi ne de gözyaşı. 

Bugün artık bıçak kemiğe dayandı. Sessizliğinde Ortadoğu’nun ve sinsiliğinde düşman yalanlarının artık sona gelindi. Ortadoğu artık sona erdi ve anladı ki; hatayı batıla inanmakla yaptı. Bugün ise tek kurtuluş ümidi olarak Yeni Türkiye kaldı. 

Biz bugün, Türkiye olarak, geçmişle hesaplaşmaya kalkıp ihanetler üzerinde tartışmaya dalarsak, kendi ülkemizle beraber İslam Aleminin de geleceğini kaybederiz. 

Biz bugün Ortadoğu devletlerini ve milletlerini, sahiplenmek ve onlara destek olmak yerine, onları geçmişle suçlarsak, bizi biz yapan milli ve manevi değerlerimize sırtımızı dönmüş ve aslımıza ihanet etmiş oluruz. 

Üçüncü Dünya savaşı masalı değil, kurguladıkları üç dünya savaşıdır. Dünyada fitne ve fesat ile dinler uydurup, İslam üzeri gelen tüm peygamberlere rağmen, Hristiyan ve Yahudilik diye şirke koşanlar, şimdi Şirkler arası savaş çıkartıp hedefe Müslümanları koyup dünya nüfusunun yarıdan fazlasını yok etmek için gün sayıyorlar. 

Bin sene önce Anadolu’ya girdiğimiz günden hemen sonra ordular tertip edip üzerimize saldıran düşmanlar, bugünde bizi bu topraklardan atmak isterken artık görünen ordularıyla bize değil, görünmeyen ordularıyla milli ve manevi değerlerimize saldırıyor, unutma…

Biz bugün Kudüs’e sahip çıkmazsak, yarın İstanbul’dan oluruz. Eğer Musul, Kerkük, Süleymaniye, Halep ve Katar’a sahip çıkmazsak Diyarbakır, Urfa, Adıyaman ve Hatay’dan oluruz. Her ne olursa olsun biz toprak kaybetmiş olmayız, insanlığın dünyada kötüyü ve kötülüğü yenme ümidi ve şansını yok etmiş oluruz ki, bunun bedel ve vebalini asla ödeyemez, bizde o zalimlerden oluruz. İşte o zaman biz kaybedenlerden olup, yok olur gideriz.

İşte bu yüzden, Kudüs ülkemizin koruyan surların kapısının sırlı anahtarı iken, Kabe dahil kutsal topraklar Siyonist parçalama planlarının önünde kıvranırken, Türkmen Dağında kardeşlerimiz iman ve ümitle savaşırken biz yerimizde duramaz, koltuklarımızda oturamayız. İzleyerek geçirdiğimiz her saniye bir bebeğin öldüğünü düşünün ve ayağa kalkın, kalkın ki siz ayağa kalkınca Ümmet ayağa kalksın ve zulüm artık, asırlık çınarın huzur dolu gölgesine ulaşsın…..