Hafızam beni yanıltmıyorsa Eylül 2005’ten beridir yazılar, makaleler yazıyorum.

Geride kalan yaklaşık 13 yıllık süre zarfında yüzlerce, binlerce makaleler yazdım, röportajlar yaptım.

Onlarca gazete, dergi, haber siteleri, haber portallarında köşe yazarlığıyaptım.

Mayıs 2017 yılında ise, Entelektüel Eğitim adında bir kitabım yayınlandı.

Aralık 2017’den beridir de düzenli olarak haftada bir siz Milat okurları içinyazılar yazmaya çalışıyorum.

Geçtiğimiz hafta Milli Vicdanın Sesi başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Başından sonuna kadar hakkaniyetli davranıp Sözleşmeli Öğretmenlerin durumlarını analiz etmeye, yaşadıkları zorlukları dile getirmeye gayret ettiğim bir yazıydı bana göre.

Okullarda öğretmenler odasının psikolojik olarak ikiye ayrıldığını, Sözleşmeli Öğretmenlerin dışlandıklarını, ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerini dile getirdim.

Okul idareleri tarafından mobbinge uğradıkları, gözdağı verildiği, DYK kurslarında görev almalarına müsaade edilmediği gibi konulara dikkat çektim.

Ekonomik anlamda kadrolu öğretmenlerden dezavantajlı konumda olduklarını vurguladım.

Özlük hakları kadrolu öğretmenler ile eşit olmadığı, sözleşmeli öğretmenlere haksızlık yapıldığını dile getirdim.

Ailelerin bölündüğünü, eşler ve çocukların birbirlerinden uzak kaldıklarını, bir ara formül bulunması gerektiğini ifade ettim.

Mağduriyetlere dikkat çekmeye çalıştım.

Sözleşmeli öğretmenlikten kadroya geçmek için 6 yıl gibi bir sürenin uzun olduğunu yazdım.

Yazdım da yazdım…

Savundum da savundum…

Bunların karşılığında teşekkür mesajları beklerken tepki mesajları yağmaya başladı…

Neye uğradığımı şaşırdım.

Bazen, toplumda çok büyük bir karşılığı olacağını öngöremediğimiz bazı sözlerimiz için belli bir tepki gelmeyene kadar “haklı olduğumuzu” düşünürüz.

Doğrusu tepkiler gelmeyene kadar ben de haklı olduğumu düşünüyordum.

Çünkü yazımı; çevremden ve okurlardan duyduklarım çerçevesinde yazmıştım. Mesajlardan anladım ki, çevremdekiler mevzuyu eksik veya taraflı anlatılmış bana.

Tepkiye sebep olan sözlerimiz ise şu:

“Dershanelerde öğretmenlik yapıp daha sonra kendilerine tanınan bir hak sonucu başvuruda bulunan bazı öğretmenler KPSS’siz, sınavsız Sözleşmeli Öğretmen olarak göreve başladılar. Bu tür Sözleşmeli Öğretmenler uzun yıllar çakılı kalacaklarını, belki de ailelerinden uzakta bir ilde/ilçede çalışacaklarını, özlük haklarının dezavantaj konumunda olacağını biliyorlardı öncesinde. Bunu bile bile “Yeter ki devlet kapısında çalışayım, gerisi önemli değil” diye düşünüp başvuruda bulundukları, sınava girip emek sarfetmeden öğretmen oldukları, sonrasında ise örgütlenip “Aile bütünlüğümüz bozuldu, bize de tayin hakkı tanıyın” demelerini açıkçası çok anlamlı bulmadığımı itiraf etmeliyim.”

Gelen onlarca tepkilerden bir kısmı ise şu şekilde;

*İnsanlar sabırlarının son sınırında. Aileleri ile sınanıyor. Siz de çıkıp derseniz ki dershaneden geçen sözleşmeli öğretmenlerin hakkı değil. Onların ki keyfi, emek sarf etmediler derseniz bu çok büyük haksızlık olur.

*Aylardır, haftalardır çocuklarını, eşini göremeyenlerimiz var. Çok duyarlı hale geldik. Tatile üç dört gün kala bu yazıyı yazmanız bizler açısından dayanılması zor bir durum.

*Sizin dershanelerden gelen öğretmenlere karşı tavrınız, gareziniz var. Anlamak zor…

*Tüm masraflarınız bana ait. Trabzon’a gelin, beraber bakalım kaç dershane okula dönüşebildi. Ve okula dönüşenlerin ne kadarı zor durumda olduğunu beraber görelim. Ancak, ben haklı çıkarsam misafirperverlik gereği yemek hariç bir kuruş ödemem. Öyle bilmeden yazmayacaksınız…

*Yazınız bir yanağa öpücük, diğer yanağa ağır bir tokat gibi.

*13 yıllık dershane öğretmeniydim atandığımda. Türk bayrağının dalgalandığı her yerde görev yaparım, yapıyorum da. Yıllarca patronlarla çalıştım, şimdi bu ülkenin çocuklarına hizmet etme zamanı dedim ve görev yerime gittim. Ama anne olmak başka bir şey; 5 yaşındaki kızımı ardımda bırakmak başka bir şey. Dershanede de olsa benim 13 yıllık bir hizmetim, birikimim var. Okullarımızda 3 senelik toy hocanın bile sözleşmeli olduğumuz için bakışı, tarzı, tavrı başka. Aynı işi çok daha iyi yaptığımız ama kadrolu olmadığımız için hep bunlar.

