CUMHURBAŞKANIMIZ Recep Tayyip Erdoğan'ın 24 Kasım 2016'da, Öğretmenler Günü'nde yaptığı konuşmada vurguladığı noktayı hatırlatarak devam edelim: 'Bu ülkenin yüzlerce yıllık tarihi ve kültürel birikimine yabancı eğitim öğretim politikaları, maalesef çatışmacı, hastalıklı, çift kişilikli nesillerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Özellikle Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), zamanın gerisinde kalan, toplumun temel değerlerinden uzak, jakoben baskıcı bir eğitim politikasının ürünüdür/' FETÖ, Zaman gazetesini satın aldığında tabanını genişletebilmek amacıyla kendisini Kemalizm'in sözcüsü Cumhuriyet Gazetesinin güya karşıtlığı ile konumlandırmıştı.

Bu konum alış, FETÖ terör örgütünün kendisini Müslüman olarak tanımlayan taban içinde yer bulmasına katkı sağlamıştı. Zira bu topraklar 27 Mayıs ile tahkim edilerek, 12 Eylül'de son rötuşları yapılan ve yakında referandum ile ortadan kalkacak bürokratik yapıdan çok çekmişti.

Mehmet Acet'e kulak verelim: 'Yıllar önce dönemin Milli Eğitim Bakanlarından biri, bir sohbet sırasında kulağıma eğilip 'Biliyor musun, Milli Güvenlik Kurulu dışında bizim Milli Eğitim Bakanlığımızda da bir kırmızı kitap vardı' demişti. 'Şimdi o kitabı kaldırdık' diye ekleyerek.

Çok değil, 3-5 yıl öncesinden söz ediyorum. Kırmızı kitap ne demek? İşbaşındaki hükümetlere, ihlal edilmesi halinde kötü şeyler olacağını, başlarına kötü işler gelebileceğini ihsas eden kurallar manzumesi. Sınırları çizilmiş, gelen ve gelecek olanların tabi olmakla yükümlü oldukları kırmızı çizgiler.

Eski Türkiye'de zinde güçler, Talim Terbiye Kurulu'ndaki adamları üzerinden eğitim müfredatının iplerini ellerinde tutarlardı.' (Yeni Şafak, 18 Ocak 2017)

13 Ocak 2017 tarihindeki açıklamada, ilk defa bir Milli Eğitim Bakanı .—1 Çocuklar ders yükü altında eziliyor TEOG, YGS ve LYS nihayetinde bir sıralama sınavı olduğundan yavrularımızı hayatla bağlantısı olmayan bu kadar ders yükünün altında ezip, kendi çocuklarımıza kendi ellerimizle zulmetmenin anlamsızlığı da ortaya çıkmış durumda...

Müfredat tartışmalarının başlamasına sebep olan 'Güncellenen Öğretim Programlan' taslaklarmöa ciddi bir değişim söz konusu değildir.

Sayın Bakanımız kameralar karşıkameralar karşısında 'Beyaz Kitap' vurgusunda bulunuyordu: 'Beyaz Kitap dikkate alınmıştı...'

Eğitim Sistemi'nin ideolojik yapısında neredeyse hiç bir şey değişmemişken çıkarılan bunca gürültünün anlamı neydi?

Görünen o ki MEB bürokrasisi, herkesi memnun etmenin yolunu bulmuştu.

Zaten bürokrasi aynı zamanda denge gözetme sanatıydı. Kendi menfaatlerini ülke menfaatlerinin önüne koyanlar bu noktada mahirdiler.

27 Mayıs sonrası halka karşı dizayn edilerek, çift başlılıktan güç devşiren bürokratik mekanizmanın yeniden düzenlenmesine yönelik bir hamle idi yaklaşmakta olan referandum...

