Geçenlerde Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde ’35. İl Müftüleri Toplantısı’ yapıldı. Toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dine, din eğitimine, sahih dini anlayışa ilişkin vurguları vesilesiyle önemli bir sorun alanımıza vurgu yapma imkanı doğdu. Erdoğan 'bizim hocalarımız inisiyatif almadığı zaman meydan FETÖ elebaşı gibi şarlatanlara, hurafeci cahillere, televizyonlarda sazlı danslı program yapan soytarılara kalıyor' şeklinde din görevlilerinin görev ve sorumluluklarına ilişkin haklı hatırlatmalarda bulundu. Ancak FETÖ ve benzeri yapılarla ile ilgili sorun ve mücadelenin din görevlilerinin vereceği  bir mücadele olduğunu düşünmek mevzuyu eksik ele almak olacaktır.

 

FETÖ ve benzeri yapılar ve onlarla mücadele iki boyutludur ve her bir boyutun aktörü mücadelenin doğası gereği farklıdır. Birincisi sivil alan ile ilgili boyut olup sorumlu aktör bizatihi toplumun kendisidir. Din görevlilerinden akademisyenlere, ilahiyatçılardan sosyal-psikologlara, gazetecilerden diğer dini yapılanmalara değin tüm aktörlerin başta teolojik olmak üzere her türlü eleştiri ve değerlendirmesi üzerinden yürütülen sivil denetim mekanizmasıdır. Bu mekanizmanın işlerliği şüphe yok ki toplumsal seviye ve nitelikle doğrudan ilintilidir. Yine şüphe yok ki başta devlet-toplum ilişkimizdeki hiyerarşik vaziyet olmak üzere pek çok yapısal neden bu sivil denetim mekanizmasını etkisiz kılmaktadır.

 İkincisi ve kanaatimce en önemlisi devlet ile ilgili olan kısmıdır. FETÖ ve benzeri yapılarla etkin mücadelenin seyrini doğrudan etkileyen husus da budur. Devlet ile ilgili olan kısmı derken devletin doğrudan yapı ve işleyişini kastediyorum. Devletin toplum ile ilişkisinin açık, şeffaf, öngörülebilir nitelikte olmasıyla ilintili. İş ve işlemlerin tüm kamunun gözetim ve denetiminde yürütülmesiyle ilgili. FETÖ ve benzeri yapıları etkili ve tehditkar kılan husus, devletin bu anlamda güçsüzlüğü ile ilintili. Yoksa bu yapıların inanç ve düşünce yapılarındaki sıradışılık değil. Elbette bu hususların payı olduğu inkar edilemez. Ancak devleti din alanında bir tür ‘dini otoriteye’ dönüştürecek, ‘teolojik’ tartışmanın hakemi kılacak iş ve işlemlere çekince koymalıyız. Devlet dini cemaat ve örgütlerin inanç ve amel esaslarının sıhhatine ilişkin fetva makamı değil, bu yapıların örgütlenme ve ilişki ağının şeffaflığını gözetlemek-denetlemekle yükümlüdür. İlişki ağına, örgütlenme tarzına dikkat kesilmeyen devletin hangi yapının neye inanacağını tespite ve tayine kalkışması ya kafa karışıklığıdır veya dini devletin yedeğine almasıdır.

 

Türkiye’de toplum olarak hal yoluna koymamız gereken devletin kendisidir. Örgütlenmesi, işleyişi, din ve toplum ile olan ilişkisi hak ve özgürlükler temelinde dönüştürülmesi gerekmektedir. Kimin neye inandığı, nasıl inandığı sivil bir tartışma olup belirli bir otorite üzerinden devletin ideolojik-baskı aygıtlarına yaslanarak belirlenemez. İnsanların neye ne şekilde inandığından ziyade bizim için problem oluşturan, tekrar etmek gerekirse, bu yapı ve örgütlerin karanlık ilişki ağlarıdır. Odaklanılması gereken husus budur ve bunu yapacak olan da devlettir. Ve bunu yaparken Türkiye gibi sert batılılaşma dalgasına maruz kalmış bir ülkenin, yani devlet-toplum ve din-devlet ilişkisi hayli yıpratıcı olmuş bir ülkenin dini inanç ve yapılarında göze çarpan merdiven altı vaziyetin, karanlık-örtük ilişki ağının ve sivil alandaki seviye ve nitelik düşüklüğünün nedenleri de biraz açığa çıkmış olur sanırım.

Abdülbaki DEĞER / MİLAT