Başarısız darbe girişimi yaşamış ülkelerin deneyimlerine bakıldığında, Hükümetler tarafından, girişimin sorumlusu örgütler ve yapılanmalarla mücadele edildiği ve bu girişimin sorumlularının yargı önüne çıkarıldığı görülecektir.

Ülkemizde de 15 Temmuz darbe girişiminin ardından da aynı yol izlendi. Ancak darbecilerle mücadele edilirken, yetkililer tarafından ‘At izinin, it izine karıştığı’ şeklinde itiraflarla, bu mücadelenin kararlılıkla sürdürüldüğü konusunda zihinlerde tereddütler oluşmaya başladı.

Bir aşamadan sonra çıkarılan kimi kararnamelerde FETÖ ile ilgisi olmayan, siyasal olarak solda yer alan, yaşamları boyunca FETÖ ve benzeri yapılanmalarla mücadele etmiş kimi akademisyenler ve sendikacıların da isimleri yer almaya, bu kişiler kamu görevlerinden uzaklaştırılmaya, tasfiye edilmeye başlandı.

Bu tasfiyeler beşer, onar devam ederken kafalarda kimi sorular oluşmaya, acaba Hükümet darbecilerle birlikte fırsat bu fırsat diyerek, kendine muhalif gördüğü kesimleri de mi saf dışı etmeye başladı şeklinde şüpheler de dillendirilir oldu.

MEB, bu şüpheler sürerken, onları da ortadan kaldıran ve zihinlerde hiçbir tereddüte yer bırakmayacak bir adım atarak, 21 ve 29 Aralık eylemlerine katılan ve çoğunluğu Eğitim Sen üyesi olan 11 285 öğretmeni 9 Eylül 2016 tarihinde açığa aldı.

Normal bir dönemde, sendikal eylemlerin disiplin suçu oluşturmadığı bilinirken ve bu durum onlarca ulusal/uluslararası yargı  kararı ve hukuksal belgelerle sabitken, yüz yıllık mücadele geleneği darbelere karşı mücadele birikimini barındıran Eğitim Sen’in; darbeci FETÖ yapılanmasıyla birlikte tasfiye edilmeye çalışılması, ister istemez Eğitim Sen’in neden hedef seçildiği sorusunu gündeme getirdi?

Bizce sorunun cevabı, Eğitim Sen’in tüzüğünde yer alan amaçlar ve sınıf mücadelesinde konumlandığı yer ile ilgilidir.

İlkinden başlayacak olursak;

Eğitim Sen tüzüğünün 2.maddesinde sendikanın amaçları şu şekilde belirlenmiştir;[i]

EĞİTİM SEN; tüm maddi ve insani değerlerin yaratıcısının emek olduğundan hareketle;

  1. a) Evrensel değerleri gözeten ve yerel farklılıkları zenginlik olarak kabul eden bir emek örgütü olarak savaşsız ve sömürüsüz bir dünya hedefiyle ülkemizde ve dünyada her türlü baskıcı yönetime karşı demokrasi ve dayanışma kültürünü savunur.
  2. b) İnsan hakları ve temel özgürlüklerin bütünlüğü içinde, din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği, siyasal düşünce farkı gözetmeksizin bütün üyelerinin ekonomik, demokratik, akademik, sosyal, kültürel, hukuksal, siyasal, mesleki özlük hak ve çıkarlarını koruyup geliştirmeyi, üyelerine insanca bir yaşam düzeyi sağlamayı savunur.
  3. c) Toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesini savunur.
  4. d) Grevli ve toplu iş sözleşmeli sendikal hakların kullanılması ve çalışma koşullarını düzenleyen hükümlerin uluslar arası normlara uyumunun sağlanması için mücadeleyi yürütür.
  5. e) EĞİTİM SEN uluslararası sözleşmelerde yer alan çocukların hakları ve eğitimi ile ilgili temel hakların ve özgürlüklerin takipçisi ve savunucusudur. Olumsuz koşullardaki çocukların eğitimi için çalışmalar yapar.

Bu amaçlar, her türlü ayrımcılığı yok sayan, demokratik iş ilişkilerini gerçekleştirmeye çalışan, öğretmenlerin sadece ekonomik ve mesleki değil demokratik haklarını da elde etmeye çabalayan ve  herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız, kamusal nitelikli eğitim görmesini savunan ve çağdaş demokrasiyi hedefleyen bir içeriğe sahip.

Bu nitelikte bir sendikanın, bütün iktidarlar karşısında örgütsel bağımsızlığını koruyarak, her türlü baskı ve algı operasyonlarına rağmen ayakta kalmayı bilmiş olması ve 100 yıllık mücadele geleneği ile bu ülkenin sol muhalif kesimlerini bünyesinde barındırabiliyor olması, iktidarların korkulu rüyası olmasına yeter de artar bile.

