14 Şubat 2017 tarihi, Eğitim-Bir-Sen’in kuruluşunun 25. yıldönümüydü. 14 Şubat 1992 tarihinde kurulan Eğitim-Bir-Sen, 25. yaşında bugün, ucu bucağı görünmeyen bir nehir gibi çağlıyor. Bu güçlü çağıldayış, bu engin akış; temelde kuvvetli bir kaynağın ve geniş bir havzanın varlığına işaret ediyor. Sendika Genel Merkezi de bugünkü güçlü akışın ‘Şubat’ların soğuğundan, ‘Temmuz’ların sıcağından etkilenmeden ilanihaye sürmesini sağlamak için kaynaktan güçlü çıkışa ve ilk çıkıştaki duruluğa sık sık müracaat ediyor; oradan, o duruluktan beslenmeye devam etmek adına nitelikli adımlar atıyor.

Eğitim-Bir-Sen Genel Merkezi, bu nitelikli adımlar çerçevesinde, kuruluşundan itibaren yapıyı sarsmadan bugünlere taşıyan sağlam zeminin bünyenin tamamını kuşatmasına yönelik güçlü bir irade ortaya koyuyor. Eğitim-Bir-Sen’in 25 yıldır taşıyıp getirdiği nevi şahsına münhasır teşkilat kültürünün, mensuplarının tamamı tarafından teneffüs edilmesini arzuluyor ve buna ilişkin çeşitli başlıklarda imkânlar oluşturuyor. Bu çalışmalar, 25 yılın emeğinin ‘dekadanlaşmasına’ yönelik ortaya çıkabilecek tehlikenin önlenmesine ilişkin son derece önemli çalışmalar. Eğitim-Bir-Sen, gerçekleştirdiği hizmet içi eğitim faaliyetleri dışında önemli bir iş daha yapıyor; dünü, dünde bırakmadan; zihniyetiyle ve aktörleriyle birlikte bugüne taşıma gayreti güdüyor. Bir emek hareketi olarak dünün emektarlarını dünde bırakmama eyleminin adına da ‘Vefa’ diyor.

Vefa; sözünde durma, sadakat, elest bezminde verilen ‘kalû bela’ ahdinin gereğini yerine getirme. Vefa; bütün dünyevî giysilerin üstünde bir değere sahip olan, dünyayı ve yaşamı anlamada en yüksek bilinci oluşturabilecek bir elbise. Bunu Mehmet Akif İnan, “Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri” beytinde bu manayı dercederek en beliğ şekilde dile getiriyor. Vefa, bir örgütün bütün zihniyetinin üzerine bina edebileceği kadar genişlikte ve derinlikte bir kavram. Bütün kilitleri açmaya, bütün surları aşmaya, bütün engelleri bertaraf etmeye, bütün zamanları kucaklamaya yetecek tılsımda bir mefhum. 14 Şubat 1992 tarihinde Eğitim-Bir-Sen’i kuranlar, vefanın derindeki ve yüzeydeki bütün manalarını kuşanarak yola çıktılar. İşte düne ait bu değer, bugün bütün kıymetiyle ve etkisiyle keşfedilmeye, yeni zamanlarda yeni mücadeleler için bu değerin manevi gücünden taze bir enerji oluşturulmaya çalışılıyor. Değerli, nitelikli ve takdire şayan bir yöneliş…

*

Şubat ayında, bende vefalar ve vefatlar aynı anın hisleri ve aynı zamanın tezahürleri olarak tebarüz ediyor. Şubat ayı nezdimde vefalar ve vefatlar ayı. 12 Şubat 2017, Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi’nin kurucularından Mustafa Yücel’in vefatının 4. yıldönümüydü. Mustafa Yücel, dört yıl önce, sessizce sona erdirmişti dünya sürgününü. Üstad Necip Fazıl’ın “Ne kervan kaldı, ne at, hepsi silinip gitti, / İyi insanlar iyi atlara binip gitti” beytinde dile getirdiği gibi, ardında dünyalık bir şey bırakmadan; lakin iyilikten, güzellikten binlerce nişane bırakarak sessizce ayrıldı Mustafa abi. İlk gençliğimizde ayak alıştırdığımız yerlerde ağabey olarak gördüklerimizden ilk aramızdan ayrılandı. Her yükün altına omuz uzatanlardandı Mustafa abi, yükün ulaştırıldığı yerde verilecek bir ücretin beklentisine girmeden her yüke omuz uzatırdı.

