Şurası açık ki ülke olarak eğitime ilişkin bütünlükçü ve yapısal bir kavrayıştan yoksunuz. Uygulamayı sonuçlarından bağımsız şekilde muhafaza ve müdafaayla kendimizi görevli sayıyoruz. Yüzyıl önce yapılan şikâyet ve tespitler bugün hala önümüzde. Üstelik çözüm olarak kodlanmış pek çok öneri başarılı şekilde hayata geçirilmişken. Fiziksel yapı, teknik donanım, eğitime erişim alanlarında büyük ilerleme sağlanmış durumda. Birkaç gün önce yayınlanan 2016-2017 Milli Eğitim İstatistikleri verilerine göre derslik başına öğrenci sayımız ilkokulda 20, ortaokulda 24. Öğretmen başına düşen öğrenci sayımız ilkokul ve ortaokulda 17. OECD ortalaması göre de gayet iyi. Öğretmenlerimizinde lisans mezunu olmayan kalmadı neredeyse. Okullaşma oranlarımız % 100'lere yakın. Yeni yöntem ve teknikler geliştiriliyor, ders araç gereçlerimiz zenginleştiriliyor, çeşitlendiriliyor, materyal sıkıntımız yok denecek düzeyde. Eğitim ortamlarımızın bilişim altyapısı aktif halde. Akıllı tahtalar döşeniyor, tabletler dağıtılıyor vs. Değişmeyen sadece eğitimdeki hoşnutsuzluğumuz.

Kimi sembolik kavramlar üzerinden büyük bir gerilim yaşıyoruz ancak Mahçupyan'ın ifadesiyle zihniyet itibariyle çok benzeriz. Gerilimimiz mıknatısın aynı kutuplarının birbirini itmesi gibi. Eğitime yaklaşımdaki benzerlik sembolik karşıtlık aşıldığında rahatlıkla görülebilir. Eğitim tüm kesimlerde sihirli değnek hüviyetinde. Varlığı, gerekliliği, temel mantığı, felsefesi bir sorunsal olarak ele alınmaz. Örneğin alıcısı olan bir zorunlu eğitim tartışmamız yoktur. Herkes zorunlu eğitimde, zorunlu eğitimin süresinin uzatılmasında hemfikir. Kavga zorunlu eğitimin kesintili olup olmamasında? O tartışma da malumunuz eğitim tartışması değil eğitimin araçsallaştırıldığı başka bir tartışma. Eğitim düzeneğinin kendisi tartışma dışıdır ülkemizde. Bu düzeneğin çok az ve sanılanın aksine etkisi düşük kısmında kıyamet kopar: ders veya dersin içeriği. İçerik önemlidir ancak koca eğitim sistemi dikkate alındığında devede kulak mesabesindedir.  Aydınlanmanın şafağından bize kalan ‘bilgi varsa aydınlık- bilgi yoksa cehalet' kurgusu artık terkedilmelidir. Neyi verdiğiniz hatta ondan çok daha önemli olan nasıl verdiğinizdir. Bunun pedagojik değerini uzmanlar detaylandırabilirler. 

2017-2018 Eğitim-Öğretim yılı 18 Eylül itibariyle başlayacak. Yaklaşık 20 milyon öğrencimiz, 1 milyon öğretmenimiz mevcut. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın defaatle yaptığı “eğitim ve kültür alanında başarısızız” tespiti ve gittikçe anlamsızlaşan yeni(!) müfredat tartışması da maalesef konuyu esaslı bir gündeme dönüştüremedi. Mesele yine sembolik karşıtlığa bağlandı, çözüm öğrencilere aktarılacak bilginin mucizeviliğine indirgendi. Eldekinin ne olduğunu, performansını ve potansiyelini bilmezsek Cumhuriyet öncesinde başlayan yakınmamız 2071'de MEB bakanının ağzından bir daha dile gelecek.

Bu sistem 19 yüzyılın zihin dünyasında şekillendi, dönemin aktörlerince topluma dönük operasyonel bir aygıt olarak konumlandı. Toplumun yeniden var edilmesi sürecinde “bahçıvan devletin” temel aparatı olarak işe koşuldu. Toplumun tarihsel-kültürel müktesebatıyla çatışmalı doğası ve belirli yaş aralığındaki tüm nüfusu kapsayan “panoptik” formatı belirleyici özelliğidir sistemin. Bu sistem dönemin teknolojik koşulları ile siyasal-ekonomik ve felsefi diskurunun gölgesinde iki temel işlevle ilintilendirildi: “makbul vatandaşların” üretimi ve uygun işgücünün yetiştirilmesi. Bu gerekçeler detaylandırıldığında ideolojik endoktrinasyon, zihinsel üretim, tavır ve davranış formatlanışı, beğeni ve davranış kodlarının oluşturulması, siyasal talep ve beklentilerin içselleştirilmesi gibi pek çok açık veya örtük amaçla karşılaşırız.

