Milat Gazetesi yazarı Bayram Zilan Cumhurbaşkanı Erdoğan, referandumdan sonra çok radikal kararlar alacak! diyerek Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın 3 tarzı siyasetini ve dönemlerini yazdı. 

İşte ZİLAN'ın o yazısı;

Siyaset zor bir sanattır…

Hele ki Türkiye gibi çok katmanlı, çok kültürlü, çok dilli bir ülkede siyaset yapıyorsanız eğer, işiniz çok daha zordur.

Tabii zorluk sadece bunlarla sınırlı değil. Bir de işin siyaset dışı odaklara karşı verilen iktidar mücadelesi tarafı var. Asıl sivil bir siyasetçinin belini büken, saçlarını beyazlatan taraf da burasıdır. Siyasetçiler, halka hesap verirler. Sandık gibi meşru bir yöntemle iş başına gelirler. Fakat siyaset dışı odakların böyle bir zorluğu yoktur. Onların birçok enstrümanı vardır ve bu enstrümanların tamamı gayrimeşrudur. Dolaysıyla siyaset dışı odakların işi, siyasetçilere göre çok daha kolaydır.

Tayyip Erdoğan'ın tarzı siyasetini bu minval üzere değerlendirmek gerekir.

Bu kapsamda Erdoğan'ın siyasi yolculuğu “üç döneme” tekabül eder.

Birinci dönem, siyaset dışı odaklara ve statükoya rağmen iktidara gelme ve iktidarda kalma dönemidir.

Erdoğan'ın bu dönemi, İstanbul'a başkan seçilmesiyle başlamıştır. Çünkü sistemin yıllarca dışarıya püskürttüğü, resmi ideoloji ile kavgalı bir siyasi partinin, Türkiye'nin en büyük belediyesini kazanması büyük bir aşamadır. Erdoğan'ın siyasetteki ilk kırılması burasıdır. Erdoğan, çemberin dışındaki ötekilerin de iktidara gelebileceğini ilk kez İstanbul Belediye Başkanı olarak tecrübe etmiştir. Önceki mücadele dönemlerinin tamamı çemberin dışında, muhaliflik nosyonuyla geçmiştir. MTTB, MSP, MGV, futbolculuk dönemi, Refah Partisi İlçe Gençlik Kolları Başkanlığı, İstanbul İl ve İlçe Başkanlıkları dönemleri, Erdoğan'ın “kavga sanatını” geliştirmiştir. Fakat bunların hiçbirisi onu “siyasetçi” yapmaya yetmemiştir. Erdoğan'ın belediye başkanlığından önceki dönemlerini, siyaset içinde olsa bile, “siyasete hazırlık dönemleri” olarak görmek gerekir.

Erdoğan, gençlik yıllarından itibaren, ezilen halkların çilesini görmüş, Türkiye ve dünya Müslümanlarının dertlerini dert edinmiştir. Bir anektod: “90 yılların başı, devletin Kürt meselesinde ceberrutlaştığı ve rutin dışına çıktığı yıllardır. Erdoğan, 1992'de Rize'de bir konferans vermektedir. Salonda Diyarbakır'dan Rize'ye Erdoğan'ı dinlemeye gelen, aralarında babam Mehmet Cahit Zilan'ın da olduğu bir grup Müslüman Kürt de vardır. Planları, Erdoğan'a Kürt meselesi ile ilgili sorular sormak, dertlerine dikkat çekmektir. Fakat sonra soru sormaktan vazgeçerler. Çünkü Erdoğan, konuşmasında Kürt meselesine de değinir. Erdoğan, 92'de, Rize'de, “Kürt demenin bile suç sayıldığı” bir dönemde, öyle radikal ifadeler kullanır ki, salonda bulunan Kürtler bu konuşmayı, ‘Kürt meselesinin çözümü için ortaya koyduğu öneriler, dönemin en radikal önerileriydi, Kürt olarak bizim düşündüğümüzden daha eşitlikçi, daha özgürlükçü ve daha cesur öneriler sundu, çok etkilendik'  diye ifade etmişlerdir.”

Erdoğan'ın gençlik yıllarında beslenmeye başladığı kaynaklar, derdi olan, ezilen insanlara karşı onu “duyarlı ve dertli bir insan” yapmıştır. Erdoğan, Türkiye ve dünya Müslümanlarının beslendiği, Mevdudî, Seyyid Kutub ve Malik Bin Nebi gibi İslamî kaynaklardan beslenmiştir. Ruhunu Sezai Karakoç, Mehmet Zahit Kotku Hz, Necip Fazıl Kısakürek külliyatlarıyla mayalamıştır. Dünya emperyallerini, müstekbirleri ve Kudüs gibi işgal altındaki coğrafyaları daha gençlik yıllarında tanımıştır.