*Doğru sınavsız atandılar, ama bu onların suçu değil. Çünkü dershaneler kapatıldığında işsiz kaldılar. Ve devlet onları sınavsız almakla adil ve haklı bir şey yaptı. Ailelerinden uzakta olmaları ise sıkıntılı. Hastaları olanlar var, hastalarına bakanlar var… Eşleri ender kurumlarda çalışanlar ve yanlarına tayin götüremeyenler var.

*Yıllardır FETÖ grubu dershaneleriyle mücadele ettik. Haksız, rekabetçi, baskıcı güç unsuru oldular. Yine de hiç yılmadık ve çok başarılı olduk. Hiçbir illegal işi olmayan ortağı olduğum dershane kapandı. Bir anda işsiz kaldım. Mecburen devlette sözleşmeli öğretmen olarak çalıştım. Bu yaştan sonra ayrılıp işsiz de kalmak zor, çalışıp aileden uzakta ailesiz de kalmak zor.

*Dershane öğretmenleri özelde de olsa yine devlete çalıştıklarını biliyor muydunuz?

*Dershane öğretmenleri dershanelerin kapatılması sonrası atanmıştır. Sanırım bundan bihabersiniz.

*Bir düzenleme yapılıp aile bütünlüğümüz sağlanırsa Cumhurbaşkanımızın 3 çocuk isteğini yerine getirmeye söz veriyoruz. Bu şekilde çocuk sahibi olmak imkânsız.

*Biz o dönem milletimizin ve Reisimizin bir sözüyle kazancı iyi olan kurumlarımızı kapattık. Her türlü soruşturmalardan geçerek MEB’e geçtik. Biz her zaman devletimizin yanında yer aldık. Bizler de bu vatanın evlatlarıyız. Aile bütünlüğümüz bozuldu.

*Hafta sonu sınavda gözetmenlik için okula girerken polis “sözleşmeli öğretmen” ifadesini kullanıp bana hitap etti, herkesin fark edebileceği bir eda ile… Resmen alay etti. Biz öğretmenler bu kadar savunmasız bırakılmamalıyız.

*Her gece eşimize, çocuğumuza hasretle ağlıyoruz, yuvalarımız yıkıldı, farkında mısınız?

*Eşimden ayrı, çocuğumla birlikte 6 yıl yaşamak zorundayız. Parça parça oldu yuvamız. Lütfen aile bütünlüğümüz sağlansın.

*Sayımız 4 bin civarında. Kahir ekseriyetimiz evli. Üzerimizdeki algı çok kötü. Yıllarca soru çalındığını örendiğimiz o sınavlarda yıllarca ter döktük. Mağdur edildik. Şimdi ise aile bütünlüğümüz sağlanmadı diye mağduruz.

*Ailelerimiz parçalandı. Yavrularımız anne babasız olmadığı halde anne ve babalarından ayrı yaşadıkları için yetim gibi büyüyorlar. Bu çocuklara yazıktır. Çocuklarımızın psikolojileri bozuldu. Öğretmen çocuklarının bu hale getirilmesi canım ülkeme, değerli devletime yakışmıyor.

*“Şeriatın kestiği parmak acımaz” deniyor. Devletimizin yaptığına elbette saygımız var, ama canımız yüreğimiz acıyor. Devletimizden ricamız parmağımız daha çok kesilmesin, kanayan yaramız sarılsın.

*Bir buçuk yıldır eşimden ayrı yaşıyorum. 2 yaşındaki oğlumu ayda bir defa gelen babasını artık tanımıyor resmen. Yüreğim paramparça, eşimi mi işimi mi tercih edeyim?

*İdare tarafından sürekli “Sözleşmeniz feshedilecek” diye tehdit ediliyoruz. Bu reva mı?

*Aile bütünlüğünü hiçe sayan bir uygulama ile, vatanın, milletin refahı için emek sarf etmemiz beklentisi ne kadar isabetli olur. Ne derece başarabiliriz bunu?

*Anayasanın 41.maddesi gereği aile bütünlüğümüzü istiyoruz.

*Bizler bir şekilde atlatırız bu travmayı. Peki ya çocuklarımızın psikolojisi? Montumu giydiğimde çocuğumun gözlerindeki korkuyu bir görseniz…

Bunlar aldığım tepkilerden veya yaşadıkları zorlukları dile getirdikleri mesajlardan bir kısmı. Buna benzer onlarca mesaj alıyorum her gün.

Gelen mesajlardan anladığım kadarıyla Sözleşmeli Öğretmenleri incitmiş bazı sözlerimiz…

Önceki yazıda başlığımız Milli Vicdanın Sesi idi.

Biz de milli vicdanın sesi olup bu yazıda onların düşüncelerine yer vermeyi tercih ederken, aynı zamanda soyadımızın da hakkını vermiş, erdemli bir davranış sergilemiş oluruz.

Yazdığımız her yazı okur açısından dile gelmiş bir “dua”, bir temenni, bir ümit, bir ışıktır. Ve her yazar okurların duasına muhtaçtır. Bu nedenle sevgili okurlarıma seslenmek istiyorum;

Dua ne güzel bir güçtür.

Dualaşalım mı?

Dilin kemiği yok…

Ola ki varsa farkında olmadan gönlünü kırdığımız, incittiğimiz, üzdüğümüz…

Haklarını helal etmelerini isteyelim mi?

“Sevgide güneş gibi ol” der Mevlana.

Mevlana’nın yolundan yürüyelim mi?

Tut ellerimden…