Türkiye'nin Size Teşekkür Borcu Yok

Sizin Türkiye'ye Özür Borçlarınız Var!

'Söz gümüşse sükût altındır' demiş atalarımız. Dilin kemiğinin olmadığını, ağızdan çıkanın kulak tarafından duyulması gerektiğini belirtmek için kullanmışlar. İnsan şüphesiz garip bir mahlûkat. Sayısız sıfatı sayılmış kutsal kitapta. En sıra dışı pozisyonlarından birisi de kendisinin inanmadığı bir hususa başkalarını inandırmaya çalışmasıdır. Hilaf-ı hakikat olduğunu bile bile hem kendisini hem de başkalarını inandırmaya çalışmak ne zor bir görev ya rabbi!

Hoş yapacak başka bir şey de yok. Gerçek olmadığını bildiğin halde gerçekmiş gibi anlatacaksın. Kendisini inandıracak, bizi inandıracak. Oysa olmayan bir gerçeğe ne kendisi inanacak ne de biz inanacağız. Sisifos'un döngüsü gibi. Taşı güç bela tepeye çıkaracak ama nafile. Taş aşağıya yuvarlanacak. Ama bu, artık gerçeklikle bir savaşa dönüşecek! Bu psikolojiyi elbette biliyoruz. Bunda anlaşılmayan bir şey yok. Önce çabalayacak, inandırmaya uğraşacak olmadıkça talep şiddetlenecek, sonra sıra ithamlara gelecek. Kameralar karşısında lisan-ı hal ile itiraf edilenleri kurulan söylem kapatamadı. Açık bugün Türkiye'den teşekkür beklenerek örtbas edilmeye çalışılıyor. Yarın ithamlarla, suçlamalarla, nankörlükle suçlanacağız. Bu dünyada her şeyle mücadele etmek mümkün. Ama en zorlusu herkesin gözü önünde olmuş olanı başka türlü yansıtmaktır. Güneşin batıdan doğduğunu, yerçekiminin aslında yer itimi olduğunu iddia etmek gibi. İddia etmek yetmiyor, iddia eder geçersiniz. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. Oysa burada hiç bir inanmayana tahammülünüz kalmaz. Çünkü tek bir inanmayan bile korkup kaçtığın gerçeği sana hatırlatacak. Bırakın sözü, bakışa bile tahammülünüz kalmayacak. Bu tutum dermanı olmayan derde düşmek kabilindedir. Herkesi inandırsan bile -ki kendin başta olmak üzere kimsenin inanması mümkün değil- kendini inandıramazsın.

Yapılması gereken yapılmadı, verilmesi gereken mücadele verilmedi. Geçmişi kapatmanın imkanı yok artık. Ya suskunluk ikrardandır deyip örtük veya evet verilmesi gereken mücadele verilmedi deyip açıktan özür ve helallik istenecekti. Yapılanla yüzleşme cesareti gösterilmediği müddetçe bu tarz kapatma girişimleri ancak kartopu gibi yapılanı büyütecektir. Hoş yapılan daha ne kadar büyütülebilir ki! Ama bu döngü kaçınılmazdır. Yüzleşme cesaretiniz olmazsa yaptığınızın yanlışı savunma ısrarına düşersiniz. Süreç artık kontrolden çıkmıştır. Yanlış başta bir iken iki olmuştur. Yanlış yanlışı doğurmaktadır. Mahvına götürecek hataları kendi elinle işlemeye devam edersin artık.

Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın geçen dün yaptığı açıklamada Türkiye'nin kendilerine teşekkür borcu olduğunu söylemiş. Toplu Sözleşme sürecine ilişkin değerlendirmeler yapmış, kendilerine yöneltilen eleştirilere sözüm ona cevap veriyor. Özrü kabahatinden büyük der atasözümüz. İstatistiki verileri sıralayarak, rakamların-sayıların gizeminden faydalanarak gerçekliğin örtbas edileceğini saymak, kamuoyunun bu sıralananlara ikna olacağını düşünmek önce kendine sonra da bu ülke insanına alenen hakarettir. Toplu Sözleşme sürecinde haklarını ve hukuklarını koruyamadığın çalışanlara dönüp hakaret eder gibi onları borçlu çıkarıyorsun. El insaf! Bu yapılan ahlaka, vicdana sığar mı? Herkesin bildiği, gördüğü, yaşadığı bir şeyi teker teker açıklamayı bu ülke insanının seviyesi ile dalga geçmek olarak düşünmesem yaşananları ve mutabakata varılan şeyleri, istenilenleri ve alınanları karşılaştırmalı olarak yazmaya girişirdim. Şair 'Her şey ben yaşarken oldu' demiş. Yaşananları gördük ve biliyoruz.

Türkiye'yi borçlu çıkaran bu hesabı, kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Yapılan bu açıklama ibretliktir. Açıklama yapan için, temsil ettiği kurum için, o kurumun üyeleri için ve mevcudiyeti ve müktesebatıyla tüm Türkiye için hazindir. Reddediyorum ve açıklamayı aynen sahiplerine iade ediyorum.

Teşekkür beklentisiyle hesap sormaya gelecek olanlar Allah'tan af, milletten özür dilesinler önce. Nedamet getirsinler, yaptıkları yanlışı görsünler, mağdur ettikleri yetmiyormuş gibi bir de dalga geçer gibi hakaret etmekten ve insanları ahmak yerine koymaktan vazgeçsinler. Bu uyanıklığı, açıkgözlülüğü, cin olmadan şeytan çarpmaya kalkışmayı bırakın. Ne kadar maharetli olduğunuzu bugün ağdalı bir retorikle kapatmaya çabaladığınız Toplu Sözleşme maceranızdan biliyoruz. Sizi talep ederken esip gürlemenizden hatırlamıyoruz sadece bu sözler havada yankılanırken daha razı geldiğiniz şartlardan biliyoruz. Bize şimdi sözle söyleyeceğiniz bir şey var mı? Masayı gördük, masada gördük sizi. Bu masa karşımızda durduğu müddetçe ne istatistik, ne rakam, ne söz gerçeği dönüştürebilir. Yeri gelmişken şunu da tarihe not düşeyim: Mesele rakam meselesi de değil. Siz sonuçta istiyorsunuz, verip vermeyeceğini belirleyen başkası. Ama süreci öyle yönetirsiniz, ilişkinizi öyle ayarlarsınız ki bugünkünden az bile olsa en azından çalışanların hak ve hukuku korundu, gereken mücadele verildi, o irade o duruş sergilendi denirdi. Siz meselenin hala rakam olduğunu düşünüyorsunuz. Ama mesele rakamların çok ötesinde…

 

İnsanların aklıyla alay etmemek lazım. Laf kalabalığıyla, kafiyeli cümlelerle, ağdalı sözcüklerle gerçeklik örtülmez. Doğru şeyler sıralanıp yanlışlar meşrulaştırılmaz. Haklarını korumadığınız insanları bir de borçlu çıkarmak, tabi tuttuğunuz bu muameleyle aşağılamak, bunlar ancak ne yaptığını bilmemek, haddini-hukukunu tayin edememektir. Kusura bakılmasın, karşınızdakileri nasıl gördüğünüz ve ne şekilde muamele ettiğiniz her şeyden önce sizin vaziyetinize ayna tutar.  O yüzden milyonlarca insanla dalga geçmek ve onlara hakaret etmek şeklinde gördüğüm bu açıklama açık ki savunma psikolojisi ile yapılmış ve muhatabı da teşekkür etmeye çağrılan Türkiye değil yaptıklarını hazmedemeyen kendi bünyelerini teskin etme çabasıdır. Bu açıklama aynı zamanda ikna edilmeye çalışılan camia açısından da tuzaktır, yanıltıcıdır ve hilafı hakikattır.

18.09.2017

Abdulbaki DEGER

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı