Mısır’ın seçimle iş başına gelen ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, 3 Temmuz’da kendisini kanlı bir darbe ile deviren darbenin düzmece mahkemesinde son nefesini verdi. Rabbim şehadetini kabul etsin. 

Mursi’nin ve İhvan’ın Mısır’da maruz  kaldığı zulüm nasıl bir dünyada yaşadığımızın dramatik bir resmi aslında. Küresel çetelerin ve onların yerli işbirlikçilerin halklara reva görüdükleri zulüm bugüne kadar kaç cana, kaç hayata mal oldu?

Oysa ki bu insanlar hiçbir zaman hakları olmayan bir şeyi istemediler. Ne bir imtiyaz ne bir iltimas talep ettiler. Yok sayılan, çiğnen hakları için konuştular. İnsan olmanın onuru ve haysiyetini yüceltmek için koşturdular. Neredeyse 100 yıl bunun mücadelesini vererek bugüne geldiler.  Düşe düşe geldiler, öle öle geldiler… Hasan El Bennalar ile öldüler, Abdulkadir Udehler ile öldüler, Seyyid Kutuplar  ile öldüler…


Ve hâlâ ölüyorlar…

Mazlumların tüm dünyada maruz bırakıldığı bu ve benzeri zulümler, zalimlerin zalimliklerini bizlere gösterdiği kadar onların zulmü karşısında yaşadığımız acziyet ve çaresizliğimizi de bize gösteriyor. Kanımıza en çok bu dokunuyor! Bizi en çok bu yaralıyor!

Evet Mursi öldü; peki biz yaşıyor muyuz sahiden?


Yaşamak, biyolojik hayatın devamından çok daha öte bir manaya karşılık geliyorsa eğer, yaşadığımızı söyleyebilir miyiz?

Mursi 6 yıl Sisi’nin zindanlarındaydı; onu kurtaramadık! Kurtaramazdık da zaten! Çünkü kendini kurtaramayanların bir başkasını kurtarması olanaksızdır!

İslam âlemi olarak kurtuluşu ya imkansız ya da birkaç kişinin göstereceği performans ile çabucak gerçekleşecek bir şey olarak görüyoruz. Böyle görmenin ve göstermenin getirisi olduğunu görenler ve ona göre bu konumlanışa ram olanlara değil sözümüz.

Küresel emperyalistlerin, finans oligarklarının, ülkeleri satranç tahtası, halklarını ise piyon olarak görenlerin varlığı aşikâr… Onların varlığını, oyunlarını bilmek önemli… Ne var ki oyunlara gelmemek de hayati!

Oyuna gelmemek için ne yapacağız?

İnancımız ile mütenasip bir yücelikte olmayan halimiz ortada! Bir taraftan yüksek bir ahlaktan söz ediyoruz diğer yandan en sefil ahlaksızlıklara kılıf arıyoruz.

Bu yolda dönenler olabilir, mum gibi sönenler olabilir… Ne var ki ümmet, istikamet üzere olmayı her şeyin önüne koyacak bir tutarlılıkta olmalı. Kendimize de mazlumlara da dokunacak olan hayrımız, işte bununla mukayyet!

Bu ne demek?

Evvela doğruyu konuşmak demek. Müslümanlar olarak kendimize alıcı gözle bakmayı öğrenmiş olmamız demek!

Hiç kimsenin kariyer yolculuğuna refakat etmek gibi bir mükellefiyetimiz yok. Olmamalı! Hiç kimsenin heva ve heves vadilerinde kayboluşuna gerekçe üretmek gibi bir derdimiz yok. Olmamalı!

Biz, istikametimizin mahkûmuyuz!

Yola çıktıklarımızın kimi bahçelerin güzelliğine, kimi kendilerine sunulan ikramların lezzetine kanmış olabilir. Ümmet uçmaya devam etmeli, aslolan bu! Derdimiz de tasamız da bu!

Halimiz biraz da Simurg’un hikâyesine benziyor aslında.

Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşlar, Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp… Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılmış)… Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış… Baykuş yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını…

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen altıncı vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu yedinci vadi “yok oluş”ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye 30 kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki; “Simurg=30 kuş” demekmiş. Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş.

Müslümanlar olarak her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. Mursi’yi kurataramadığımız gibi kendimizi de kurtaramayacağız! Bu halimiz değişmedikçe Mursilerin kaderi de değişmeyecek maalesef!

Kendi gökyüzümüzde kanat çırpmayı, istikamet üzere uçmayı öğrenmeliyiz…

Şehidimize tekrar rahmet diliyorum…

Biz, onun dik duruşunun eğilmeyen başının mahcup şahitleriyiz…