Mustafa Yücel, Abdullah Uçan, Sadık Ceylan, Bedrettin Yıldırım, Ahmet Meşe, Numan Temiztaş, İbrahim Genç, Süleyman Özdamar, Osman Kaledibi, İdris Karadaş, Ahmet Güngör, Bekir Özkul, Enver Opuş, Yasin Çetin, İzzet Uzun, Bilal Yüksel, Hüsnü Öztürk… Ve emeği, eseri bilinen adı, bilinmeyen diğerleri… Eğitim-Bir’in Kütahya’daki öncüleri… Onlar için her yük davaydı, her yükün altına girmek dava adamlığının bir gereği ve işaretiydi. Dava yükünü taşımanın ücreti bu dünyaya değil, ötelerin ötesine ötelenmiş bir ücretti. Ne kazanırım diye düşünmez; vefadan, cefadan, fedadan kâr beklemez; inanmışlık ve adanmışlıkla yola düşer, makam, rütbe ve şöhret peşine düşmezlerdi.

Bugün 16 Mart 2017. Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi’nin kurucularından Abdullah Uçan ağabeyin vefatının 40. günü. 4 Şubat akşamı almıştım, Abdullah abinin vefat haberini. 5 Şubat’ta da Genel Başkanımız Ali Yalçın Bey’in de içinde bulunduğu kalabalık bir cemaatin hüsn-i şehadetiyle, Kütahya’da Ortaca köyünde, hızlı hızlı yağan bir rahmetin altında ıslanarak, rahmetle, rahmet-i Rahman’a uğurlamıştık Abdullah abiyi. Ölenin yedisi, kırkı, elli ikisi, senesi… Günler bir secde hızıyla geçip gidiyor, Mehmet Akif İnan’ın deyimiyle… Bugün Abdullah abinin kırkına erişmişiz. Abdullah abiyi kim bilir? Abdullah abiyi ben bilirim. O, ışığı ölçeğinde bütün gücüyle bizim yolumuzu aydınlatanlardandı. Vefatının 40. gününde hayırla yâd edilmesi ve bir Fatiha ikram edilmesine vesile olması bakımından bu yazıyı kaleme almak benim Abdullah abiye bir vefa borcumdur.

*

Şubat ayının başlarında, birkaç günlüğüne Kütahya’ya gittim. Bu ziyaretimde, Kütahya Şubesi’nin arşivini karıştırdım. Başkanlığım döneminde varlığını bildiğim, koruduğum, ancak koşuşturmaktan ayrıntılı inceleyemediğim evrakları bu sefer alıcı bir gözle tetkik ve tahkik ettim. Hazırladığım “Fikirden Aksiyona, Birlikten Sendikaya Eğitim-Bir-Sen Tarihi” kitabı için işime yarayacak, geçmişin görüntülerini berraklaştıracak belgeler aradım. Karşıma muazzam bir ‘Eğitim-Bir-Sen Taşra Tarihi’ çıktı. Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi, kuruluşuna ilişkin ilk adımın atıldığı günden itibaren şubeye ait bütün evraklara sahipti. Karar defterleri, gelen-giden evrak defterleri, gelen-giden evrak dosyaları… Genel Merkez’den gelen bütün yazılar, Genel Merkez’e yazılan bütün yazılar, gönderilen aylık raporlar, Şube ile ilgili gazetelerde çıkmış bütün haberlerin kupürleri… Selefim Numan Temiztaş’a, onun selefi Sadık Ceylan’a arşivcilikleri için; halefim Kamil Uçan’a muhafaza ettiği için binlerce teşekkür ettim. Elbette böyle bir hazineye ulaşmış olmak da, bu müesseseyi kuran kişilerin niteliği de son derece önemliydi. Öğretmenliğinin yanında aynı zamanda avukat olan Kurucu Başkan Sadık Ceylan ve 80’li yılların sonlarında şube müdürlüğü de yapmış olan halefi Numan Temiztaş, tek bir belgenin öneminin farkındaydılar ve meslekî itiyatları dolayısıyla sıkı bir arşiv oluşturmuşlardı.