Erdoğan için İstanbul Belediye Başkanlığı, iktidara gelebilmenin mümkün olabildiğini görmek adına çok önemli bir eşiktir. Ne var ki bu eşik “iktidarda kalmak” hususunda Erdoğan'a çok katkı sağlamamaktadır. Siirt'ten Pınarhisar'a uzanan sancılı yol, buna en iyi örnektir. Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı yılları, her ne kadar İstanbul ile sınırlı gibi görünse de, aslında “Türkiye halkıyla diyalog kurma ve gönül köprüleri inşa etme” yıllarıdır. Erdoğan, İstanbul'a başkanlık yaptığı dönemde, “halkın dilini” öğrenmiş ve “altın bir bilezik” elde etmiştir.

Erdoğan'ın tarz-ı siyasetinin birinci dönemi, tarihsel olarak 1994-2007 arası dönemdir.

Bu dönemler, 1994'te iktidara gelmeyi öğrenmekle başlar, 2007'de iktidarda kalmayı öğrenmekle biter.

1994'ten 2007'ye kadar Erdoğan, reformcudur. Statükoyla kavgası hiç hız kesmemiştir. Bu süreçte AB standartlarını yakalama, değişim/dönüşüm söylemi ve demokrasi hedefi, önemli bir “paratoner” olmuştur. “Sistemin ötekisi” olan Dindarlar üzerindeki kadim ambargoyu daha evrensel, daha yenidünyacı, daha demokrat ve daha liberal bir vizyonla delmiş, siyasi hareketine destek verenler yelpazesini genişletmiş, tüm tandanslardan destek bulmuştur. Dışarda ve içerde bulduğu bu destekler, statükoyla mücadelede onu ayakta tutmuş, iktidarda kalabilmesini sağlamıştır.

Erdoğan, 2007'ye gelindiğinde artık “iktidarda kalmanın yolunu keşfetmiş” bir siyasetçidir. Mücadele tasavvurunu toplumsallaştırmıştır. Yapmak istedikleri artık milyonların yapmak istedikleridir. İşaret ettiği hedef toplumda maya tutmuştur.

Erdoğan'ın tarz-ı siyasetinin ikinci dönemi 2007 - 16 Nisan 2017 arasıdır.

Erdoğan'ın bu dönemi, Türkiye'yi taşımak istediği noktaya erişimini engelleyen iç ve dış tehditleri, uluslararası gladyoyu ve bu gladyonun Türkiye içindeki uzantı ve maşalarını tek tek deşifre etmekle geçmiştir.

Bu dönemde Erdoğan, (mecburen) reformcu değildir. Çünkü konjonktürün gereği olarak reformcu bir vizyonla ülkeyi yönetmesi imkânsızdır. Dolaysıyla bu döneme ilişkin yapılan “reformculuktan saptı” türü eleştiriler haksız eleştirilerdir. Erdoğan, kavganın zirve yaptığı bir dönemin ortasındadır. Ve bu kavgayı sadece milletinden güç alarak yürütmektedir. Arkasında sadece halk desteği vardır. Yapması gereken ise, milletin ayağındaki prangaları tek tek deşifre ederek milletin fark etmesini sağlamak ve sonra bu prangaları kökünden söküp atmaktır.

FETÖ ile mücadeleyi bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Erdoğan, FETÖ'nün kirli yüzünü önceden keşfetmiştir. Ancak bu örgüte karşı mücadelenin millet nezdinde kitleselleşmesi için, yani yine milletin selameti için beklemiştir. Sonra dershaneler meselesini gündeme getirerek ilk deşifreyi yapmış ve ilk neşteri atmıştır. Sonradan gelecek dalgaların da farkındadır Erdoğan. Ne var ki bu süreçte, birlikte yol yürüdüğü birçok arkadaşı kendisini yarı yolda bırakmıştır. Fakat o, hiçbir zaman pes etmemiş, daima sine-i millete dönmeyi kendisine şiar etmiştir. Millet de onu hiç yalnız bırakmamıştır.

Erdoğan, dershaneler krizinde, 7 Şubat'ta, 17/25 Aralık'ta ve MİT TIR'larının durdurulması vakasında FETÖ'nün, Gezi'de DHKP-C gibi marjinal sol örgütlerin, Çözüm Süreci'nde ise PKK'nın gerçek yüzünü ve amacını deşifre etmiştir. Dahası, her üç örgütün arkasındaki uluslararası desteğin tüm Türkiye halkı tarafından görülmesini sağlamıştır.

Erdoğan'ın yaptığı kavgalar, 1994'ten 2007'ye kadar olan dönemde kapalı, sessiz ve düşük bir desibelde yürüyorken, 2007'den sonra yaptığı kavgalar açık seçik, ayan beyandır. Bu dönemde yaptığı kavgaların seviyesi de, desibeli de yüksektir. Her şey Türkiye halkının gözü önünde yapılmaktadır. “Dünya 5'ten büyüktür” “one minute” gibi güçlü itirazlarla uluslararası müesses nizamın adaletsizliğine meydan okurken, Çözüm Süreci, 17/25 Aralık ve Gezi gibi süreçlerde uluslararası müesses nizamın Türkiye'deki aparatlarına meydan okumuştur.