İkincisi ise ‘tüm maddi ve insani değerlerin yaratıcısının emek olduğu’ tespiti ve Eğitim Sen’in bu tespit doğrultusunda sınıf mücadelesinde konumlandığı yerdir.

İnsanlığın ortaya çıkışından bu yana sürmekte olan emek sömürüsü her zaman yöneten ve yönetilen sınıfların oluşmasına yol açmıştır. İlkel, ilkel-komünal, köleci, feodal toplum aşamalarını geçiren insanlık; kapitalizmle birlikte kitlesel sömürüye tabi tutulmuş, sermaye tarafından artı ürün elde etmek ve sömürüyü daha da arttırmak için çeşitli yol ve yöntemlerin ortaya çıkmasına tanıklık etmiştir.

Ülkemizde de sermaye sınıfı ve giderek bu sermaye fraksiyonlarının oluşturduğu tarihsel blok, kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıkmaya başlamasının miladı olan 1800’lü yılların başından itibaren, dönemin ekonomik altyapısının gerektirdiği çalışma ilişkilerini hayata geçirmeye başlamıştır. Bu çalışma ilişkilerini, sermaye birikim rejimleri ve hegemonya projeleri ile hâkim kılmaya çalışan tarihsel blok, ilk olarak, çalışma ilişkilerinde ‘ilkel birikim’ yöntemini uygulamış, bu yöntemle, emek-yoğun sektörler ve ticari kapitalist ilişkilerle sömürüyü ve artı ürünü daim kılmaya çalışmıştır. Bu dönem 1840’lı yıllardan sonra yaygın birikim rejiminin uygulanmasıyla devam etmiş; iş gününü uzatma, daha fazla işçi çalıştırma gibi yöntemlerle artı ürün garanti altına alınmaya çalışılmış, 1929 ekonomik bunalımına kadar sürmüş; bu yıldan 1980’li yıllara kadar olan dönemde ise yoğun birikim rejimi hâkim olmuştur. Yoğun birikim rejiminin başat özelliği ise emek üretkenliğini ve emeğin yeniden üretiminin koşullarını düzenleyerek kriz yaşamadan sermaye çevriminin devam ettirilmesidir. 1980’li yıllardan itibaren ise 12 Eylül darbesi eşliğinde esnek birikim rejimine geçilmeye çalışılmış ancak üretim koşulları, üretim ilişkilerinin yapısı, sermayenin uluslararası sermaye ile bütünleşmesindeki yetersizlikler ve tabi ki sınıf mücadelesi bu aşamaya geçişi geciktirmiştir.

Bu birikim rejimlerine denk gelen hegemonya projeleri ise geçişkenlikleri sağlamada kimi zaman yetersiz olmuş, kimi zaman da emekçilerin mücadelesi ile başarısızlığa uğramıştır. Yoğun birikim rejimine kadar Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki savaş koşulları hegemonya projelerinin belirsiz bir şekilde uygulanmasına yol açmış, iktidarlar baskı aygıtlarının dışında rıza sağlayıcı araçları kullanamamışlardır. Ancak 1950’lı yıllardan sonra devletin baskı aygıtları ile birlikte, yoğun birikim rejimine mündemiç olan refah devleti uygulamalarını hayata geçirmişlerdir. Bu birikim rejiminin özellikleri olan büyük fabrikalar, büyük çaplı üretim, dayanıklı tüketim mallarına yönelik üretim, emeğin yeniden üretimini sağlayıcı sosyal koşullar, emeklilik hakları, sendikal hakların genişlemesi, güvenceli çalışma gibi koşullar, sınıf mücadelesini de yükseltici işlev görmüş ve ülke, 1980’li yıllara kadar Türkiye tarihinin gördüğü en büyük direnişlere sahne olmuştur.

Sınıf mücadelesinin yükselmesi, emekçi sınıfların ülke bütçesinden aldığı payın artması ve sermaye blokunun kar oranlarının azalması beraberinde yeni bir birikim rejiminin uygulanmasını gerektirmiş, normal demokratik koşullarda uygulanması mümkün olmayan esnek birikim rejimine geçilmesi için 12 Eylül darbesi yapılmıştır.

2001 yılındaki ekonomik kriz ve AKP iktidarının kurulmasına kadar neoliberal üretim ilişkilerini hâkim kılmaya çalışan hükümetler başarılı olamamış, esnek birikim rejiminin gerektirdiği çalışma ilişkileri kısmen hayata geçirilebilmiştir.

2002 yılından itibaren ise sermaye bloku için adeta gün doğmuş, tek partili ve halkın rızasını alan hükümetler dönemi başlamıştır. Bu dönemle birlikte esnek birikim rejiminin ve neoliberal ekonomik sistemin gerekleri olan, esnek, güvencesiz, örgütsüz, part-time, taşeron ve sosyal güvencelerden yoksun çalışma ilişkilerinin hâkim olmaya başlamasıyla emekçiler, etkileri bugün daha da iyi anlaşılmaya başlanılan karanlık ve geleceği belirsiz bir girdabın içine girmiştir.

AKP iktidarıyla, çalışma ilişkilerinde esnek üretim hâkim olurken, üstyapısal ilişkilerde de neoliberalizme özgü ilişkiler hâkim olmaya, işyerleri parçalanmaya, küçülmeye, örgütsüzleştirilmeye, esnekleştirilmeye ve güvencesizleştirilmeye başlamıştır. Süreç halen yoğun bir şekilde devam etmektedir.

Bilinenin aksine madalyonun diğer tarafındaki emekçiler 1800’lü yıllardan itibaren geçimlik işyerleri, atölye, ilkel fabrika, ticarethane, küçük şirketler, liman işletmeleri gibi işyerlerinde dernek benzeri kümelenmeler, giderek de dernek ve sendikalar da bir araya gelmenin ve haklarını aramanın koşullarını yaratmışlardır.

1940’lı yıllarla birlikte ivme kazanan emekçilerin mücadelesi 1960’lı yıllardan sonra sosyalizm mücadelelerinin yükselmesi, sol-sosyalist ve Marksist yayınların yoğun çevirilerinin yayınlanması ve  asıl olarak da yoğun birikim rejiminin gereği olan refah devleti uygulamalarının hayata geçirilmesiyle en üst seviyeye çıkmış, 1970’li yılların sonu ile birlikte adeta sermaye blokunun artı ürün sömürüsünün önüne takoz koymuştur.

12 Eylül darbesi mücadeleyi bir ölçüde kesintiye uğratmışsa da 1989 bahar eylemleri, Kürt sorunundan kaynaklı mücadeleler, kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme çabaları gibi eylem ve yönlenmeler, esnek birikim rejiminin önünde set olma işlevi görmüş, neoliberalizm tam olarak hâkim olamamıştır. Sonraki yıllarda da işçi sınıfı, kamu çalışanları hareketi ve Kürt hareketinin merkezinde olduğu sınıf mücadeleleri belirleyici olmuş ve iktidarların rahat nefes almalarını, sermaye blokunun kar oranlarını üst seviyelere çıkarmalarının önüne set çekmiştir.

Eğitim Sen, öncülleriyle birlikte bu sınıf mücadelesinin hep içinde ve tabiri caizse hep merkezinde olmuştur. Eğitim emekçilerinin İkinci Meşrutiyet döneminde Encümen-i Muallimin ile başlayan örgütlenme ve mücadeleleri, 1900‘lerin ilk çeyreğinde anti-emperyalist bir tutumla bağımsızlık mücadelesi doğrultusunda bir hat izlemiştir. Cumhuriyet ideolojisini yaygınlaştırma amacıyla, eğitimin yaygınlaştırılması çabalarının damgasını vurduğu 1930‘lu ve 1940‘lı yıllarda eğitim emekçileri, görece zayıf örgütlenmeleriyle, eğitim hakkının yaşama geçirilmesi ve halka ulaştırılmasında etkili olmuşlardır.[ii]

İlk kez 1950‘lerde Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (Tödmf) ve Köy Öğretmen Dernekleri ile ulusal ölçekte yaygın bir örgütlenme yaratan eğitim emekçileri, 1965‘te Türkiye Öğretmenler Sendikası‘nı (Tös) ve Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası‘nı (T.İlksen) kurarak sendikal form içinde örgütlenmişlerdir. Kendi sınıf kimliklerine ilişkin algılarında köklü bir dönüşüm yaşayan eğitim emekçileri, 1960‘ların sonlarında yükselişe geçen sınıf hareketinin de etkili bir bileşeni durumuna gelmiştir. Tös‘ün gerçekleştirdiği Devrimci Eğitim Şûrası ile Tös ile T.İlksen‘in Aralık 1969‘da gerçekleştirdiği Genel Öğretmen Boykotu, 12 Mart darbesine giden yolda önemli kilometre taşları olmuştur.

