En son, aday öğretmenlerin özel kitap ve deneme desteği nedeniyle kendi sendikalarını tercih ettiğini söyleyerek üyesi bulunan tüm aday öğretmenleri aşağılamasıyla gündemimize aldığımız Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Kamu Personeli Danışma Kurulu (KPDK) toplantısında yine tarzına uygun kibirli sözler ve yaptığı totaliter önerilerle gündemimize girmeyi başardı.

Ali Yalçın özetle şunları söylüyor: “Yetkili sendikalar ve konfederasyon dışında üye sayısı kaç olursa olsun hiçbir sendika ve konfederasyon toplu sözleşme görüşmelerine katılmasın. Yetkili sendikaya üye olmayan memurlar sözleşme kazanımlarından yararlanmasınlar, yararlanmak istiyorlarsa yetkili sendikaya dayanışma aidatı ödesinler.”

İmza yetkisi olmayan, görüş bildirmekten başka bir fonksiyonu olmayan sendikaların görüşmelerde bulunmasından bile rahatsız olan Yalçın, bunu Cumhurbaşkanlığı referandumuyla ilişkilendirerek çok başlılığa ve sendika vesayetine son verilmeli şeklinde sunuyor. Son 10 yıldır tek vesayetin kendi konfederasyonu olduğunu unutmuş gözüken Yalçın’a son üç toplu sözleşme görüşmesine tek yetkili konfederasyon olarak katıldıklarını hatırlatmak gerekiyor.

Söz konusu kamu personelinin hakları olduğunda toplu sözleşme süreçlerinde yetkili yetkisiz tüm sendikaların söylem birliği içinde olması beklenirken, çoğulcu yapıyı yok ederek tüm sesleri susturmaya çalışması ve ‘sadece benim üyelerimin çıkarları önemlidir’ yaklaşımıyla kendisi dışındaki yüz binlerce memuru, kazanımlardan yararlanmak istiyorlarsa, kendisine aidat ödemeye zorlaması, gelinen noktada sendikacılığın dibe vurduğunun göstergesidir. Buna karşı çıkan sendikanın da aynı öneriyi on yıl önce yetkili pozisyondayken getirmiş olması sendikacılığın içinde bulunduğu trajikomik durumu gözler önüne sermesi bakımından önemliydi.

Medyada daha çok idareci atamalarında, aday öğretmen mülakat süreçlerinde iktidar partisine yakın olmanın etkisiyle üye sayısını artırdığı iddiaları ve özellikle aday öğretmenlere üyelik baskısı yapıldığı haberleriyle gündeme gelen, cemaatçilik mantığıyla sendikacılık yapan anlayışın, önceki toplu sözleşmelerde ortaya koyduğu performanstan hangi kaygılarla hareket ettiği herkesin malumu.

2014 toplu sözleşmelerindeki performansını hatırlatmamız yeterli olur sanırım. Hükümetin verdiği 3+3’ü kabul ettiği takdirde 223 tl zam alacakken, seyyanen 123 tl zam isteyerek müthiş bir hak mağduriyetine yol açan Memur-Sen, hükümetin oransal zam teklifini reddederek aynı zamanda enflasyon farkı ve ek ders ücretinin artışı gibi ek ödemelerin de önünü kesmişti. Memur-Sen, 30 günlük süresi ve Hakem Kurulu süreci gibi parkurları varken henüz 7. günde sözleşmeyi imzalayarak ilgili Bakanı bile şok etmişti. O zamanki Memur-Sen Başkanının hangi sâiklerle hareket ettiğini bugün iktidar partisi sıralarında milletvekili koltuğunda oturmasından anlayabiliyoruz.  

Dolayısıyla Memur-Sen’in diğer sendika üyelerine layık bulmadığı ve ‘kazanım’ olarak sunduğu şey kendi üyeleri de olmak üzere tüm çalışanlar için koskocaman bir kayıptan başka bir şey değildir. Memur-Sen dayanışma aidatı diyerek kendi sendikasının üyesi olmayanları bile haraca bağlamak istiyorsa önce kendisinden milyonlarca kamu çalışanına yaşatmış olduğu kaybın tazmin edilmesi gerekir. Kendi üyeleri de dahil olmak üzere milyonlarca kamu çalışanın Memur-Sen’den alacağı vardır.

Milyonlarca insanın hakkı kişisel hesaplara feda edilerek yapılan sendikacılığın hesabını dünyada olmasa da adli ilahi huzurunda vermek zorunda kalacak olanların konuşmalarında sürekli İslami retorik kullanıyor olmaları ayrıca üzüntü verici.

‘Yasaların merhameti ile masada bulunanlar’ diyerek aşağıladığı diğer sendikalara bağlı yüz binlerce memuru yok saydığı gibi kazanım addettiği getirilerden yararlanma hakkını bile kendisi dışındaki memurlara çok gören bu anlayış, sendikacılığın itibarını ve toplumdaki saygınlığını yerle bir etmekle kalmıyor, tarihsel mücadelelerle belli bir derinlik kazanmış sendika kavramının da içeriğini boşaltarak anlamsızlaşmasına neden oluyor.

Bir milyona yakın üyesine rağmen çalışanların haklarını koruma anlamında bir sendikacılık yapmadığı gibi 400 bin üyeye sahip olduğu eğitim kolunda eğitimin niteliğini artırmaya yönelik tek bir çalışmasına şahit olamadığımız Memur-Sen’in sürekli bu tarz çıkışlarla  gündeme gelmesinin Türkiye kamu sendikacılığı adına üzüntü verici olduğu düşünüyoruz.

Kendilerini bir süre daha “hak mücadelesi” veriyoruz diye oyalasınlar bakalım. Allah da biliyor kul da biliyor ve kendileri bu çıkışlarında olduğu gibi alenen itiraf ediyorlar ki Memur-Sen’in mücadelesi kendisi için imtiyaz talebinden başka bir şey değildir. Özgür Eğitim-Sen olarak, gücün şehvetine kapılarak kullanılan kibirli ve aşağılayıcı dilin, kul hakkı ve hak-hukuk-adalet ilkeleri gözetilmeksizin yapılan kitle yöneticiliğinin, sürekli referans göstererek kullandıkları İslam dini nezdindeki yerini hatırlatmak istiyoruz. Sendikal mücadele hak ve özgürlük mücadelesidir. Bir imtiyaz arayışı değildir.

 

 

Bekir BİRBİÇER

Özgür Eğitim-Sen MYK Üyesi