Bu dönemde haliyle Erdoğan'ın çevresinde kopmalar da olmuştur.

Erdoğan'ın vizyonunu anlayamayanlar, onun geniş perspektifini ve ufkunu idrak edemeyenler, dönemin ruhunu ve şartlarını göremeyenler, çeşitli gerekçeler üreterek onu yarı yolda bırakmıştır.

Sözgelimi bu dönemin eleştiri mottosu, Erdoğan'ın reformcu kimliğini ve demokratikleşme iradesini kaybettiğidir. Daha merkezci, daha katı ve daha milliyetçi bir çizgiye kaydığıdır.

Oysa bu eleştirilerin tamamı dönemin ruhunu okuyamayan, aceleci ve peşin eleştirilerdir.

Çok değil en fazla, üç-beş ay sonra bayatlayacak ve söyleyeni boşa düşürecek eleştirilerdir.

Zira Erdoğan'ın asıl dönemi üçüncü dönemidir!

O dönem henüz başlamamıştır.

Erdoğan'ın tarz-ı siyasetinin üçüncü dönemi; kavgayı kazanmış, iktidarı statükodan ve uluslararası müesses nizamdan kurtarıp işin ehli olan millete teslim etmiş liderlik dönemidir.

Bu liderlik kuşku yok ki, Türkiye ile sınırlı değildir. Türkiye sınırları dışına taşan bu liderliğin karakterize ettiği hareket metodu ve başarı öyküsü, başta Ortadoğu halkları olmak üzere, oryantalist Batı'nın zulmü altında yaşayan tüm mazlum halklar için önemli bir rol modeldir.

Erdoğan'ın üçüncü dönemi, sandıktan “Evet” çıkmasıyla beraber, 17 Nisan 2017'de başlayacak.

Bu dönem, Erdoğan'ın Türkiye için hayal ettiği her şeyi uyguladığı dönem olacak.

Erdoğan, ertelediği tüm projeleri tek tek hayata geçirecek. Bu yüzden anayasa değişiklik paketine “Türkiye'yi uçuracak paket” diyor Erdoğan. Bu yüzden 16 Nisan'daki referanduma “tarihi bir referandum” diyor.

Bu referandumda “evet” çıkarsa, Başkanlık makamı, Erdoğan'ın değil, milletin olacak. Yüz yıl sonra söz milletin, karar milletin, yetki milletin olacak.

Erdoğan, 17 Nisan'dan sonra, çözümlerini ertelemek zorunda kaldığı tüm toplumsal sorunları tek tek çözmeye başlayacak.

Çok radikal kararlar alacak.

AK Parti'nin başına geçecek.

Partisindeki metal yorgunluğu, bagajı, defosu, lekesi olanların tamamını temizleyecek. Yenilenmiş, gençleşmiş ve arınmış bir parti ile 2023'e yürüyecek.

Erdoğan, siyasi tarihinin en büyük “balkon konuşmasını” yapacak. 17 Nisan'dan sonra “kutuplaşma söylemleri” etkisini kaybedecek. Açılım sürecinde PKK'nın, Gezi'de sol örgütlerin, 17/25'te FETÖ'nün engellediği tüm açılımları bir bir hayata geçirecek.

Alevilerin, Kürtlerin, Çerkeslerin, ezcümle derdi olan, sorunu olan tüm toplum kesimlerinin sorunlarını çözecek, dertlerine derman olacak.

Erdoğan, 2007-2017 arası neşter vurup temizlediği tüm yaraları, 17 Nisan'dan sonra dikip tamamen kapatacak.

Reformlar gerçekleştirecek, demokratik açılımlar yapacak. İnsan hak ve hürriyetleri alanında Avrupa standartlarının ötesine geçecek adımlar atacak.

Kutsalları, dokununca çarpan maddeleri olmayan, herkesin “benim anayasam” diyebileceği tam sivil ve tam yerli bir anayasa yapacak.

Bu dönemin adı “yerlileşme dönemi” olacak.

Yerli savunma sanayi, yerli otomobil, yerli enerji, yerli üretim, yerli siyaset, yerli bürokrasi, yerli ekonomi ve yerli kamu kurumlarının olduğu bir dönem olacak.

İşte o gün, Erdoğan'ı yolda bırakanların tamamı utanacak!

O gün, Erdoğan'ı milliyetçilikle, devletçilikle suçlayanların tamamı yanıldığını fark edecek.

O gün, şair ruhlu insanların dünyaya asla zarar veremeyeceğinin herkes tarafından anlaşıldığı gün olacak.

O gün sadece Erdoğan değil, Türkiye kazanacak!

Mazlumlar kazanacak!

Ve…

“sen-ben” değil, “biz” kazanacağız…

Bayram ZİLAN / MİLAT