Yeni öğretim yılı sancılı başladı.

Hemen her gün yeni bir sorunla uyanıyoruz.

Hiçbirisi de çözülmeyecek sorunlar değil ama görünen o ki karar alma süreçlerinde zafiyetler yaşanıyor.

Örneğin öğretmen atamalarının hâlâ yapılamaması, örneğin okullara yeni temizlik görevlilerinin yarından sonra alınacak olması, örneğin LGS’deki hatalı sorunun yargı kararı ile okullar açıldıktan sonra iptal edilmesi, örneğin kapısı kırılan müdür yardımcısına yönelik yaptırımın öğretmenin başvurusundan sonra değil de görüntülerin sosyal medyaya düştükten sonra gerçekleşmesi, örneğin taşımalı eğitim ve engellilere yönelik servis uygulamasının yeterince düşünülmeden hayata geçirilmesi, örneğin hormonlu notlar, örneğin bir yandan zorunlu bağış yok denilirken öte yanda velilerin zorunlu bağış yapma noktasına gelmeleri?..


Haftada üç gün çalışacak ve günlüğü 566 TL olan sigortasız temizlik görevlileri ile bu sürecin yürümeyeceği gün gibi ortadayken, mülakatın ve hatalı sorunun yargıya takılacağı alenen belliyken, tasarruf tedbirlerinin uygulanacağı en son alan eğitimken, ilk önce ondan başlamasının infial yaratacağı kesinken, uygulamalar neden hep öngörülerin tam tersi yönde gerçekleşiyor?

Bakanlığı ya da iktidarı yıpratmak için bir kasıt olamaz çünkü, alınan her karar, onların onayı ile yapılıyor.

Eğitimi, öğrencileri, velileri, öğretmenleri sevmiyor ya da ciddiye almıyor olamazlar çünkü en büyük bütçeyi ayıran da onlar, çıkan sorunları çözen ya da çözmeye çalışanlar da yine onlar. İddia edildiği gibi “eğitimsiz bir toplum isteniyor” söylemi de doğru olamaz çünkü her ne kadar kalite ve liyakat konusunda ciddi sorunlar yaşansa da okullaşma oranları hemen her alanda artıyor.

Peki, o zaman sıkıntı nerede?

Sorumluyu uzaklarda, muhalefette, sendikalarda ya da sosyal medyada aramak kolaycılık olur.

Veli ve öğretmenlere kızmak da akla gelecek en son iş olmalı.


İşte tam da bu noktada MEB’in çuvaldızın en büyüğünü önce kendisine batırması gerekir. Olaya bilimsel açıdan yaklaşarak önce tartışmalı konuları tek tek belirlemeli, sonrasında da nedenlerini bir bir sıralamalıdır.

Ortaya çıkacak tabloya göre de bir daha aynı hataları yapmamaya özen gösterirlerse, en azından aynı konuda, aynı noktaya bir daha gelmezler.

Bunu yaparken de hukukun üstünlüğüne inanmak zorundalar.

Müşteri memnuniyetini yani öğrenci, öğretmen ve veli memnuniyetini asla göz ardı etmemeliler. Öngörülerinin sağlıklı olabilmesi için de sahadan sağlıklı bilgi akışı sağlanmalıdır.

Dayatma ile değil istişare ile yol alınmalıdır.

En önemlisi de attıkları her adımda referansları akıl, bilim, liyakat, kalite ve sürdürülebilirlik olmalıdır…

Son zamanlarda alınan kararların ömürleri çok kısa oluyor.


“Cumhuriyet tarihinin en büyük reformu” denilen projeler bile çöpe atılıyor. Karar alınırken, yürürlüğe konulurken yeterince irdelenmeden çok hızlı davranılıyor ama süreçte sıkıntı yaşandığında kaplumbağa hızıyla hareket ediliyor.

Tartışmalar ülke geneline yayılmadıkça, gündemin ilk maddesi haline gelmedikçe, ilgilileri sokağa dökülmedikçe “pardon” denilmiyor.

Oysa alışkanlık haline getirilmediği sürece hatadan dönmek de bir erdemdir. Hatasız kul olmayacağı gibi tüm öngörülerin dışında da hiç beklenmedik detaylar da sorun yaratabilir.

Böylesi zamanlarda yapılacak en doğru hareket, muhataplarla zıtlaşmak ya da “güç bende ben ne istersem o olur” anlayışı değil, diyalog olmalıdır.

Bu o kadar zor mu?

MEB'den Bir İlk! MEB'den Bir İlk!

Kesinlikle hayır.

Yeter ki iletişime açık olalım, samimiyeti asla elden bırakmayalım ve yapılanların doğru olduğuna önce kendimizi sonra da ilgili tarafları inandıralım. Kriz çıktıktan sonra atılan ya da atılacak geri adımları da daha baştan öngörerek ortalığı hiç karıştırmayalım…

Bakan Tekin, dün CNN Türk’te Hakan Çelik’in sorularını yanıtladı. Eminim ki izleyeni de çoktu. Peki ne kadarı söylenenleri aydınlatıcı, inandırıcı buldu ve ne kadarı merak ettiği sorulara tatmin edici yanıtlar alarak güne keyifle devam etti?

Editör: Serhat SALİMOĞLU