İlk dosyayı elime aldım. 14 Şubat 1992 tarihinde Ankara’da kurulan Eğitim-Bir Genel Merkezi’nden, taşrada da teşkilatlanabilmek için tanınan, bilinen ya da ismi verilen öğretmenlere Genel Başkan Mehmet Akif İnan imzalı mektuplar gönderilmişti. Bu mektuplardan biri de Milli Gençlik Vakfı Başkanı, Endüstri Meslek Lisesi Din Kültürü Öğretmeni Ahmet Meşe’ye gönderilmişti. İşte Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi’ndeki ilk evrak 18 Mayıs 1992 tarihli bu mektuptu. “Sayın Ahmet Meşe, 14.2.1992 tarihinde Eğitimciler Birliği Sendikası’nı (Eğitim-Bir) kurmuş bulunuyoruz. Çevremizde sendikamızın İl ve İlçe Şubelerinin kurulması için yardımlarınızı ve gelişmelerden bizi haberdar kılmanızı rica ediyoruz. Başarı dileklerimizle birlikte saygılar sunarız. M. Akif İnan, Eğitim-Bir Genel Bşk. Ek 1- Tüzük 2- Örnek üye kayıt fişi.”

Eğitim-Bir Genel Merkezi’nden gelen bu davete istinaden Kütahya’da toplanılmış, Eğitim-Bir Genel Merkezi ile yazışmalar başlamış ve yetki istenmişti. Eğitim-Bir Genel Merkezi’nin 15.6.1992 tarih ve 8 No’lu kararı ile Eğitim-Bir Kütahya Şubesi açılmış, Avukat-Öğretmen Sadık Ceylan Şube Başkanlığına, Öğretmen İbrahim Genç Şube Sekreterliğine, Öğretmen ve Milli Gençlik Vakfı eski Başkanı Sadık Ölçen de Şube Mali Sekreterliğine atama suretiyle görevlendirilmiş, böylece 15 Haziran 1992 tarihli yetkiyle Kütahya’da kervan yola çıkmıştı. Sendikanın kuruluşu 01.07.1992 tarihinde Kütahya Valiliği’ne bildirilmiş, bu bildirime istinaden Valilik hemen ertesi günü 02.07.1992 tarihli, Vali Kaya Uyar imzalı bir yazıyla cevap vermiş, “… gerek Anayasamız, gerekse diğer meri mevzuatlarımızda, öğretmenlerin sendika kurabileceklerine dair hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle, ‘Eğitim-Bir’ Sendikası Kütahya İl Şubesi açma talebinizi içeren ilgi dilekçeniz ve ekleri işleme konulmamıştır” diyerek ilk mücadelenin de fitilini ateşlemişti. Kurucular, öne düşenler, yola çıkarken yolun engebeli olduğunun bilincindedirler, bu ilk engel onları yollarından döndürmez, daha keskin bir bilinçle ve daha diri bir yürüyüşle yürümelerine yol açar.

