Metin yazısında şu ifadelere yer verdi:

Eylül ayının son haftası ‘LGBT, küresel monarşinin kirli ajandasıdır.’ diyerek bir tweet atmıştım. Attığım bu tweet nedeni ile hesabım 1 gün süre ile askıya alındı. Günün sonunda twitter bir form göndererek taciz, şiddet ve tehdit içeren tweet attığım gerekçesi ile hesabımın geçici süre ile askıya alındığı bilgilendirmesi yaptı. Suçlamayı kabul etmem ve bir daha yapmayacağımı taahhüt etmem durumunda hesaba erişimim sağlanacağı, itiraz etmem halinde ise incelemenin devam ettirileceği bilgisi verdi. Konuyu uzmanlarına sorduğumda suçlamayı kabul etmemin daha doğru olacağı aksi halde 1-2 ay hesabıma erişemeyeceğimi söylediler. Bunun üzerine suçlamayı kabul ettim kısa bir süre sonra da hesabıma kavuştum. Twitter demokrasisi bu demek ki...

Olayın şokunu atlatmaya çalışırken benzer bir uygulamanın Üniversitelerarası Kurul’da da olduğu öğrendim.

Üniversitelerarası Kurul, doktora sonrası en önemli akademik unvan olan doçentlik unvanının verilmesinde görevli bir kurumdur. Yılda onbtinden fazla doktoralı bilim insanına doçent unvanı vermektedir.

Doçent unvanını verirken 5 profesörden oluşan bilim jurisinin incelemesi sonrası doktoralı bilim insanının doçentliğe hak kazanıp kazanmadığına karar verilmektedir.

Bunu yaparken de her başvuru döneminde değişen bir kılavuz yayınlamaktadır. Üniversitelerarası Kurul’un web sayfasında yayınlanan klavuzun 51.sorusuna verilen cevap twitter adaletini aratmayacak cinstendir.

51. soru doçent adayının herhangi bir nedenle hakkını aramak için yargıya başvurması durumunda ne olacağına dairdir. Üniversitelerarası Kurul’un cevabı kocaman bir ‘hayır’ ile başlamaktadır. Yani bir doçent adayı hakkını aramak için yargıya başvurması halinde yargı süreci sonuçlanana kadar bir daha doçentlik başvurusu yapamamaktadır. Ancak yargı süreci nihayetlendiğinde başvurusu yargı kararına göre şekillenmektedir. Artık ne kadar sürerse…

Hakkını aramaktan vazgeçer ise takip eden üçüncü dönemde başvuru yapabilmektedir.

Hak aramanın, bilim insanlarının hak aramasının engellenmesinin arkasındaki aklı merak ediyorum.

Akademi, hak arama kültürünün zaafiyeti ile bilinirken, herhangi bir nedenle idari yargıya giden akademisyenler, üniversite idari personeli, yöneticileri tarafından tehdit edilirken, doçentlik gibi doktoradan sonraki en önemli akademik unvanı veren bir kurumun hak arama kültürünü böylesi zaafiyete uğratması anlaşılır değildir.

Doçentlik süreci ile ilgili gördüğümüz bir sorun alanı da etik ihlali iddiasına dairdir. Önceden doçentlik sözlü sınav jurilerinde gördüğümüz networkların, telefon diplomasisinin şimdi eser incelemesi aşamasında aktif olduğunu görüyoruz. Doçentlik Eser İncelemesi jurisinde bulunan bir üyenin bile etik ihlali iddiasında bulunması halinde doçentlik süreci askıya alınmaktadır. İddianın subuta erip ermediğinin tespiti bazı hallerde aylarca sürmektedir. Süreci hızlandıracak tedbirler alınmalıdır.

…..

3 Ekim 2022 tarihinde 511 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile üniversitelerin kadrolarında değişiklik yapan kadro kararnamesi yayınlandı. Bu kararname üniversitelerin insan kaynakları birimlerince Kadro Tenkis Kararnamesi olarak bilinen kararnamede geçmiş yıllardan farklı bir uygulama vardı.

Üniversiteler önemli miktarda araştırma ve öğretim görevlisi kadrosunu bu kararname ile iade etmiş, yerine özelikle doçent ve profesör kadrosu almışlar.

Bu yılla sınırlı kalsa yönetilebilir. Ancak devam etmesi durumunda akademinin genç insan kaynağına zarar vereceğini söyleyebiliriz. Örneklendirmek için kararnamedeki üniversitelerden bazı rakamlar vermek istiyorum;

Uludağ Üniversitesi 40 araştırma-öğretim görevlisi kadrosu iade ederek yerine profesör kadrosu almış. Akdeniz 52, Amasya 20, Yıldırım Beyazıt 30, Balıkesir Üniversitesi 30, Bolu 85, Kocaeli 51, Selçuk 95, Van 45, Tokat 65, Yozgat 40’ar araştırma-öğretim görevlisi kadrosu vererek yerine ağırlıklı olarak doçent ve profesör kadroları almışlar.

Dediğimiz gibi bu yılla sınırlı olursa yönetilebilir ama devam ederse akademideki üçgen biçiminde olması gereken piramidi ters üçgene çevirebilir ki bu durum akademisyen olmak isteyen gençlerin önünü kapatacaktır.

Halen yükseköğretim sisteminde 32 bin profesör, 20 bin doçent, 42 bin doktor öğretim üyesi, 38 bin öğretim görevlisi, 53 bin araştırma görevlisi bulunmaktadır.

Bu yılki uygulama devam ederse profesör ve doçent sayısı artarken araştırma ve öğretim görevlisi sayısı azalacaktır ki bu akademimizin geleceği açısından sorunlu bir durumdur.

Akademinin genç bilim insanlarına ihtiyacı var.