Eğitim Sen tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Geçtiğimiz yıllar içinde, büyük bölümü siyasal ihtiyaçlar üzerinden her şehirde bir üniversite açılmıştır. Ekim 2022 itibariyle üniversite sayısı 129 devlet, 75 vakıf üniversitesi ve 4 vakıf meslek yüksekokulu olmak üzere 208 yükseköğretim kurumunda eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam edilmektedir.

Türkiye’de uzun yıllardır tartışılan yükseköğretimin yeniden yapılandırılması üzerinden üniversitelerin ve yükseköğretim sisteminin tamamen piyasaya açılması, üniversitelerin toplumun değil, sermayenin ve iktidarın hizmetinde kurumlar haline getirilmesi için önemli adımlar atılmıştır.

2023 yükseköğretim bütçesi, AKP hükümetinin yükseköğretim sisteminin ihtiyaç duyduğu kaynağı genel bütçeden karşılama noktasındaki cimriliğini sürdürdüğünü göstermektedir.

Yükseköğretim Bütçesinin Milli Gelire ve Merkezi Yönetim Bütçesine Oranı

Son 20 yıl içinde devlet üniversitesi sayısı 53’ten 129’a toplam üniversite sayısı ise 76’dan 204’e çıkmıştır. Aynı dönemde öğrenci sayısı 1,9 milyondan 8 milyona ulaşmıştır. Üniversite sayısı ve öğrenci sayısındaki hızlı artışa rağmen, yükseköğretim bütçesinin söz konusu artışı karşılayabilecek kadar arttırılmadığını görmek mümkündür. Yükseköğretim kurumlarına bütçeden ayrılan payın gerek merkezi yönetim bütçesine gerekse milli gelire (GSYH) oranının istikrarlı bir şekilde azaltılması dikkat çekicidir. Özellikle üniversite bütçelerindeki yıldan yıla yaşanan artışın tamamen personel giderleri gibi zorunlu harcamaları karşılamaya yönelik olduğu görülmektedir.

Geçtiğimiz yıllar içinde, başta akademik ve idari kadro politikası olmak üzere, pek çok açıdan iktidarın müdahaleleri ile karşı karşıya olan üniversiteler ve diğer yükseköğretim kurumlarına ayrılan bütçeler farklılık göstermekle birlikte, genel eğilim Hazine yardımının her geçen yıl azaltılması ve üniversitelerin kendi gelirlerini yaratmaya zorlanması yönündedir. Tek tek üniversite bütçelerine bakıldığında bu durumu görebilmek mümkündür. 2023 yılı için öngörülen bütçelerde, özellikle üniversitelerdeki temel hizmetlerin sınırlandırılması, dolayısıyla öğrencilerin cepten yapılan harcamalarının belirgin şekilde artması beklenmektedir.

2023 yılı yükseköğretim bütçesinin, artan üniversite ve öğrenci sayısına rağmen ihtiyaç kadar arttırılmadığı, aksine oransal olarak azaldığı görülmektedir. 2022 yılında 57 milyar 740 milyon lira olarak belirlenen yükseköğretim bütçesi 2023’te yüksek enflasyon ve TL’deki değer kaybının da etkisiyle 134 milyar 693 milyon liraya çıkarılmıştır. Ancak tıpkı MEB bütçesinde olduğu gibi, bütçenin önemli bir bölümünü personele yapılan harcamalar oluşturmaktadır. Yükseköğretim kurumları bütçesinin yüzde 74’ü zorunlu giderler arasında yer alan zorunlu personel harcamalarına (personel giderleri (yüzde 64)+sosyal güvenlik kurumu devlet primi giderleri (yüzde 10)) ayrılmıştır.

ÜNİVERSİTELER İKTİDARIN ‘ARKA BAHÇE’SİNE DÖNÜŞMÜŞTÜR

Yıllardır Merkezi Yönetim Bütçesi’nden yeterince kaynak ayrılmayan üniversitelerimiz, 15 Temmuz sonrasında üniversitelerde yaşanan kitlesel akademik tasfiye ve siyasal baskıların da etkisiyle, bilimden ve bilimsel faaliyetlerden hızla uzaklaşmış, başta tamamen siyasallaşan kadro politikası olmak üzere, hemen her konuda iktidarın ve piyasanın ihtiyaçlarına göre hareket etmeye başlamıştır. Mevcut haliyle üniversitelerimizin bilim yuvası olmaktan hızla uzaklaştırıldığını, iktidarın arka bahçesine dönüştüğünü söylemek mümkündür.

2023 yükseköğretim bütçesinin bizlere gösterdiği en temel gerçek, yükseköğretimde uzun süredir yaşanan yoğun ticarileşme sürecinin artarak devam edeceği, öğrencilerin barınma ve burs sorununun süreceği ve ceplerinden yapacakları eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde artacağıdır. Ancak yükseköğretim sisteminin geleceği açısından sorunun sadece bütçe harcamalarıyla sınırlı olmadığı açıktır.

Üniversitelerde liyakat ve akademik yeterliliğin yerini siyasal kadrolaşma, yozlaşmış ilişkiler ve itaat kültürü alırken, eğitim ve bilim özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırıldığı, üniversitelerin sıradan birer devlet kurumu haline getirildiği yeni bir sürece girilmiştir.

Eğitim Sen, eğitim sisteminin bütün kademelerinde olduğu gibi, üniversitelerimizin de uzun süredir büyük bir yıkımla karşı karşıya olduğunu sık sık vurgulamaktadır. Şüphesiz bu durumun temel nedeni ‘tek adam’ rejiminin siyasal hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için benimsediği siyasal tercihler ve uyguladığı anti demokratik uygulamalardır. Son olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan gelişmeler bu durumu daha net bir şekilde ortaya koymuştur. Ancak söz konusu tercihlerin ülkeyi ve üniversiteleri ne kadar geriye götürdüğü, üniversitelerimizi büyük bir belirsizliğe ve yıkıma sürüklediği açıktır.

Akademik özgürlükleri ortadan kaldıran, ihraç ya da işten atma politikalarıyla üniversitelerin içini boşaltan uygulamaların arttığı bir dönemde bütün demokratik itiraz ve kitlesel karşı çıkışlara rağmen iktidarın üniversiteleri arka bahçesi haline getirmeye çalıştığı görülmektedir.

SONUÇ

Eğitimden beklenen amaçların gerçekleşmesi, eğitimde ve yükseköğretimde personel açıklarının kadrolu istihdam ile kapatılması, eğitimin ve yükseköğretimin niteliğinin yükseltilmesi, fiziki alt yapı ve donanım eksikliklerinin giderilmesi, akademik ve idari personel açıklarının giderilmesi, öğrencilerin barınma, akademik personelin kadro sorunu ve diğer temel sorunlar için mevcut bütçe anlayışının acilen değişmesi gerektiği açıktır.

İktidarın başından itibaren benimsediği piyasa merkezli eğitim ve yükseköğretim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, üniversitelerin ‘şirket’, üniversite öğrencilerinin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedefleyerek, toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirmektedir.

Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal çıkarlar gözetilerek değerlendirilmesi ve sadece eğitimde ve yükseköğretimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payının belirgin bir şekilde arttırılmasıdır.