Türkiye’de genel tartışma konularına bakıldığında eğitim mevzusunun baya konuşulduğu görülüyor. Çünkü konu başlıkları azımsanmayacak düzeyde. Şu bir iki hafta içinde zorunlu eğitime değindik, özel kurslar konusunda düzenleme yapıldı, Nihat Hatipoğlu üzerinden rektör atamasını, üniversite-iktidar ilişkisini ve şüphesiz üniversitenin halini yeniden deneyimleme imkanına kavuştuk. MEB’in yönetici atama yönetmeliği gibi zamanımızın parlak yönetim düzenlemesi(!) de konuşuldu. Mülakatın etkisini azaltacağım iddiasıyla mülakatı daha çok nasıl belirleyici kılacağının rafine bir çalışması yapılmış!

Konu başlıkları çok. Dışarıdan şöyle bir bakan ‘Maşallah, ne çok eğitim konuşuluyor’ der. Konuşulan şeyin niteliğinin ne olduğunu bilmediğiniz sürece sıkıntı yok. Lakin içeriğe ilişkin az bir kanaatiniz varsa konuşulan şeylerin nasıl bir ızdıraba dönüştüğünü, aklınızı, ruhunuzu cendereye alan kaba-saba işkence aletlerine nasıl dönüştüğünü dehşetle fark edersiniz. Türkiye’de eğitim mevzusu geçen haftada belirttiğim gibi esas itibariyle gerçeği konuşmamak üzere eğitim görünümlü pervasız bir gevezelikle rehin alınmış durumdadır.Hoş bu rehin durumuna itiraz edeni de görmüş değiliz ancak bu şimdilik faslı diğer. Zorunlu eğitime geçen hafta değindiğimiz için geçiyorum.

Popüler bir TV programcısının performansıyla İslam, Bilim ve Teknoloji temalı bir üniversiteye rektör olarak atanması atayan mercinin tercihleri ve iş görme tarzı üzerinden mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor. Yanı sıra büyülü kutunun içinden toplumun ahlakına, duygu dünyasına nizam veren bir figürün ‘etik’ boyutu tartışmalı bir tasarrufa çekince koymayı aklına getirmediği de not edilmeli bir tarafa. Aynı şekilde bu atama üzerinden bir-iki gün sosyal medya üzerinden gırgır şamata yapıp hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam eden eğitim kamuoyunu da gördük. İşlemi yapan önemli elbette, yapılan işlem de çok önemli şüphesiz. Ancak sanırım bunlardan çok daha önemli olan işlemin ‘yapılabiliyor’ oluşudur.

MEB’in özel kursları kapatması kararı örneğin.


Niçin alındı bu karar? Bu karar ülkemizin hangi döneminde hangi amaçla gündeme gelmişti? Hangi sorunu çözeceği varsayılıyor? Bu ülke insanları ‘özel kurslar’ nedeniyle ne tür zararla karşılaştı? Bu düzenlemeyle ne tür bir iyileştirme olacağı öngörülüyor?

Eğitim alanımız bir kandırmaca alanı. Boş ve anlamsız düzenlemeler cenneti maalesef. Sebep-sonuç ilişkilerinden azade MEB bürokrasinin elinde siyasetçilerin fantezi alanı. Eskiden Türkiye’de iktidarların gizli ortağı hatta direnç odağı bir bürokratik yapıdan bahsederdik. Şu an ’emret bakanım’ modunda kendini şahsiyetsizleştirmekle kalmıyor aynı zamanda ‘olur, gayet güzel olur’ şakşakçılığıyla siyaseti ayarttığı gibi ülkeye de sabotaj yapıyor.


Bu anafordan nasıl çıkacağız?

Ne tür bir aydınlanmadan geçmemiz gerekiyor?

Devletin yakalandığı bu savrukluktan ancak toplumsal bir duyarlılık bizi kurtarabilir. Gel gör ki toplumumuz siyaseti ve bürokrasiyi ‘vasi’ tayin ederek çok daha ‘mühim'(!) işleri hal yoluna koymak üzere başka bir boyutta sanki. Derme çatma oluşturduğu sivil yapılar ‘vasi’lere payanda olmakta sınır tanımadıkları gibi neredeyse devletin gönüllü aparatlarına dönüştüler. Hiyerarşik yapıda bürokrasinin gizli ortakları gibi davrananlar olmakla birlikte çoğu esas itibariyle mevcut bürokratik yapının uzantıları, sözcüleri durumunda. vaziyet bu olunca eğitimdeki total niteliksizlik de bir anlamıyla vuzuha kavuşmuş oluyor. MEB üzerinden günün koşullarına ve siyasetçinin-bürokrasinin duygu salınımına paralel buyrulan resmi beyanın toplumca tekrar edildiği bir vaziyet şüphesiz bu evlere şenlik halde olabilir ancak.

Bizleri de bir anlamda ülke sathında çevrilen bu mizansende figüranlığa oturtan düzeneğe esaslı bir karşı çıkışla yanıt vermediğimiz sürece halimiz bu olacak.

 Abdülbaki DEĞER