12 Mart 1971 tarihli askeri darbe sonrasında sendikal örgütlenme özgürlüğünden yoksun bırakılan eğitim emekçileri, aynı yıl kurdukları Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (Töb-Der) ile bütün 70‘ler boyunca hem sınıf hareketinde, hem de anti-faşist mücadelede ön saflarda yerlerini almışlardır.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin Töb-Der‘i kapatarak yöneticilerini ve pek çok üyesini tutuklamasının yanı sıra öğretmenlere dernek kurma yasağı getirilmiş, böylece eğitim emekçileri örgütsüz bırakılmaya çalışılmıştır. Bu çağdışı yasağa karşı 1986 yılından başlayarak “abece Dergisi” etrafında ve 1988‘den itibaren “Eğitimciler Derneği” (Eğit-Der) tarafından sürdürülen çalışmalar sonucunda eğitim emekçileri 28 Mayıs 1990‘da Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası‘nı (Eğitim-İş) ve 13 Kasım 1990‘da ise Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası‘nı (Eğit-Sen) kurmuşlardır. Eğitim emekçilerinin meşru haklarını kullanarak örgütledikleri ve diğer kamu emekçilerine de umut veren, yol gösteren sendikaları çeşitli yasal ve fiili engellemelere, baskılara karşın hızla kitleselleşmiş ve on binlerce eğitim emekçisiyle buluşmuştur. Eğitim İş ile Eğit-Sen‘in 23 Ocak 1995‘te birleşerek oluşturdukları Eğitim Sen, işte bu yüz yıllık eğitim emekçileri hareketinin günümüzdeki temsilcisi ve sürdürücüsüdür.

Eğitim Sen bu misyonuyla, tarihsel süreçte de görüleceği gibi sermaye blokunun ve onların temsilcisi iktidarların hep hedefi durumuna gelmiştir. Kapatma davalarından, üyelerinin katledilmesine, sürgün ve idari cezalardan hapis cezalarına kadar her türlü yıldırma politikasına maruz kalmıştır. Bugün yaşanan ihraçlar ve açığa alma uygulamaları, daha önce de söz ettiğimiz gibi Eğitim Sen’in sınıf mücadelesinde konumlandığı işçi ve emekçi sınıfların içindeki yeri nedeniyledir.

Eğitim Sen; eğitim emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik ve kültürel haklarını koruma ve geliştirme, özgür-demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması mücadelesi; demokratik ve yaşanılası bir ülke talebiyle birlikte sendikal mücadelenin ana eksenini oluşturmaktadır. Bu bağlamda Eğitim Sen, üyelerinin haklarını ve çıkarlarını koruyup geliştirme doğrultusundaki mücadelesini, bir yandan güvenceli çalışma, nitelikli ve kamusal eğitim talepleri için sürdürülen mücadeleyle, öte yandan da eğitimi sermayenin tahakkümünden kurtarmak amacıyla yürütülen mücadeleyle birlikte, bütünlük içerisinde ele almakta ve sürdürmektedir.[iii]

Türkiye kapitalizmi, her tarihsel dönemde birikim rejimini değiştirmek için darbelere veya olağanüstü yöntemlere başvurmuştur. Bunun en yakın örneği, 15 Temmuz darbesidir. Bu darbe, sermaye fraksiyonları arasındaki egemenlik ilişkilerinin sonucu olarak ortaya çıkmış, MÜSİAD öncülüğündeki sermaye blokunun başarısı ve diğer sermaye fraksiyonlarını tahakküm altına almasıyla devam etmiş, bugün de asıl misyonu olan işçiler-emekçiler-ezilenler ve ötekileştirilenlerin kontrol altına alınmaya, artı ürünün ve sömürünün devamının sağlanmaya çalışılmasıyla devam etmektedir.

Türkiye kapitalizmi, neoliberal sistemin ve esnek üretim ilişkilerinin tam olarak uygulanmasının önünde Eğitim Sen’i engel olarak görmektedir. Çünkü Eğitim Sen’i yok etmeden esnek, kadrosuz, taşeron, güvencesiz, örgütsüz ve sosyal hakların olmadığı bir çalışma ilişkileri sistemini hayata geçirmesi imkânsızdır. Eğitim Sen yüz bini aşkın direngen üyesiyle neoliberal sistemin karşısında adeta bir kale gibi durmaktadır.  29 Aralık eylemi nedeniyle açığa alınan ya da FETÖ operasyonları nedeniyle ihraç edilen Eğitim Sen’liler, tarihsel süreçteki misyonlarının ne kadar önemli olduğunu bilmeli ve yaratılmaya çalışılan moral bozukluğu, sendikadan koparılma, etkisizleştirilme ve yok edilme operasyonlarına karşı dimdik ayakta olduklarını dost-düşman her kesime göstermelidirler.

Eğitim Sen’lilik bunu gerektirir.

 

[i] Eğitim Sen tüzüğü. http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/tuzugumuz/ Erişim Tarihi:25.10.2016

[ii] Eğitim Sen http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/ Erişim Tarihi:25.10.2016

[iii] Eğitim Sen http://egitimsen.org.tr/hakkimizda/ Erişim Tarihi:25.10.2016