Orhan Veli’nin bir şiirindeki ifadesiyle ‘birdenbire’ oldu her şey.

Ne ufku olan bir şairmiş Orhan Veli, değişimlerin zamanlamasını ne kadar güzel ifade etmiş:

‘‘... Birdenbire,

Birdenbire;

Her şey birdenbire oldu...’’

İşte bu birdenbirelik içinde yukarıda da ifade ettiğim üzere birdenbire içimden ilkokulların haftalık ders çizelgelerine bakmak geldi.

Dersler ilişti gözüme ilk etapta, sonra ders saatleri... Tabii bir çizelge üstünde bunlar... Sütunların ve satırların cirit attığı...

Sonra içimden yine birdenbire şu soru geçti, dedim ya birdenbireye tutuldum ve resmen takılı kaldım ona. Adeta birdenbirenin dümen suyundan hatta huyundan suyundan gidiyordum.

Birdenbirelikte ilk sorum, ilk göz ağrım benim:

Türkçe dersi, neden Türkçe öğretmeni tarafından okutulmuyor?

Ve devam ediyordum. Resmen birdenbirenin forsası oldum. Sorular yelken açıyordu yeni yeni duraklara.

Matematik dersi, neden matematik öğretmeni tarafından okutulmuyor?

Ve hız kesmiyordum.

Fen Bilimleri dersi, neden fen ve teknoloji öğretmeni tarafından okutulmuyor?

Birdenbireye tutulmuştum ve resmen takılı kalmıştım. İçimden geçenleri bir bir sormaya devam ettim durdum. Mütemadiyen... Dur durak bilmeden... Ta ki yeni duraklara kadar...

Sosyal Bilgiler dersi, neden sosyal bilgiler öğretmeni tarafından okutulmuyor?

Bilahare yalnızca ders isimlerini değiştirip benzer soru cümlelerini sıralıyordum art arda.

Hayat Bilgisi... Bunun branşı yok ama hayat okulu okuyanlar var, onları da buna entegre ederiz diye geçiriyordum içimden.

Devam ediyordum soluksuz.

İngilizce...

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi...

Görsel Sanatlar...

Müzik...

En sonunda da ders çizelgesinde niçin beden dersinin olmadığını, içinde yaşadığımız bu çağda bilişimin nasıl bulunmadığını sorgulamaya başladım. Birdenbire sütunların-satırların cirit attığı ders çizelgesinde bunlar da olmalı diye düşündüm, ne eksikleri vardı onların bir satırdan ya da sütundan ve bunları da branş öğretmenleri okutmalı diye yine içimden çok güzel geçirdim.

Tabii her şey birdenbire oluyordu ve gelişiyordu.
 
Sonra bir el dürttü beni.

Evet, bir el...

Sağ yanımdan... Allah’tan sol yanımdan dürtmedi. Malum ben sol yanımı sevmem. Necip Fazıl gibidir sol yana bakışım: ‘‘Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim; görevi olmasaydı sol elimi keserdim...’’

Neyse beni dürten elin izini sürüp o elin sahibini ya da sahibesini görme şerefine nail oldum.

İçimi okumuş mübarek sanki.

Birdenbire demesin mi?

‘‘Ya ben ne olacağım?’’

Sen kimsin? diye sormama kalmadı.

‘‘Ben sınıf öğretmeniyim.’’ demesin mi?

Filhakika sınıf öğretmenleri ne olacak?

Allah, Allah...

Bunu düşünemedim sanırım.

Eee birdenbire olunca öyle oluyor işte.

O an birdenbire aklıma şu geldi:

Sen de sınıfın müdürü olursun.

Sınıf Müdürü yani...

İnşallah Okul Müdürü ile Sınıf Müdürü kapışmaz...

Çift başlılık olmaz.

Sanırım yine karıştırdım ortalığı.

Neyse ben kaçar...

Saygılarımla...

Yusuf SEVİNGEN