Hükümetin '100 Günlük Eylem Planı' Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. Bu vesileyle Milli Eğitim Bakanlığının 100 günlük eylem planını da öğrenmiş olduk. Kuşkusuz MEB’in planı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bizzat yazılmadı. Böyle bir şey olmaz zaten. Muhtemeldir ki Milli Eğitim Bakanlığından istendi. Bakanlık bürokratları da oturup bu planı hazırlayıp Beştepe’ye ilettiler.

12 maddeden müteşekkil bu planı okuduğumuzda bu planı hazırlayıp metinleştiren ve bizzat Cumhurbaşkanının önüne koyup tüm millete deklare edilmesini sağlayan ilgililere planın deklare edildiği kamuoyu olarak bizlerin bir mukabelede bulunma hakkı doğdu.

Öncelikle bir planın adı “eylem planı” olarak konulup 100 günlük bir süre ile sınırlanıyorsa planda yer alan hususların gözlemlenebilir, takibi yapılabilir olması gerekir. Soyut, ucu açık, uçucu ifadeler “eylem planı” olarak açıklanan bir metinde yer almaz.

Misal; Büyükşehir Belediyesi 100 günlük bir plan hazırladığında şöyle bir cümleye yer verebilir: Belediyemiz 100 gün içerisinde Ankara—Çubuk karayolunda 30 km’lik yolun asfaltlamasını tamamlayacaktır.


Herkes bu 100 gün içerisinde neye bakacağını neyin takibini yapacağını bilir. Yapıldı mı yapılmadı mı görür.

MEB’in 100 günlük planına baktığımızda planı hazırlayanların bir şeyin yapılmayacağının nasıl söylenebileceği üzerinde kafa yordukları anlaşılıyor. Hem bir şeyin yapılmayacağı söylenecek hem de işitildiği zaman sanki bir şeyin yapılacağı varsayılacak.

Planın alt metni bu!

Neden böyle olduğunu sıralayalım:

Birincisi; MEB’in 100 günlük eylem planı daha önce MEB tarafından bize söylenmemiş olan neyi söylüyor? Hüseyin Çelik, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Nabi Avcı, İsmet Sezgin… Bu isimlerin Bakanlıkları döneminde dile getirilmemiş, söylenmemiş bir şeyi mi söylüyor bu plan? Hayır… Yıllardır eğitim konu edildiğinde konuyu bir yere, esasa bağlamadan konuşmanın imkânını cömertçe size sunan cümleleri sıralıyor.

İkincisi; Öyle bir plan hazırlanmış ki bu planı 2018’de değil de 2050 yılında da kamuoyu ile paylaşabilirsiniz. Ucu açık, nerede başlayıp nerede biteceği belli değil ve deklare edildiği kitle tarafından takibi gayri kabil olan bir plan bu.


Mesela şöyle bir cümle var planda; Okul öncesi eğitiminden üniversiteye kadar her aşamada öğrencilerin ilgi, yetenek ve becerilerinin gelişimini izlemek ve yönlendirmek için yeni bir sistem kurulacak.

Eylem planında 8. madde olarak yer alıyor. Böyle bir hedefi olmayan bir eğitim sistemi var mı yeryüzünde? Bunu bir hedef olarak önüne koymamış olsun. Osmanlı’dan başlayan modern eğitim maceramız, 100 yıllık Cumhuriyet tecrübemiz ortada. Bizden öncekilerin hedefleyip yapamadıklarını bugün hangi sihirli formülle yapacağımızı düşünüyoruz? Eğer bu sürekli hedeflenip sürekli yapılamıyorsa bu işte bir terslik olduğunu kavramamız için daha ne kadar beklememiz gerekiyor? Bir 100 sene daha mı uğraşalım?

Mesela diğer bir maddeye bakalım: Ölçme ve değerlendirme sistemini uluslararası sıralamalarda yükseltmek için gerekli adımlar atılacak.


Uluslararası sıralamayı bugüne kadar kim hafife almış? Kim istememiş ki uluslararası sıralamada ülkece üst sıralarda yer almayı? Kim bu doğrultuda sistemin altını üstüne getirmemiş ki? Eğitim tarihine göz ucuyla bakanlar bile geçmişten günümüze yapılmaya çalışanları görür. Peki, ne oldu da olmadı? Onlar bizden daha mı az şey biliyorlardı, daha mı az inanıyorlardı yaptıkları işe?

Şimdi MEB aynı zihniyet ve paradigma, aynı bürokratik nitelik ve aynı kanun ve yasalarla farklı bir sonuç mu elde edecek? Böyle bir şey olur mu?

Üçüncüsü; doğru yapmak kadar önemli olan bir şey varsa eğer o da yanlış yapmamaktır. Yapılması gereken doğrular var, iyi de bir de hâlihazırda yapılagelen yanlışlar var. Bu yanlışların yapılmayacağını taahhüt eden eylemler yer alıyor mu bu planda? Bugün eğitim sahasında yükselen hangi feryadın dindirilmesini, hangi acil ihtiyacın giderilmesini 100 günlük eylemler arasında saymış bu plan?

Dördüncüsü; yaşadıklarımız Aynştayn’ın “Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz!” sözünü doğrular nitelikte.

Sayın Cumhurbaşkanı, eğitim ve kültür bahsi söz konusu edildiğinde dertli birisi. Bunu defalarca dile getirdi. Bu dert nicelik ile ilgili değil. Bu dert nitelik ile ilgili bir dert. Bu derdin sahibinin esasında bu milletin her bir ferdi olması lazım. Eğitim meselesi ne birkaç şahsın ne de birkaç kurumun meselesi. Eğitim esasında bir memleket meselesi. Fakat söylendiğinde çok kolay biçimde dile gelen bu hakikat maalesef söylendiğindeki kolaylıkta anlaşılmıyor. Türkiye’de şöyle bir varsayım var: Milli Eğitim Bakanlığı var. Orada birkaç uzman var. Onların önünde birkaç seçenek var. Tüm mesele o seçeneklerden doğru olanı isabetle seçip uygulamak. Böyle olursa her şey hal yoluna girecek.


İşte maarif davamıza ilişkin bu yüzeyselliğimize tas tamam hitap eden bir dili ve edebiyatı var bu planın. Sanki bu plan maarif davamıza karşı kamusal ilgisizliğe, medyatik hokkabazlığa, dertsiz başlara, ufuksuz hedeflere, teknik körlüğe karşı alttan alta ama yüksek sesle “Alın size işte plan!”  demektedir.