Sistemin varoluşuna ilişkin bu saptamalar önemlidir ve günümüz koşullarında üç açıdan ele alınmak durumundadır. Birincisi, sistemin varlığını borçlu olduğu sanayi döneminin ve ulus devletin geçirmiş olduğu dönüşüm. Bugün artık toplumsal yapı ve ilişki ağı Bauman'ın ifadesiyle “katı modernlik” döneminin koşullarının ötesine taşınmış durumda. Diğer taraftan ulus devlet yapılanması da hem siyasal kültürün dönüşümü hem de uluslararası ilişkiler sistemindeki farklılaşmalar üzerinden başkalaşım geçiriyor. Toplumsal taleplerdeki çeşitlenme ve katılım mekanizmalarının genişlemesi klasik ulus devleti baskılamakta ve aşındırmakta.

İkincisi, özellikle Batıdışı toplumlarda eğitim-öğretimin toplumu, toplumun inanç evrenini ve sosyal-kültürel müktesebatını hedef alan self-kolonyal niteliğidir. “Makbul vatandaşların” üretimini hedefleyen sistem, bir taraftan geçmişin tasfiyesini diğer taraftan “istendik” yeninin hayata geçirilmesi için pedagojiyi alabildiğine siyasallaştırmıştır. Eğitim-öğretim, tarihi-kültürü ve muhayyilesi ile mevcut toplumu güçlendirme yerine muhayyel bir gelecek için toplumu yeniden formatlama, beklentiler doğrultusunda şekillendirme istasyonu olarak yapılandırılmıştır. Müfredat planlaması, bürokratik işleyişi ve mevzuat yapısı buna göre dizayn edilmiştir. Devlet ile millet kucaklaşmasının konuşulduğu bugünlerde eğitim-öğretimde hala müfredat, bürokratik işleyiş, yasal mevzuat ve daha da önemlisi temel eğitim paradigması iş başındadır.

Üçüncüsü; zorunlu eğitimi mümkün kılan teknolojik alanın yaşadığı transformasyondur. Özellikle seri basım tekniklerinin yaygınlaşması yani matbaanın etkin kullanımı sistemin varlığını mümkün kılmıştı. Ancak elektronik devrim üzerinden yaşadığımız büyük dönüşüm sadece bilginin dağıtım ve kullanım alanlarını genişletmekle kalmamakta ve yeni sosyalleşme, öğrenme ve ilişki biçimlerini mümkün kılmaktadır. McLuhan'ın “araç mesajdır” (medium is the message) aforizması bu durumun en çarpıcı ifadesidir.

Bu üç temel sorun alanı aynı zamanda çözüm için odaklanmamız gereken noktaları da gösteriyor. Mevcut eğitim-öğretim sistemini kök bağlantıları üzerinden ele almak, günümüzün akışkan dünyasına ve tarih-kültür-inanç evrenimizin temel parametrelerine uygun bir şekilde yeniden formüle etmemiz gerekiyor. Kültürel aktarımın imkânsızlaştığı, “toplumsalın sonu” gibi kavramsallaştırmaların dolaşıma girdiği bir süreçte anlam ve işlevini yitiren bir yapıyı muhafaza edemeyiz.

Dolayısıyla günümüzün imkânlarının ve açmazlarının ve mevcut eğitim sisteminin tarihsel serencamı ile kısır potansiyelinin farkında olmak, sembolik ayartmalar ve palyatif tedbirler kıskacında boğulmadan yapısal-köklü karayışlara ve çözümlere ihtiyacımız var. Zira asrın idraki olmak ve zamanın ruhunu oluşturmak iddiası ile hayatı imar etme sorumluluğu, ibn'ül vakt olmayı, sosyal-kültürel ve inanç kodları ile dinamik bir ilişki kurmayı ve bu ilişkiyi taşıyan ve zenginleştiren yapı, içerik ve süreç planlamasını zorunlu kılmaktadır.

Abdülbaki DEĞER / MİLAT