İşin tuhaf tarafı GEZİ'de özgürlük sında yaptığı 'Beyaz Kitap' vurgusunu değişimin sürekliliği vurgusuyla ' birlikte okumak gerekir. Bu ideolojik dayatmanın gerekçesine geçmeden önce hatırlatalım: 2005 yılında başlayan ve daha sonra kademeli olarak Orta Öğretimde aktarılan ve temel ifadesini yapısalcılıkta bulan anlayışın pratikte görülen aksaklıklarını düzeltmeye yönelik ve her dört yılda bir tekrarlanan rutin bir düzenlemeden ibarettir konuştuğumuz...

sloganları ile ortalığı birbirine katanların 'Beyaz Kitap' söz konusu olduğunda sesi soluğu çıkmıyordu... O özgürlük sevdalılarının hayallerini süslemekteydi 27 Mayıs...

Tüm eleştirilerin özeti Atatürkçülük ve Evrim konularının müfredattan çıkarılıyor olmasından ibaretti.

Oysa Eğitim-Bir-Sen'n hazırladığı, 'Gecikmiş Bir Reform: Müfredatın Demokratikleşmesi' raporundaki (Ocak 2017) tespitler farklıdır: 'Türkiye'de 2000'li yılların başlarında müfredatın ezberci, eleştirel düşünmeye izin vermeyen, öğretmen merkezli, tek yönlü didaktik, bireyi ihmal eden bir perspektife sahip olduğu gerekçesi ile müfredatta kapsamlı bir reform yapılmıştır. 2004-2005 yılında hazırlanan yeni müfredatın, öğrenci merkezli, yapılandırmacı ve çoklu zekâ kuramı esasına göre hazırlandığı, öğrenciye eleştirel düşünme imkânı veren, ezberci olmayan bir eğitim sistemi olduğu vurgulanmıştır.

Açıkçası müfredat reformu döneminde eğitimin ideolojik boyutu çok az tartışılmıştır. Atatürkçülüğün müfredatta her derste ve sınıf düzeyinde nasıl yer alacağı ayrı bir şekilde ayrıntılı olarak sunulmuştur. Reform sürecinde Atatürkçülüğe ayrılan konularda bir azalma olduğu konusunda eleştiriler getirilmiş ve sonrasında yapılan çalışmalar ile Atatürkçülük konularının müfredattaki ağırlığı artırılmıştır.

AK Parti hükümetleri tarafından eğitim içeriğine ve aktarılan kültüre yönelik 2012 yılına kadar bir adım atıldığını söylemek güçtür. Ancak, 2012 yılından itibaren, eğitim sistemini, demokratik ve çoğulcu bir hale getirmeye ve aşırı milliyetçi ve militarist vurguyu azaltmaya yönelik hamleler yapılmıştır. Bu anlamda Andımız'ın zorunlu okutulmasının kaldırılması, Mili Güvenlik Dersi'nin kaldırılması, 19 Mayıs kutlamalarının artık okullarda kutlanmaması kararları örnek olarak gösterilebilir. 65. Hükümet Programı'nda da müfredat reformunun eğitimdeki temel hedeflerden biri olduğu belirtilmiş, hem eğitimin kalitesine hem de içeriğine yönelik reform çalışmalarının olacağı vurgulanmıştır.

Hükümet programında açık bir şekilde şu ifade yer almıştır: 'Toplumsal değerlerimizin daha fazla özümsenmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması için değerler eğitiminin eğitim ve öğretim sisteminin bütününde yer alması sağlanacaktır.' Cumhurbaşkanı ve hükümet tarafından dile getirilen bu ifadelerden sonra tarihi ve kültürü ile daha barışık bir müfredatın hazırlanması konusunda MEB'e önemli bir görev düşmektedir.'

S.30-31 Çocuklarımıza her şeyi öğretmeye kalktığımızda bunu başaramadığımızı artık hemen herkes kabul ediyor. Kazanımlar ya da bir başka ifadeyle öğrencilerimizin sorumlu olduğu konular mümkün olduğunca elenmekte, azaltılmakta.

Alparslan AYDAR /Milat