“Sistemin seruma bağladığı omurgasız, ufuksuz ve inançsız sendika yöneticilerinin iş birliği ile yeni toplu sözleşme kıyımlarımdan geçip, taşeron şirketlerin pazarladığı ucuz işgücü yani ameleler olmaktan başka kapı bulamıyoruz.”

                Mehmet Efe / Zulüm Bizden

 

Nazım Hikmet’in “Provakatör” isminde bir şiiri var. Dizeleri şu şekilde:

 

Sen çıkmadın

çıkardılar karşıma seni!

Kıllı, kara elleriyle tutup enseni

gövdeni yerden bir karış kaldırdılar,

sonra birdenbire

bırakıp yere

seni pantolonumun paçasına saldırdılar.

Bir düşün oğlum,

bir düşün ey yetimi Safa

bir düşün ki, son defa

                        anlıyabilesin:

Ali Yalçın: '68 Bin Öğretmen Ataması' diyen meslektaşlarımız duyulmalı Ali Yalçın: '68 Bin Öğretmen Ataması' diyen meslektaşlarımız duyulmalı

Sen bu kavgada

bir nokta bile değil,

bir küçük, eğri virgül,

bir zavallı vesilesin!..

Ben, kızabilir miyim sana?

Sen de bilirsin ki, benim âdetim değildir

bir posta tatarına

                  bir emir kuluna sövmek,

efendisine kızıp

                uşağını dövmek!.

 

“Kötülere Gün Doğdu!” Başlığını atmışsınız…

Kötülüğe gün, Gündoğdu’nun genel başkan sizin de İstanbul’da Eğitim-Bir-Sen şube başkanı olduğunuz dönemde doğmuştu Sayın Yavuz. Sizin sendikacılık yaptığınız ve yetkili olduğunuz dönemlerde memura hiç gün doğmadı. Onlar hep yoksulluk sınırının altında yaşamaya devam ettiler. Üzerine iktidarın günü doğan sendikacıların referanslarıyla hayatları kararanlar, yoksulluk sınırının altında yaşamaya devam ederken bile devletine düşman olamadılar. Sizin yetkili olduğunuz dönemde 1 milyonu öğretmen olmak üzere 4 milyon memur ve 2,5 milyon memur emeklisine de gün doğmadı… Genel kurul kararıyla açıklayamadıkları maaşlarını kendisi belirleyen sizlere gün doğduGün, iyilere hiç doğmadı… Hep kötülere doğdu.

Sizin de çok yerinde bir tespitle ifade ettiğiniz gibi “Kendi halinde dürüstçe işini yapan insanların hedef alındığı, aşağılandığı, karalandığı ve kamuoyuna hiç olmadığı gibi gösterildiği” ve kavşakta pusu kuranlarca okul yöneticiliklerinden alındığı gün de bu mustazaflara gün doğmadı.

“Eğitim, basın ve sivil toplumun buluştuğu kavşağa pusu kurar gibi yerleştiler. Bu üç önemli alanda ter akıtan, ömür tüketen nice insanımızı, reyting uğruna, biraz daha sansasyon yapabilmek adına, biraz daha tıklanmak ve reklam alabilmek adına hedef aldılar. Saldırılarının ana objesi yaptıklarının peşini hiç bırakmadılar ve özellikle atamaların gündemde olduğu dönemlerde iyice azgınlaştılar.” Demişsiniz.

İsmet Özel “He Lan” şiirinde dizeleriyle seslenelim:

He Lan, Talat!

He lan bir Türkiye derim başka bir şey söylemem

Haram yemem çocuğuma da ondan lokma yedirtmem

 

He lan bilmem mi bunlara ne laf yetiştirir yalancı çenen

Susamayı Kerbela'da öğrenen benim Sıffın'ı da bilen ben

 

He lan hemen başa sultan kesilensin veya cumhurbaşkanı

Hatıra gelir sana milletin günbegün kazıklanması veya anı

 

He lan post gösterip suni elyaf kaftanını kafesledinse babanı

Merak etme münker nekir takdir eder bu profesyonel çabanı…

Basın kuruluşlarının aldıkları reklam gelirleri, kimden ne kadar reklam aldıkları yasal mevzuatla gayet açık ve ticari bir gelir kalemidir. Ticaretin kuralları içerisinde de helaldir. Ancak siz; milyonlarca memur yoksulluk sınırının altında yaşarken, genel kurul kararıyla astronomik boyutlara çıkardığınız ve Coca Cola’nın sırrı gibi bir türlü açıklayamadığınız maaşlarınız için “Evet, bizim maaşlarımız da helaldir.” Diyebiliyor musunuz?