Dosyayı karıştırmayı sürdürdüm. İşte bir başka evrak. Sendikanın kuruluşu için gerekli harcamalarda kullanılmak üzere para toplanmış, kimin kaç para verdiği de bir liste halinde yazılmış, dosyalanmış… Sendikanın kuruluşunda kimden kaç para toplandığını gösteren listede Abdullah Uçan’ın da adı vardı. Altı aydan fazla bir zamandır Mehmet Akif İnan’ı, Erol Battal’ı, Mustafa Yücel’i bu dünyadan göçüren menhus hastalık Abdullah abiyi de pençesine almıştı. Kuruluşunda babasının harcı bulunan, babadan tevarüs eden Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi’ni hep daha yukarılara taşımak için çaba gösteren ve bunda da başarılı olan Kütahya Şube Başkanımız halefim Kamil Uçan Bey’e seslendim, “Gel Kamil Bey, gel, sendikanın kuruluşunda babanın sadece emeği değil, parası da varmış” dedim. Evraka birlikte baktık, acı acı gülümsedik. Ardından, hepsini tanıdığımız ağabeylerimizin gücü nispetinde sendikanın harcına yaptıkları katkıyı isim isim mütalaa ettik.

O gün akşam Kamil Bey’le birlikte hastanede Abdullah abiyi ziyaret ettik. Sesinin kısılması dışında, bildiğimiz Abdullah abiydi. Neredeyse şakalaşacaktık. Karşılaşmalarımızda, öne düşen ama avara kasnak gibi dönen sözde dava adamlarına çatar dururdu. Yine öyle olacak gibi geldi bana ama olmadı. Bir süre sohbet ettik. Hastalığının daha da ilerleyeceği, acılarının daha da artacağı günlerin henüz ileride olduğu ifade edildiği için ölümünü henüz beklemiyorduk, helalleşemedik. Tıpkı Erol Battal’la, tıpkı Mustafa Yücel’le helalleşemediğimiz gibi.

*

4 Şubat akşamı ölüm haberini aldığımda, Abdullah abiyle 35 yıla yaklaşan tanışıklığımıza ilişkin anılar ve Abdullah abiyi net ifade eden enstantaneler beynime hücum etti. Ben önce Abdullah abiyi tanıdım. Sonra Kamil Bey’le tanıştık. Bizim İmam-Hatip’te okuduğumuz ilk yıllarda o İmam-Hatip’te memur muydu bilemiyorum? Bir gün okul kitaplarını almak için Milli Eğitim Yayınevi’nin önünde kuyrukta beklerken Abdullah abi beni kuyruktan çıkardı, birlikte içeriye girdik, alacağım kitapları aldık. O günden beri bilirim ben Abdullah abiyi.

Sonra Milli Gençlik Vakfı’nın en aktif olduğu yıllarda; 80’lerin sonları, 90’ların başlarında, her akşam Milli Gençlik Vakfı’nda toplanan gençlerin ağabeylerinden biri de Abdullah abiydi. Milli Eğitim’de kimin bir işi varsa, mutlaka işini gördürmek için müracaat ettiği kişiydi. Abdullah abi Milli Eğitim’deki kapımızdı. Abdullah abi, Milli Gençlik Vakfı’nın bütün ihtiyaçları konusunda da duyarlıydı. Bulur, buluşturur eksik olan neyse tamamlardı. Bu dönemde oğlu Kamil Uçan’ın da Milli Gençlik Vakfı’nda bulunmasını arzu etti, Kamil Bey’i de Milli Gençlik’in arasına kattı.

Kütahya İmam-Hatip Lisesi mezunu olması, Milli Eğitim Müdürlüğü’nde memur olması, eğitim camiasını bütünüyle tanıyor olması nedeniyle Eğitim-Bir, zaten Abdullah abisiz olmazdı. Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi’nin arşivindeki evraklarda sarih olarak görüyoruz ki; Eğitim-Bir’in kuruluşunda da bulundu, kanun çıkmadan önceki yönetimlerde görev aldı.

