Geçen haftaki “Kültürel Hegemonya ve Haklar” başlıklı yazımızda Müslümanların “ mustarip olduğu “hegomonik kültür” köksüz, gövdesiz ve omurgasız Batı mukallitliğinden ibarettir” demiştik. Eksik söylemişiz. İyi niyetten, insani saygıdan, basit bir sosyolojik varlık muhasebesi yapabilmekten ve asgari nezaketten de mahrumdur.

Tarihin hiçbir diliminde ve dünyanın hiçbir yerinde toplumlar hemen hiçbir açıdan yekpare değildir ve bu dünyanın sonuna kadar da böyle devam edecektir. Çağdaş hegemonik kültür “gelişmiş” Batı değerleri üzerinden “tekçi ve dışlayıcı yaşam biçimlerine” karşı çıkmakta ve birlikte yaşamayı önermektedir. Batı, yasalar ve belgeler üzerinden bunu dillendirirken uygulama ve kültürel hegemonya üzerinden farklı kültür ve kimlikleri bir potada çürütüp öğüterek slaj yapmaktadır. Çağdaş Batının resmi metinleri her kişi ve kesimi kendi öz iradesi ve özgün yaşam biçimiyle baş başa bırakarak herkese herkes kadar özgürlük vermeyi öngörmekteyken uygulamada Müslüman ailelerin çocuklarını Hıristiyan veya eşcinsel ailelerin gözetimine vermektir. Bu tür uygulamalar resmi üst metinlerin gözetilmesini istediği farklılıkları “devlet eliyle” çürütmektedir. Diğer taraftan kültürel hegemonya üzerinden farklılıklara diğerini tasvip etme, tasdik etme ve hatta destek verme gerekliliği dayatılmaktadır. Bu dayatma George Orwell'ın 1984 adlı kitabına ek olacak kadar abesle iştigal cinsindendir. Bir adım sonra “toplumsal barışa katkı adına, vejetaryenlerden senede bir et yemesini, Hindulardan senede bir inek kurban etmesini, Müslümanlardan senede bir domuz eti yemesini, tüm toplumun senede birer gün bir inancın mabedinde ibadet etmesini, eş değişiminde bulunmasını ve farklı cinsel biçimleri denemesinin yasal zorunluluk olarak teklif ederse” şaşmayacağız.    

23 Şubat 2017 tarihinde yenivatangazetesi.com haber sitesi “Müslüman Türklerin Oyunu İstemiyorum” başlığıyla bir özel haber yayımladı. Habere göre Roterdam'da Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu ve İzmir Baro Başkanı Aydın Özcan'ın konuşmacı olarak katıldığı “Medeni Kanunun Kazanımları” konulu bir konferans düzenlenmiş. Konferansa dinleyici olarak gelen Hollanda İşçi Partisi (Partij van de Arbeid, PvdA) Milletvekili Keklik Yücel, Feyzioğlu'nun daveti üzere Referandumunda ‘hayır' içerikli kısa bir konuşma yapmış.   

Konferanstan sonra bir muhabir Keklik Yücel'e mikrofon uzatarak “camilere eşcinsel bayrakları asılmasını” istiyorsunuz, bu düşüncelerinizle Müslümanlardan oy alabileceğinizi düşünüyor musunuz” diye bir soru yöneltiyor.

Yücel; “bunu özgürlükler ve kardeşçe yaşama adına” söylediğini ve “yirmi yıldır eşcinsel evliliklerin yasallaşması için mücadele ediyorum, bunun olması için camilerin de eşcinsel bayraklarını senede bir gün asılmasını istedim. Bu aydınlığa doğru küçücük bir adım da olurdu” diyor. “Laik sosyal demokratik bir siyasetin yolunun, özgürlüklere ve eşit haklara inanmanın yolunun bu olduğunu ve buna inanmayan kişilerin de oyunu istemediğini çünkü onları temsil etmediğini, etmekte istemediğini” ifade ediyor.

İnsan bu sözleri değerlendirmeye nereden başlayacağını şaşırıyor. Bu sözler; mantıksız, saygısız, değersiz, ölçüsüz, omurgasız, dışlayıcı, incitici ve çürütücüdür. İşin daha da trajikomik yanı bu yumuşak faşizan hegemonik dilin sahibi sözünü  “biz bütün diktatörlere karşı olduğumuz için hayır diyoruz” diye bitiriyor. Oysa gerçek, hazımsızlık nedeniyle ishalden ibarettir. Bir taraftan “benim gibi düşünmeyenleri ben temsil edemem” demokratlığıyla bir çuval laf edeceksiniz, diğer taraftan “eşcinselliği lanetleyen” bir dinin mabedine lanetlediği fiillerin meşrulaşması için âlem asarak müntesiplerinden yozlaşmasını isteyeceksiniz. Musolini ve Hitler bile yozlaştırmanın katletmekten daha ağır bir suç olduğunu kabul etmekteydiler. Avrupa'da yaşayan Müslüman Türkler bu hegemonik kültürel iktidarın yozlaştırdığı ve asla “kendilerini temsil etmeyen, edemeyenlere” hayır demek için 16 Nisan 2017 referandumunda EVET diyecekler.

Hasan KÖSE / Milat Gazetesi