“Eğitimci saygınlığı, basıncı sorumluluğu ve sivil toplumcu adanmışlığı hiç bu kadar örselenmemişti. Yazık ettiler, çalıştığı okula, oturduğu mahalleye, gittiği köye, emek verdiği öğrencilerine örnek olan, iz bırakan öğretmen, içlerinden çıkan bu gözü doymak bilmezlerin yaptıklarını hiç hak etmedi.” Demişsiniz.

Bütün bu yazdıklarınız, sizin yetkili olduğunuz dönemde oldu. Öğretmenlik mesleğinin bu kadar örselenmiş olmasında sizin hiç mi günahınız yok? “İlk taşı en günahsızınız atsın.” diyordu kutsal öğreti; en günahkârınız değil. Siz olayı yanlış anlamışsınız Bay Talat!

Millî Eğitim Bakanlığını sadece ve sadece kadrolaşma alanı olarak mı görüyorsunuz? Eğitime dair söyleyecek bir sözünüz yok mu ki gündeminizde sadece kadrolaşma var. Ve sadece kadrolaşma konusunda bir sıkıntı yaşayınca kükrüyorsunuz. Oysa ki bizler, sizi 4 milyon memur ve 2,5 milyon memur emeklisinin hak mücadelesinde de kükrerken görmeyi bekliyoruz.

Toplu sözleşme masasını metaforlarla zehirleyeceğinize biraz sendikacılık yapmayı deneyin. Her toplu sözleşmeden sonra kazanım! Kazanım! Sloganları atıyorsunuz. Alınan zam ve memurun durumu ortada. Kedi mi ciğeri yedi? Ciğer mi kediyi? Bay Talat!

Sizinle Sahabeler döneminin ferahlığını, adaletini bekleyenler, Emeviler dönemini kabusuyla uyandı. Size muhalefet edenlere bir şube başkanınız ve ardından genel başkanınız yaptığı açıklamayla Muaviye göndermesi yaptı. Üstelik bu konudaki haberlere tekzip de gelmedi. Ardından da Akif İnan’ın görev verdiği söz konusu kişiler sendikadan ihraç edildi. Bu ihracı hazmedemeyen üyeniz mahkemenin yolunu tuttu.

Profesyonelleşen maaşlarıyla sisteme angaje olmuş. Hatta sistem tarafından rehin alınmış bir sendikacılık; memurlaşmış ve sistemin toplumsal rıza üretim aygıtı ve noterine dönüşmüştür. Bizim, sizden sendikacılık namına bir beklentimiz yok. Yeter ki her geçen gün yeni mağdurlar ve mazlumlar üretmeyin.

Açık konuşmanızı istedik biz de açık konuşalım:

Bütün bu haykırışların sebebi, adına Serdivan denilen ve Ali Yalçın tarafından kurulup sonrasında Ömer Yahşi ve Talat Yavuz koordinesinde devam ettirilen ekiple ilintili, çoğunluğu İstanbul’da ilçe milli eğitim müdürlüğü kadrosunda yer alanlar isimlerle, sonradan abdest aldırılarak ekibe dahil edilen kimi isimlerin sendikal akreditasyonla Türkiye’nin değişik illerine il müdürü yapılma girişiminin ifşa olması. Bütün mesele, dert bu…

Mehmet Efe’yle bitirelim…

Ne güzel dertleriniz var sizin... Beş yıldızlı istişare toplantılarınız, makam otomobilleriniz, açıklayamadığınız maaşlarınız, akreditasyonlarınız, abdest aldırıp kimlik sahibi yaptıklarınız, atadıklarınız, aldıklarınız, verdikleriniz, toplu sözleşmeleriniz, kazanımlarınız, konferanslarınız, panelleriniz, hayırlı olsun ziyaretleriniz, kabulleriniz, plaketleriniz, takım takım esvaplarınız, binlerce başkanlarınız, ne güzel dertler bunlar…

“Üşüyen aç çocuklarının eline saç kurutma makinasını tutuşturup yan odada intihar eden kadından size ne!” Değil mi?

Son olarak, bir yazı tavsiyesinde bulunayım: “Bir Jakobenin Ölümü: Jean Paul Marat” Yazı, evinin banyosundaki küvetinden çıkamadığı için bütün kabullerini burada yapan, misafirlerini küvette karşılayıp sıcak küvetinden çıkmadan devrim planlayan ve acı bir sonla küvetinde can veren Fransız devrimcinin ölümünü anlatıyor. Tiyatrosu da varmış. Ama onu izlemenize gerek yok sanırım…

Kamudanhaber