*

Mekânlar ve insanlar... Abdullah abi ve bir grup arkadaşı, adını bir mekândan alan arkadaş topluluğu olarak da bilinirlerdi: ‘Meydan grubu’ ya da ‘Meydan ekibi’… Meydan camiinin çevresinde ikamet eden, Meydan kahvesinde toplanan, siyasi konuları kendilerince mütalaa eden, hepsi bir çizgide bir arkadaş topluluğuydular: Halil İbrahim Yılmaz, Abdullah Uçan, İbrahim Genç, Hasan Gök, Hüseyin Parıldar, Halit Balta, Bilal Yeşil… Meydan mahallesinde oturur, Meydan camiinde namazını kılar, Meydan kahvesinde çaylarını dostluklarıyla demlendirir, hoş sohbetleriyle tatlandırırlardı. Bu ekip, içlerinden en girişken olanını, gerçekten bir iletişim uzmanı ve tanışıklığı arkadaşlığa, arkadaşlığı dostluğa dönüştürme ustası olan Halil İbrahim Yılmaz’ı 2002 seçimlerinde AK Parti’den milletvekili çıkarmıştır. Kütahya’ya büyük hizmetler yapabilmek için hızlı bir başlangıç yapan Halil İbrahim abi, Meydan ekibinden ilk ayrılan olarak 2004 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Meydan ekibi, bilhassa akşamüzerleri işten çıkınca Meydan kahvesine uğrar, günün yorgunluğunu ve stresini orada, dost meclisinin sohbetinde atar ve evlerine öyle dönerlerdi. Hangi yönden gelirsem geleyim, evime gitmek için mutlaka önünden geçtiğim Meydan kahvesinde Meydan ekibinden birilerini görürdüm, selamlaşırdık; çağırır, çay ikram etmek isterlerdi. Ama Abdullah abi varsa geçip gitmeme müsaade etmez, zorla o çayı içirirdi.

Abdullah abi, emekli olduktan sonra AK Parti Kütahya Merkez İlçe Başkanlığı’nın kurucuları arasında yer aldı. Uzun yıllar AK Parti Kütahya İl Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Siyasetin kirlenmeden ve kirletilmeden ârî kalması doğrultusunda sağduyuyu temsil ederek gücü nispetinde çaba gösterdi. Hülasa Abdullah abi, cemiyetçilikte, hiçbir beklentisi olmadan, nerede bir hizmet varsa koştu. Hiç kimsenin, hakkında olumsuz bir cümle kurmayacağı temiz bir ad, hoş bir anı olarak 70 yıllık ömrünü tamamladı.

*

Kamil Uçan, Abdullah Uçan’ın oğludur. Ben Hasan Hoca’nın oğluyum. Bizim akreditasyonumuzu ilkin babalarımız sağlamıştır. 1969 yılında Erbakan Hoca’nın “Bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar bir çiçekle başlar” diyerek başlattığı Milli Görüş hareketini, Kütahya’da tutan, savunan, gücü ölçüsünde taşıyan bu insanların çocuklarına camia güvenmiştir. Camia, babalarımızdan ötürü bunlar ‘dünkü çocuk’ dememiştir, bize güvenmiş, müessese teslim etmiştir. Kütahya’da Eğitim-Bir-Sen’in yaklaşık 15 yıl başkanlığını halef-selef yerine getiren kişiler olarak ilk akreditasyonumuzu babalarımız sağlamıştır.

2003 yılında Şube Başkanı olarak atılganlığımı ve heyecanımı olumlu bir yöne kanalize etmek için Olağanüstü Kongre önerisinde bulunan ve “Kendi hızına göre bir yönetim kur” diyen camiamızın büyükleri yönetim kurulu üyelerimiz Osman Kaledibi, rahmetli Mustafa Yücel, Mehmet Ali Toroğlu ve Mehmet Taşkıran’ın bu önerisiyle genç bir ekip kurmaya yönelik arayışlara başladım. Şubemizin eski yöneticilerinden Yunus Şentürk usulca kulağıma “Kamil Uçan” adını fısıldadı. Ayrıca da ekledi: “Hem genç hem de arabası var.”

Başkan olduktan sonra, sendika yönetiminde bulunmamalarına rağmen, haftada bir gün Milli Gençlik Vakfı’ndan arkadaşım Vehbi Keler’le bir gün de üniversiteden sınıf arkadaşım Ethem Erdoğan’la ilçelere, köylere sendikal çalışmalara gidiyorduk. İkisinin de arabası vardı. İkisini de yönetime almaya karar vermiştim. Kamil Bey gençti, Abdullah Uçan’ın oğluydu, sendikaya da ciddi katkı sağlardı, elbette arabası olması da güzel bir şeydi. Kongremizi gerçekleştirdik. Genç bir ekiple güçlü bir şekilde asılmaya başladık. Ciddi bir varlık ortaya koyduk. Sendikacılığı birlikte vakit geçirme imkânı olarak gören bir arkadaş topluluğuna dönüştük. Sendikal çalışmaları gerçekleştirirken hoşça vakit geçiriyorduk, adeta eğleniyorduk. Kamil Bey, bu genç ekip içerisinde en çok çalışan, en fazla gayret gösteren ve inisiyatif almaktan çekinmeyen bir arkadaşımız olarak öne çıktı.

Yunus Şentürk’ün işaret ettiği, Abdullah abinin Toros’u, sendikada en çok emeği bulunanlardandır. Dağa, taşa, dereye, tepeye Kamil Bey’in şoförlüğünde o Toros’la gittik. Kütahya’nın bütün ilçelerini ve köylerini o Toros’la dolaştık. Kapısı kilitlenmeyen, anahtarı da –sanıyorum bugün bile- üzerinden alınmayan, yalnızca stop edilip kapısı kapatılan Toros’un sendikada çok emeği vardır. Toros’u ve oğlunu yaklaşık 15 yıldır dava gördüğü sendikaya veren, köydeki çiftçiliğe dair birlikte yaptıkları işleri, yalnız yapmayı mesele etmeyerek Kamil Bey’i sendikal çalışmalardan alıkoymayan Abdullah abinin sendika üzerindeki görünmeyen emeğidir bu aynı zamanda. Kamil Uçan, Abdullah Uçan’ın tek oğluydu. Bu yüzden baba oğuldan ziyade iki arkadaş gibiydiler. “Kamil Hoca bir sigara ver” dediğini çok işitmişimdir. Kamil Bey, yalnızca babasını değil, en yakın arkadaşını kaybetti. Allah rahmet eylesin, rahmetiyle muamele eylesin.

*

Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi, vefanın 25 yıldır her an yaşandığı bir teşkilattır. 25 yılda 4 başkan görev yapmıştır. Sadık Ceylan, Numan Temiztaş, Hıdır Yıldırım ve Kamil Uçan… En uzun süre görev yapan ise 9 yılı geride bırakan Kamil Uçan’dır. Çünkü o babadan sendikacıdır. Kütahya’da başkanlar vefa gösterirler, teşkilat mensupları ve üyeler de başkanlarına sonuna kadar güvenirler. Kütahya’nın tılsımı budur.

Sendikacılık Kütahya’da gerçekten bir sadaka-yı cariyedir. Kimin zerre kadar bir emeği varsa dünya ve ahirette zayi olmaz. Yaşayanlar tebcil ile; vefat edenler, hatimlerle, dualarla yâd edilir. İki yıl önce, Mehmet Akif İnan, Mustafa Yücel ve Yasin Çetin için 25 hatim okuyan ve ruhaniyetlerine ikram eden Eğitim-Bir-Sen Kütahya Şubesi, bu geleneği geçen yıl ve bu yıl da sürdürerek Erol Battal ve Diyanet-Sen Kütahya Şube Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşımız merhum Hasan Karakaya’yı da hatimlerden hisseyab eylemişti. Önümüzdeki yıl Abdullah abim de bu hakiki vefadan hissesine düşeni mutlaka alacaktır.

Vefa ile vefat aynı köktendir. Hâsıl-ı kelam, vefa budur. 

Hıdır YILDIRIM